İzmir’in işgalinden direnişe

DR. MİTHAT VURAL
DEÜ Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Görevlisi

Sakarya Savaşı’nı Türk birliklerinin kazanmasından sonra, Yunan ordusunun Anadolu’yu terk etmesi için başlatılan müzakere sürecinin sonuçsuz kalmasıyla birlikte askeri taarruz dışında başka bir seçeneğin kalmadığı Ankara tarafından anlaşılacaktır. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa ve ordu komutanları 26 Ağustos sabahı için taarruza geçmeyi kararlaştırır. Taarruzla birlikte Yunan ordusu Dumlupınar’da savunma hattı oluşturmaya çalışsa da tutunamaz. Uşak’ta Trikopis’in esir düşmesi Yunan ordusundaki dağınıklığı daha da artırır. Hızla ilerleyen Türk ordusu 9 Eylül’de İzmir’e girer. Böylece Kurtuluş Savaşı fiilen sona ermiş olur. Başka bir deyişle Türk Kurtuluş Savaşı’nın 15 Mayıs 1919’da İzmir işgali ile başlayıp 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtarılmasıyla da sona erdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

İzmir’in 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu tarafından işgalinin Anadolu’da baş gösteren direnişe farklı bir boyut kattığı bilinen bir durumdur. Yunan işgali ile birlikte silahlı direniş kitleselleşerek, organize hale gelmiştir. Aynı zamanda İzmir’in işgali direnişin en önemli meşruiyet kaynağını oluşturmuştur. İşgal nedeniyle hiç olmadığı kadar yabancı ülke temsilciliklerine muhtıralar ve protesto telgrafları gönderilmiş, ülke içinde protesto gösterileri düzenlenmiş ve çok sayıda kişi bu gösterilere katılmıştır. 19 Mayıs 1919’da kadınların da iştirak ettiği 75 bin kişinin katılımıyla Fatih mitingi, 20 Mayıs’ta 30 bin kişinin katılımıyla gerçekleşen Üsküdar mitingi, 22 Mayıs günü 30 bin kişinin katıldığı Kadıköy mitingi ve 23 Mayıs’ta 200 bin kişinin iştirak ettiği Sultan Ahmet Mitingi bunların başında gelmektedir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 18 Ocak 1919’da başlayan Paris Barış Konferansı’nda Yunanistan Başbakanı Eleftheros Venizelos, Osmanlı Devleti’nden bir “Yunan İmparatorluğu” çıkarma peşindedir. Bu konuda en başından beri kendisini “Perikles zamanından beri Yunanistan’dan çıkan en büyük devlet adamı” olarak niteleyen İngiltere Başbakanı Lloyd George’u ikna etmesi zor olmamıştır.

İzmir ve Batı Anadolu kıyılarının, gizli anlaşmalarla İtalya’ya bırakılmış olması, İtalya ile Yunanistan’ı karşı karşıya getirdi. İtalya’nın Batı Anadolu kıyılarına yönelik işgal politikası ve İzmir’in İtalyan kuvvetleri tarafından işgal olasılığının yarattığı tedirginlik, büyük devletleri İzmir ile ilgili Yunanistan lehine karar almaya itti. Nitekim 24 Nisan’da İtilaf devletlerinin İtalyanlara Adriyatik’te bir liman olan Fiume’yi vermeyi reddetmelerinden dolayı İtalya Başbakanının konferansı terk etmesi İzmir ile ilgili karar sürecini hızlandırdı.

izmir-in-isgalinden-direnise-778764-1.

İZMİR’İN İŞGALİNDE UZLAŞMA

İtalya’nın muhalefetine rağmen Mayıs ayı başında ABD, İngiltere ve Fransa liderleri arasında yapılan görüşmelerin ardından Yunanistan donanmasının İzmir’e çıkarma yapması konusunda uzlaşmaya varıldı. Bu doğrultuda 14 Mayıs günü İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiser Vekili Amiral Richard Webb, Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya İzmir tabyalarının işgal edileceğine yönelik bir nota verdi. Aynı gün içinde İzmir’de, İngiltere’nin Yüksek Komiseri olarak görev yapan Amiral Calthorpe ise Vali İzzet Bey ile 17. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’ya aynı notayı, İngiltere’nin İzmir Konsolosu James Morgan ile İngiliz Yarbay Ian Smith aracılığıyla iletti. Bunun yanında Türk yetkililer tarafından işgal sırasında kargaşa çıkmaması için önleyici tedbirler alınması, özellikle de Türk birliklerinin kışlalarında tutulmaları gerektiği bildirildi.

Bütün bu hareketlilik şehirde büyük heyecana yol açar. Morgan ve Smith’in hükümet konağının çıkışında dışarıda bekleyen kalabalık tarafından etrafları çevrilir. İçlerinden biri İngilizce olarak şunları söyler: “İngilizlerin, İzmir’in Yunan toprağı olmasına müsaade etmemesi gerekir. Bunu kabul etmeyeceğiz, biz daha ölmedik. Burada büyük kötülükler yaşanacak, biz ölebiliriz fakat başkaları da ölecek”. Hükümet konağı önünde bekleyen gençler Ali Nadir Paşa ile de karşılaşıp “Paşa ne yapmak lazımsa söyleyiniz yapalım. Bizi eli kolu bağlı düşmana teslim mi edeceksiniz?” diye sorarlar.

Müslüman ahalinin önde gelenleri Yunan işgaline engel olmak için çare üretmeye koyulurlar. İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmanlı Cemiyeti’nin çatısı altında özellikle Türk Ocakları üyeleri ve Mekteb-i Sultani öğretmenlerinin içinde yer aldığı bir grup çeşitli toplantılarda işgale karşı yapılması gerekenleri tartışır. Bu arada Vali İzzet Bey ile görüşmek üzere bir heyet seçilir, görüşme sırasında heyetin endişelerine karşılık Vali; bir ilhakın söz konusu olmadığını, evlerine geri dönmelerini, hükümetin ülkenin haklarını ve Müslümanların çıkarlarının savunulmasına yönelik tedbirler alacağından emin olmaları gerektiğini ifade eder.

Mekteb-i Sultani dışında bir toplantı da Türk Ocağı’nda yapılır. Bu toplantıda Mustafa Necati: “Tehlike yaklaştı. Rumlar harıl harıl silahlanıyor ve bir şeyler bekliyorlar. Biz ise kalemle, muhtıra ve nutuklarla nümayiş ve alayişle iş görmeğe çalışıyoruz. Bu doğru değildir. Her ihtimale karşı bütün Türklüğün silahlanması icab eder. Ona göre teşkilat yapmalıyız” önerisinde bulunur. Ancak Mustafa Necati’nin teklifi arkadaşları tarafından yeteri kadar desteklenmez. Diğer yandan Anadolu gazetesini sahibi Haydar Rüştü, Hüsnü ve Osman beyler ile İzmir’e üç dört gün önce gelmiş olan Miralay Kazım Bey olası işgale karşı direniş konusunu görüşmüşlerdir. Bu görüşmede Kazım Bey’in de onayıyla düşmana karşı silahlı direnişin İzmir haricinde mümkün olabileceği ve bunun için de eli silah tutanın İzmir’i terk ederek Ödemiş cihetlerine çekilmesinin icap edeceğinin telkin edilmesi kararlaştırılır. Celal Bayar’ın Ödemiş’e gitmesi ve Gökçen Efe ile birleşerek düşmana karşı direniş hazırlığında olması bu kararda etkili olmuştur.

Türk Ocağı’ndaki toplantıda da İzmir halkının işgale karşı olduğunu göstermek için miting düzenleme kararı alınır. Maşatlıkta yapılacak olan mitinge yönelik birden fazla çağrı metinleri oluşturulur. Redd-i İlhak Cemiyetinin hazırladığı beyanname Haydar Rüştü Öktem’in onayıyla Anadolu gazetesi matbaasında basılır. Bu çabaların sonucunda Maşatlıkta büyük bir kalabalık toplanır, burada yapılan konuşmalarda Müslüman ahali Yunan işgaline karşı direnişe çağrılır.

izmir-in-isgalinden-direnise-778763-1.

YUNAN BİRLİĞİ İZMİR’E ÇIKAR

15 Mayıs sabahı İngiliz, Fransız ve Yunan savaş gemilerinin koruması altında Yunan birliği “bölgedeki kanun ve düzeni sağlamak adına” İzmir’e çıkar. Bu sırada limanda bulunan Amerikan filosu da İtalyanları gözetlemekle meşguldür. İzmir’i işgal ile görevlendirilen Yunan birliklerinin komutanı Zafiriu, Leon gemisiyle Körfez’e gelir. Zafiriu gelir gelmez Yunan Averof gemisinin kaptanı Mavroudis’le birlikte Amiral Calthorpe’u ziyaret eder. Olası bir direnişe karşı Yunan askerlerinin karaya çıktığı esnada Osmanlı askerlerinin kışlalarına hapsedilmesi kararlaştırılır. Şehre giren Yunan birlikleri işgal sırasında olası bir direnişi engellemek için mümkün olduğunca hızlı hareket edecek, Türk ve Rum mahallelerinin arasına girerek olası çatışmayı engelleyecektir. Bu doğrultuda Yunan kuvvetlerinin bir bölümünün demiryolu şirketi Pier’e, bir başka birliğinin Karantina’ya konuşlandırılması planlanır. Üçüncü birlik rıhtıma yerleşecek ve böylece Müslümanların yaşadığı bölge Hristiyan bölgesinden ayrılmış olacaktır.

Plana göre Averof kaptanı Mavroudis’in Karantina’ya çıkarma yapacağı için kışlanın önünden geçmesi gerekmeyecekti. Buna rağmen Karantina’da Türk kalabalıklar olduğu öğrenilince oraya çıkartma yapmaktan vazgeçildi. Karantina’da bir direniş hareketinin planlandığı hakkında ihbar alınması da bunda etkili oldu. Böylece gemideki askerler Yunan işgal güçlerinin komutanı Zafiriu’dan habersiz olarak rıhtıma çıkarıldı ve hükümet konağı ve kışlaya doğru yürümeye başladı. İngilizlere göre Zafiriu, Yunan birliklerinin kışlalardan uzak tutulması konusunda gerekli emirleri vermemiş Türk yetkililerini de konuyla ilgili bilgilendirmemişti.

İzmir Metropoliti Hrisostomos karaya çıkan ilk Yunan taburunu takdis etti. İzmir çevresinden gelen yerli Rumlar, bayraklar ve çiçeklerle Efsun askerlerini karşılamaya gelmişti. Bu gelişmeler Türkler arasında büyük infial uyandırmaktaydı. Hatta USS Manley’in komuta subayı Robert Berry, Yunan askerlerinin gemiden disiplinsiz bir şekilde indiğini ve bu durumun kendisini dehşete düşürdüğünü belirtecektir. Berry’i şaşırtan bir diğer durum ise yerli Rumların askerlere yönelik şiddetli sevgi gösterileri olmuştu. Pasaporttan Konak Meydanı’na ancak bir saatte gelebilen Efsun alayı saat kulesi ve kışlayı geçip Kemeraltı girişine geldiğinde bir veya bir kaç el silah sesi duyuldu. Bunun üzerine önce Yunan askerleri saat kulesi civarına çekilip siper alarak yaklaşık 45 dakika boyunca kışlaya, hükümet konağına ve alana bağlanan caddeler ile binalara ateş etmeye başladı. Yunan askerlerinin açtığı ateş sonucunda çok sayıda Müslüman hayatı kaybetmiş, şehirde yerli Rumlarında katılımıyla yağma başlamış ve işgal büyük bir kaosa yol açmıştır.

Türklerin işgale karşı büyük boyutta tepki göstermesinin, Yunan ordusunun işgal sırasında ortaya koyduğu şiddetle ile ilişkisi açıktır. Ancak işgale karşı gösterilen öfkeyi sadece bununla açıklamak mümkün değildir. İtilaf devletleri ile Mondros Ateşkesi için yapılan görüşmelerde Rauf Bey’in “Yunanlıların İzmir’e asker çıkarmayacağı” yönünde karşı taraftan teminat almaya çalışması aslında Osmanlı tarafının en büyük çekincesine işaret etmektedir. Çünkü Yunanistan’ın İzmir’i ve Batı Anadolu’yu ilhak amacında olduğu ve işgal hareketinin kalıcı nitelikte olacağı bilinmektedir. Başka bir deyişle Mütareke döneminde olası Yunan işgali “son noktayı” temsil etmektedir.

Yunan işgali Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı romanındaki Yüzbaşı Cemil karakterinde olduğu gibi İttihatçı kadrolar için yeni bir mücadele alanı yaratmıştı. İstanbul’da iktidarı kaybeden, savaş suçlusu olarak aranan, halkın gözünde itibar kaybına uğrayan kadrolar için yeni bir mücadele zemini yarattığı gibi Anadolu halkı ile ortak bir zeminde buluşma imkânı da sağlamıştı. Bundan dolayı Batı Anadolu’da Yunan işgaline karşı direnişin merkezi ve unsurları, İttihatçı kadrolar ve organizasyonlar olmuştur.

Balkan Savaşlarından Birinci Dünya Savaşı’na kadar devam eden süreçte; Doğu Ege adalarının durumu iki ülke arasında siyasal bir krize dönüşmüş, Osmanlı bürokrasisinin nerdeyse bütün konsantrasyonu Sakız ve Midilli’nin geri alınmasına yönelik iken özellikle aydınlar ve sivil unsurlar ise Balkan kayıplarının telafisi için toplumsal bir bilinç ve kimlik yaratmaya çalışmıştır. Diğer yandan ise hem Yunanistan hem de Osmanlı Devleti Doğu Ege Adaları üzerinden yaşanan gerginlikten dolayı Birinci Dünya Savaşı ile ilgili planlarını birbirleri üzerinden yapmıştır.

Yunanistan ile Osmanlı Devleti arasında, Yunanistan’ın bağımsız olduğu tarihten itibaren devamlı olarak siyasal bir çatışma yaşanmış, Yunanistan’ın Batılı devletlerin desteğiyle devamlı olarak Osmanlı aleyhine genişlemesi “özel bir öfkeye” yol açmıştır. Makro ölçekte iki ülke arasında yaşanan bu çatışma özellikle Balkan Savaşlarından sonra mikro alana da yayılarak Rumlar ile Müslümanlar arasında adeta bir beka meselesi halini almıştır. Dolayısıyla Balkan kayıplarından sonra Türk ve Müslüman ahali için Anadolu toprakları son sığınak mekânı olarak görülmüştür. Bu bağlamda Balkan Savaşlarından sonra Batı Anadolu’ya yerleşmeye başlayan Müslüman mültecilerin, yerlerinden ve yurtlarında sökülmüş olmaları, geride acılı ve yaslı hikâyeler bırakmaları Yunan ordusuna karşı direniş motivasyonunu güçlendirmiş özellikle de Batı Anadolu’da silahlı mücadelenin kitleselleşmesinde etkili olmuştur.