DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı, işsiz sayısının 285 bine yaklaştığı İzmir için “İzmir’de bacası tüten sanayi çok az kalmıştır. İzmir, işsizlik oranı yüzde 19,2 ile birinci sırada. Sanayicilerin destek alabilmek için fabrikalarını Manisa ve Aydın’a taşıdıkları görülmektedir” dedi. Sarı BirGün’ün sorularını yanıtladı

İzmir işsizlikte birinci sırada

AYCAN KARADAĞ

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Temmuz ayına ilişkin işgücü göstergelerini yayımladı. Veriler Türkiye’de emeği ile geçinmek zorunda kalanların içinde bulunduğu korkunç durumu gözler önüne seriyor.

Haziranda yüzde 13 olan işsizlik oranı yüzde 13,9’a yükseldi. Yine Haziranda 4,2 milyon olan işsiz sayısı ise sadece bir ayda 343 bin kişi artarak 4,6 milyona yükseldi. Genç işsizlikte ise Cumhuriyet tarihinin rekorunu aynı yıl ikinci kez kırıldı. Ocak ayında yüzde 26,7 ile rekor kıran genç işsizlik oranı Temmuz ayında yine rekor kırarak yüzde 27,1’e yükseldi. DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı ile ülkede yaşanan ekonomik kriz ve işsizlik üzerine BirGün’e konuştu.

  • Temmuz ayı işsizlik rakamları açıklandı. Buna göre işsiz sayısı yüzde 13,9 oran ile 4 milyon 600 bin kişiye ulaştı. Siz bu artışı nasıl yorumluyorsunuz?

TÜİK’in 2019 raporlarına göre sanayi üretiminde daralma devam ediyor. İkincisi Sosyal Güvenlik Kurumu’nun Temmuz 2019 raporuna göre sigortalı işçi sayısı da azalamaya devam ediyor. Üçüncüsü İŞKUR’un Eylül 2019 raporuna göre kayıtlı işsiz sayısı artmaya devam ediyor. 920 bin yeni işsiz raporlarda göze çarpıyor. Şu an kayıtlı işsiz sayısı 4 milyon 54 bine gelmiş durumda. Bu işsizlik rakamlarındaki artış aslında sanayi alanlarının daralması ile bağlantılı. Şunu unutmamak lazım, bu rakamlar kayıtlı işsizlik rakamları. Örneğin tarım işçilerinin mevsimi bittikten sonra ya da turizm işçilerinin sezonu kapandıktan sonra bu işsizlik rakamlarının 7 milyon kişiye ulaşacağını düşünüyoruz. Doğal olarak ekonomi tıkırında her şey yolunda diyen bir iktidarımızın olduğu bu ülkede ekonominin tıkırında olmadığı gözle görülür bir gerçekliktir. İnsanlar televizyonlarda, medyada yapılan açıklamaları dikkate almamaktadır. Onlar için gerçekçi olan gözünün gördüğü, cebinin hissettiği ekonomik krizdir. Bugün ücretler yüzde 20-25 gerilemiştir. Yani 9 ay önce asgari ücrette 2 bin 20 TL hedefi belirlenirken bugünkü 2 bin 20 TL’nin alım gücü bin 600 TL’ye gerilemiştir. Doğal olarak burada ki 400-420 TL’lik bir kayıp, çalışan insanların ne kadar zarar gördüğünün göstergesidir.

Elektriğe, doğalgaza, temel gıdaya gelen zamlar ülkemizde yaşayan başta emekliler, işçiler ve iş aramaktan umudunu kesen insanlar için tam anlamıyla sosyal cinayet getirme konumuna gelinmiştir. Geçenlerde atanamayan bir öğretmenin intihar etmesi buna örnektir. Yine geçen günlerde 9 yaşındaki Suriyeli bir çocuğun ‘işe gitmek istemiyorum’ diye intihar etmesi bu ülkede ekonominin tıkırında olmadığının göstergesidir. Özel bankaların teşvik ve promosyonları olmasına rağmen sanayi alanındaki artış beklenen düzeyde olmadı. Önümüzdeki günlerde Orta Doğu’da yaşadığımız bataklığın ve Dünya’da ki Avrupa ülkeleri ile olan ilişkimizden dolayı Türkiye’de sanayi dediğimiz alanın daralmaya gideceği çok açık ve nettir. Sanayideki daralmalar işsizlik sayısındaki artışı da yükseltecektir.

  • Rakamlara baktığımızda genç ve kadın işsiz sayısının daha fazla olduğunu görüyoruz.

Özellikle Türkiye’de ataerkil bir toplum mantalitesi ile sürdürdüğümüz yaşam koşulları, kadının çalışmaması konusunda ki baskı unsurlarından birisidir. Fakat ekonomik krizin dayatmalarından kaynaklı olarak artık ‘eşimi çalıştırmam’ anlayışından, ‘eşimde çalışsın’ anlayışına bir kayış gözlemleniyor. Fakat buna rağmen kadın istihdamındaki azlık ekonomideki cinsiyet ayrımcılığının belirtisidir. Özellikle genç işsizliğin yüzde 25,4 seviyelerine gelmesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın her üniversite mezununa iş bulacak mıyız gibi söylemleri, üniversite okuyan, akademik kariyerini geliştirmek isteyen gençlerin umudunu tüketmiştir. Oysa bir devlet, bir ülke, bir yönetim daha çocuklarımızın okulları bitmeden onlara iş imkânı yaratacak şekilde program ve plan içerisine girmek durumundadırlar. Fakat siz böyle söylemlerde bulunursanız şu an ülkede bulunan çoğu üniversitenin aslında sadece kapısı olan bir bina olduğunu, o üniversite mezunu öğrencinin de elinde diploma olan bir işsiz olduğunu yansıtmış olursunuz. Bunun en tehlikeli tarafı şu genç işsiz oranı arttıkça ülkede ki beyin göçü de artacaktır. Bunun en doğru örneklerinden biri de Türkiye’de çalışma saatleri Avrupa çalışma saatlerine göre çok fazladır. Çalışma saatlerini haftalık 10 saat indirerek 2 milyon kişiye istihdam sağlanabilir. Çalışma saatlerinin akademik araştırmaları yapılmıştır. 6 saat yeterlidir.

  • Peki, İzmir’de işsizlik durumu nasıl?

İzmir özelinde açıklanan rakamlara göre, işsiz insanların sayısı 265 bin civarında. Tarım işçileri ve turizm sezonun bitmesi ile bu sayının 285 bin civarlarına yükseleceği tahmin ediliyor. İzmir’de son 2 ayda 15 bin yeni işsiz katılmış durumda. İzmir’deki sanayiye birinci tekil koşulu olarak Manisa’ya verilmesi İzmir’deki sanayicileri uzaklaştırıyor. Destek alamayan sanayiciler İzmir’den kaçıyor. Aydın ve Manisa üzerinde devletin çok büyük teşvikleri var. İzmir’de bacası tüten sanayi çok az kalmıştır. Bunun da sonuçlarının İzmir’de ki işsizliği etkilediğini görebiliriz. Nüfus oranına göre endekslendiğinde işsizliğin İzmir’de daha çok olduğu görülüyor. İzmir, işsizlik oranı yüzde 19,2 ile birinci sırada. Sanayicilerin destek alabilmek için fabrikalarını Manisa ve Aydın’a taşıdıkları görülmektedir.

  • Tablo iç açıcı gözükmüyor. Çözüm olarak neler söyleyebilirsiniz?

İşsizliğin ana sebebi, çalışanlarla işsizlik ordusunu karşılaştırarak işverenler bir tehdit olarak kullanmakta. Öncelikle yasaların acilen değiştirilmesi gerekir. Zorunlu işten çıkarmaların yasaklanması, yeni istihdam alanlarının yaratılması, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve çalışma saatlerinin düşürülmesi bizim başlıca önerilirimizden bazılarıdır. Ekonomik krizi atlatabileceğimiz yegâne örnek her zaman IMF’nin dayatmış olduğu politikalar değildir. Aslında tam tersi olan kendi gerçekliğimizde olan işçilerin reel ücretlerinde ki kaybın bir an önce düzeltilmesi ve piyasanın tekrar canlandırılmasıdır. Her zaman şöyle bir algı yaratılmıştır. Ekonomik kriz var işçilerin emekçilerin ücretlerini azaltalım, zamlar yapalım bu yanlıştır. Biz tam tersini savunuyoruz. Eğer siz bugün reel kayıpları olan enflasyon farklarını var olan enflasyon üzerinden hesaplayıp işçilere emeklilere bunları öderseniz zaten emekçiler bu ücretle toplumun dinamiği olan alışveriş çarkına katılacaktır. Böylelikle herkes kazanacaktır. Harcayarak bu sistemi devam ettirebilecek tek yegâne varlık insandır. Zamlar ve kesintiler bir çözüm değildir. İnsanlar yaşayacak bir ücret alamadıkça alışverişten, kıyafetten, besinden, lüksten kısıyor. Piyasada bu şekilde çöküyor. Yeni ekonomik program sadece isim olarak yeni içerik olarak eski bir program. Kıdem tazminatı, yargı reformu bundan sonraki yapılacak toplu sözleşmelerde var olan enflasyon üzerinden değil hedeflenen enflasyon üzerinden pazarlık yapılacaktır. Her ne kadar IMF ile el sıkışmadık deseler de şu an IMF’nin programlarını yürürlüğe sokuyorlar. Dolaylı vergiler kapitalist ülkelerde bile zenginden daha çok çalışandan daha az uygulamasını gerçekleştirmektedir. Örnek olarak bakarsak; ABD’de doğrudan vergilerin oranı yüzde 77 iken, dolaylı vergilerin oranı ise yüzde 23’tür. Türkiye’de ise, doğrudan vergilerin oranı yüzde 36 iken, dolaylı vergilerin oranı ise yüzde 64. Dolaylı vergiler sırtımızda kambur olmaya devam etmektedir.