“Benim size anlattıklarım bir Netflix dizisi değil ya da hikâye değil. Her gün yeni bir şey anlat diyorsunuz ancak sizler benim anlattığım şeylerin arkasını kovalamıyorsunuz ki…”

Suç örgütü lideri olduğu iddiasıyla hakkında tutuklama kararı bulunan Sedat Peker’in son attığı tweet serilerinden birinde geçiyordu yukarıdaki sözler. Bir süredir güvenlik gerekçesiyle video çekmediğini belirterek mesajlarını Twitter üzerinden veren Peker’in bu ifadelerinin sosyal medya dinamikleri ve gösteri toplumuyla yakından ilgisi var. Çünkü kullandığı yeni araç yüzünden mesajları da eskisi kadar etkili değil. Bu da bizi bir kez daha Marshall McLuhan’ın “Medium is the message” (Araç iletidir) savına götürüyor. Peker’in jestleri, mimikleri, kendine has ifadeleri ve ses tonuyla süslediği videoların gördüğü ilgi, mesajın kendisi haline gelmişti çünkü.


Şimdi araç değişti, mesaj da değişiyor, belki gücünü kaybediyor. Acaba gerçekten böyle mi oluyor, yoksa farklı şeyler de mi var? Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda Peker’i “Netflix dizisi mi çekiyoruz burada” sitemine götüren dinamiklere yakından bakmak istiyorum. Sorumuz şu: Acaba “arkasını kovalamıyorsunuz ki” derken ne umuyor ve aslında olan ne?

KIERKAGAARD’IN İLGİSİ

Evgeny Borozov, Twitter’dan sonra bir tarih kaldı mı? Sanal Ağ Yanılsaması (Türkçede: Açılım Yayınları, 2019) isimli kışkırtıcı kitabında sözü ustalıkla Sören Kierkagaard’a getirir ve onun yaşadığı döneme gideriz. Nasıl günümüzde sosyal medya ile birlikte bir devrim yaşanıyorsa, Kierkagaard’ın yaşadığı on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında da Sanayi Devrimi ve Aydınlanma Çağı tam gaz ilerlemektedir. Gazeteler, dergiler, kafeler derken kamusal alan o güne kadar hiç görülmediği biçimde belirmiştir. Devrin namlı filozofları bunu çok olumlu görmekte ve kusursuz demokrasiye giden yol olarak yüceltmektedir. Ancak Kierkagaard onlardan farklı olarak çok umutsuzdur günlüğünde şundan yakınır; “her şey çok hızlı gelişti, insanlar birdenbire her şeyle ilgilenir ve aynı zamanda hiçbir şeyle ilgilenmez hale geldiler.” Çünkü ona göre insanlar fikir ve bilgi yığınıyla boğulmaktaydı. Sadece gazete, dergi ve kafelerin olduğu kamusal ortam için oldukça iddialı tespitler doğrusu. Çünkü şu anda elimizde internet ve sosyal medya var. Onlar da tıpkı 19. yüzyılın kamusal alanı gibi coşkuyla karşılanmıştı. Sonuçta herkes fikrini özgürce ifade edebildiği için kusursuz bir demokrasi getireceklerdi. Öyle olmadı ve bugün bunu başlangıçtaki iyimserler de kabul ediyor. İşte Peker’in “arkasını kovalamıyorsunuz ki” serzenişi de buraya düşüyor. Çünkü insanlar, videoyu izlediklerinde, tweeti like ettiklerinde ve üzerine espriler yapıp paylaştıklarında görevlerini yaptıklarını düşünüyorlar. Arkasını kovalamaktan anladıkları da yeni bir hikâye beklemek. Çünkü tıpkı Peker’in dediği gibi Netflix dizisi izlemekten farksız bir izleme biçimi bu. Sonuçları oldu ve olacaktır. Ancak unutmamak gerekir ki aslolan gösteri.

GÖSTERİ TOPLUMUNUN ORTA YERİ

Guy Debord’un alanında bir klasik olan Gösteri Toplumu (Türkçede: Ayrıntı Yayınları, 1996) kitabında cisimleştirdiği fikirleri de bugün yaşadıklarımıza denk düşüyor. 70’lerde ilk yayımlandığında aşırı tezleri nedeniyle tuhaf karşılanan eser, 80’lerde doğrulanmıştı. Sosyal medya çağında ise her gün yeniden doğrulanıyor. Çünkü Debord’a göre; “Gösteri toplumunda, kurtuluş vaatleri de gösterinin bir parçasına dönüşür, sahteleşir. Tüm dünya aynı gösterinin sahnesidir artık; hepimiz aynı gösterinin oyuncusu ve seyircisi oluruz.” Hatırlayacak olursanız Sedat Peker, videolarının ilk ilgi gördüğü günlerde sık sık “kurtarıcı” olmadığını, kendi kişisel dertleri olduğunu vurguluyordu. İşte onun videolarındaki ifşaatı kurtuluşa giden yol olarak görenler için de bunun gösterinin bir parçası olduğunu anlama vakti geldi. Peker’in “arkasını kovalamıyorsunuz ki” sitemi biraz da buraya düşüyor. Çünkü Debord’a göre “gösteri” o modern edilgenlik imparatorluğunun asla batmayan güneşidir.

Kuşkusuz Sedat Peker’in ifşaatının hiçbir sonucu olmadı diyemeyiz. Daha fazla sonucu olmayacak da diyemeyiz ki bilemeyiz. Bildiğimiz şey aslolanın gösteri olması. Peker’in Youtube’da video çekerken onca ilgi görüp de yazılı kültür olan Twitter’a geçince etkisinin düşmesi de gösterinin biçiminin değişmesiyle ilgili. Bütün bunların öyle ya da böyle sosyal medyada olup bitmesi de ayrıca önemli. Yine Borozov’un atıfta bulunduğu. ABD’de ırk ayrımcılığına karşı başlayan Kara Panter hareketinin eylemcilerinden de olan yazar Angela Davis’in “İnternet inanılmaz bir araçtır, ayrıca aniden ortaya çıkan fastfood siparişleri gibi, hızlı siyasal hareketler oluşturabileceğimiz düşüncesine kapılmamıza da neden olabilir” sözlerine dikkat. Tam da bu yüzden, gösteri sürerken, yayınlandığı hızla sonuçlar alınmasını bekleme yanılgısına kapılıyoruz. Bu da bir süre sonra bıkkınlık yaratıyor. İfşaatın arkasını, gazeteciler fikri takiple kovalasa insanlar ilk andaki gibi ilgilenmiyor. Yaşananlar yıllar sonra bir dijital platformda dizi olsa belki şimdikinden de büyük bir ilgiyle izleyebilirler de ama. Yazının başlığındaki soruya dönecek olursak, izlediklerimiz bir Netflix dizisi değilse de izleme biçimimiz çok farklı değil. Sadece beklentilerimiz biraz tuhaf, çünkü tarihin akışının sosyal medyanın akışıyla aynı hızda olduğunu kim söyledi ki?