1945’te sağ bir önderlikle iktidarı alan İşçi Partisi hükümetini düşünmezsek bu İngiltere tarihindeki ilk sol iktidar olacak. Syriza deneyiminin hatalarını tekrarlamak istemiyoruz. Corbyn liderliğinde bir iktidar İngiltere’nin devlet geleneğinin tüm öfkesiyle karşı karşıya kalacaktır. Sorumluluğumuz bunu alt edebilecek bir hazırlığı sağlayabilmektir

J.Corbyn ve İşçi Partisi’nde sol moment

Pat Byrne*

Jeremy Corbyn’nin İngiltere’deki yükselişinde pek çok faktör etkili olmuştur. 2015 yılında İngiltere’ye dışarıdan bakanlar İşçi Partisi’nde Blaircı neoliberal fikirlerin egemen olduğunu düşünürdü. Gerçekten de İşçi Partisi’nin parlamentodaki temsilcileri sağdan veya merkez-sağdan gelen milletvekilleriyle doluydu. Partinin çekirdeğini neredeyse tamamen Blair tarafından atanan kişiler oluşturuyordu. Muhalefet kabinesi ise esas olarak ılımlı merkez sağdan oluşuyordu. Ancak, partinin tabanındaki gerçeklik çok farklıydı. On yıldan fazla bir süredir yaşanan yaşam standartlarındaki düşüş, güvencesiz çalışma hayatı, üyeleri yavaş da olsa radikalleştiriyordu ve bu süreç bugün İngiltere’de gördüğümüz radikalizm yükselişine zemin hazırlıyordu.

Bu süreç, 2003 yılında Tony Blair’ın imajını ciddi biçimde zedeleyen Irak savaşıyla hızlandırıldı. Daha sonra, İngiltere’nin ekonomisini çekirdeğinden sarsan 2008’deki bankaların büyük çöküşü gerçekleşti. Sayılabilecek son ama en önemli faktör, 2010’dan itibaren muhafazakâr hükümetler tarafından uygulanan kemer sıkma programlarının bir parçası olarak sunulan kamu harcamaları, sosyal yardımlar ve ücretlerdeki derin kesintilerdir. Bu kemer sıkma rejimi son on yılda kamu sektörü çalışanlarının ücretlerinin dondurdu ve yaşam standartlarında yaklaşık 150 yıl önce Victoria döneminden beri yaşanan en büyük düşüşe sebep oldu.

Partiyi soldan yana değiştirmeye çalışan bizler için, İşçi Partisi üyeleri arasında yükselen hoşnutsuzluğu tespit etmek hiç de zor değildi. Bireysel üyelerden oluşan Ulusal Yürütme Komitesi için yapılan seçimlerde rüzgâr soldan yana esiyordu. Gerçekten de, 2010 yılında Ed Miliband’ın yeni İşçi Partisi lideri olarak seçilmesi, işlerin ne yöne doğru evirildiğini gösterdi. “Red Ed” o zamanın en radikal adayı olarak seçildi ve onun zaferi, partinin Blaircı neoliberal fraksiyonu için açıkça büyük bir başarısızlık olarak görüldü. Ne yazık ki, Ed Miliband bu süreçte gerekli olan cesareti gösteremedi. Böylelikle, kendisini iktidara gelme sürecinde üyelerine verdiği kemer sıkmaya karşı çıkma gibi sözleri yerine getiremedi ve bunun yerine İşçi Partisi’nin merkezindeki güçlü sağcı güçlerin önünde eğilmeyi tercih etti.

Sola dönüş
2015’te yapılan seçimler soldan yana bir yükseliş için oldukça uygundu. Jeremy Corbyn’in adaylığının açıkladığı an, sosyal medyada onun adaylığını destekleyen büyük bir akım oluştu. Aday olmasıyla birlikte yüz binlerce kişi parti içi toplantıları ve benzeri görülmemiş sokak buluşmaları yapmaya başladı. Bütün bu hareketlilik 1840’lardaki Chartistlerin büyük buluşmasından bu yana yaşanan İngiltere’deki en büyük siyasi hareketlilikti. Özellik bir parti içi seçimi için eşi görülmemiş bir durumdu.

Jeremy’nin bu kadar yaygın bir destek kazanmasının bir de kişisel bir yan var. Dürüstlüğü, alçakgönüllü tavrı, doğrudan konuşan tarzı ve yıllardır devam eden işçi mücadelesine adanmışlığı, tamamen modern politikacıların halkla ilişkiler tarzıyla çelişiyordu. 1980’lerden kalma sakal ve kıyafetleri, özellikle gençler için bir ikon haline gelmesine neden oldu. Bütün bunların ötesinde, radikal, tavizsiz soldan yana verdiği mesaj, derinleşen kriz dönemlerinde gerçek bir alternatif sundu.

j-corbyn-ve-isci-partisi-nde-sol-moment-490367-1.
İşçi Partisi içerisinde çalışma yapan solcular olarak, 1980’lerdeki yenilgimizden bazı önemli dersler çıkardık. O zaman Tony Benn’i seçmeye ve partinin genel kontrolünü kazanmaya çok yaklaşmıştık. Bunu başaramamamız, Margaret Thatcher’ın İngiliz işçi hareketini yenmesini, İngiltere’yi özelleştirmesini ve sağcı neoliberal programın geri kalanını uygulamasını daha kolay hale getirdi. Bunun sadece İngiltere için değil, dünya çapında önemli sonuçları vardı.



İşçi Partisi içerisinde çalışma yapan solcular olarak, 1980’lerdeki yenilgimizden bazı önemli dersler çıkardık. O zaman Tony Benn’i seçmeye ve partinin genel kontrolünü kazanmaya çok yaklaşmıştık. Bunu başaramamamız, Margaret Thatcher’ın İngiliz işçi hareketini yenmesini, İngiltere’yi özelleştirmesini ve sağcı neoliberal programın geri kalanını uygulamasını daha kolay hale getirdi. Bunun sadece İngiltere için değil, dünya çapında önemli sonuçları vardı.
Biz bu deneyimden üç önemli ders çıkardık. Çıkardığımız ilk ders, İşçi Partisi’nin merkezindeki temel unsurları sağ kanatın eline bırakarak tıpkı 1980’lerde yaptıkları gibi anti-demokratik bir karşı devrime izin vermek yerine İşçi Partisi’ni tam anlamıyla dönüştürmemiz gerektiğiydi. İkinci ders ise, partinin tüm unsurlarını bizim fikrimizle aynı çizgiye getirebilmek ve liderliği kazanmak için kitlesel üyeliği harekete geçiren, Parti içinde büyük ve geniş bir sol hareket inşa etmemiz gerektiğiydi. Üçüncü ve son ders ise, bu geniş sol hareketi sürecin sonunda değil en başında inşa etmemiz gerektiğiydi.

Momentum Hareketi ve İşçi Partisi
Momentum bu üç dersin içselleştirilmesidir. Ve muazzam başarısı, geçmişin derslerini öğrenmek ve bunları uygulama ihtiyacının kanıtıdır. Kendi başına bırakılan Jeremy Corbyn, İşçi Partisi’nin sağ kanadının bir esiri haline gelebilir ya da 2016’da sağın yapmaya çalıştığı gibi ortadan kaldırılabilirdi. Ama Momentum’un varlığı ve etkisi Parti’yi dönüştürme sürecinde eskiden yaşananların olmasını engelledi. Şu anda İşçi Partisi’nin sol kanadı, liderlik organı, Konferans Düzenleme Komitesi ve yerel parti delegeleri arasında önemli bir çoğunluk kazandı. Yeni bir solcu Genel Sekreter görevlendirildi ve yüz yıldan fazla bir süredir devam eden sağ kanat işleyişinde büyük bir değişiklik görmeyi bekliyoruz.
Ayrıca, bu yılki Konferans, son 30 yılda kaybedilen demokrasinin çoğunu geri getirmeye aday görünüyor. Bu arada, Momentum’un üyeliği 40.000’e yaklaşıyor ve diğer ülkelerde var olan sol platformlar için bir model oluşturmaya başlıyor.
Eşit derecede önemli olan, Momentum’un geçen yılki parlamento seçimlerinde oynadığı rol. Jeremy Corbyn’in önderliği ve radikal manifestosuyla birlikte İşçi Partisi’nin muhafazakâr çoğunluğuyla arasında sadece 24 puanlık bir mesafe bırakarak kazanmaya ve bu çoğunluğu ortadan kaldırmaya oldukça yaklaştı. Bu parlak ilham verici kampanyada, Momentum, parti çalışanlarını zeminde harekete geçirmek ve sosyal medyaya müdahale etmek için çok önemli bir faktördü.

Katılımcı demokrasi
Şu anda bir sonraki seçim dönemi için yeni bir manifesto oluştururken uzun bir süreçten geçiyoruz. Bu süreç bize 2017’deki manifestomuzun kazanımlarını daha iyi hale getirme fırsatı tanıyor.

Mesela bu sene kamusal mülkiyet üzerine yaptığımız konferansta hareketin önderliği ve aktivistleri kamu sektörü endüstrisinin ve kamu hizmetlerinin eski bürokratik yönetim modelinden ayrılmaya yönelik fikirlerini belirttiler. Bunun yerine, yukarıdan aşağı sistemi, çalışan / kullanıcı / küçük işletme / müşteri katılımına dayalı gerçekten demokratik bir modelle değiştirmek istiyoruz. İlk defa alınan kararlardan etkilenen herkes yapma ya da katılma fırsatı bulmuş olacak. Bu sayede kamu hizmetleri ve kamuya ait endüstrinin özel işletmelerden daha verimli ve yenilikçi olabileceğini, halk yararına daha fazla katkı sağlayabileceklerini düşünüyoruz.

Bu şekilde bir katılımcı demokrasi, devleti ve medyayı da değiştirmekte kullanılabilir. Solun kitlelerle buluşmasını ve yeni bir aktivist kuşağın yaratılması için yeni bir sosyalist modele ulaşma imkânının da burada olduğuna inanıyoruz.
Ancak yeni manifestomuzun başta İngiltere ekonomisinin başını çeken finans sektörü ve bankaların demokratik kamu mülkiyeti gibi konularda tartışmaya ihtiyacı var. Bu tartışma İngiltere ekonomisinin yeniden hareketlendirecek demokratik planlama ve kamu yatırımları için yaşamsal bir tartışma olacaktır.

Jeremy Corbyn ve İşçi Partisi’nin bir diğer farkı da demokrasiyi toplum genelinde yaymak için yeni internet teknolojisini kullanmaya söz vermesidir.

İlk olarak her eve nasıl su ve elektrik hizmetleri sunuluyorsa aynı şekilde internet de her ev için temel kamu hizmeti haline getirmeye söz veriyoruz. Aynı zamanda her yurttaşın güvenli bir şekilde katılabileceği, yerel ve ulusal kararlar konusunda tartışabileceği ve oy verebileceği bir çevrimiçi sistem yaratmak istiyoruz. Böyle bir sistemi oluşturmak için ilk olarak demokratik bir şekilde yönetilen, kamuya ait bir posta ve telekomünikasyon kuruluşuna ihtiyacımız var. Dijital manifestonun özellikle gençler arasında çok popüler olacağını düşünüyoruz.

İnternete dayalı iletişim ağı aynı zamanda demokratik ve kamu finansmanına dayalı bir medyanın oluşturulmasında ve demokratik bir BBC gibi noktalarda da önemli bir fırsat sunuyor. Benimde parçası olduğum İngiltere Demokratik Medya Hareketi bu imkânlar ve sorular üzerinde düşünmeye devam ediyor.

Momentum hareketinin siyasal politika ve eğitim üzerine daha fazla yol kat etmesi gerekiyor. Momentum hareketi liderlerinin bir kısmının solun eski ayrıştırıcı alışkanlıklarına düşmeye yönelik anlaşılabilir bir kaygısı var. Ancak öncelikle İşçi Partisi’ni ve ardından İngiltere’yi değiştirmek yalnızca sayılarla ilgili bir oyun değil politik düzeyi yüksek ve gerçekten demokratik sosyalist kadrolar yetiştirme meselesidir.

Syriza deneyiminin dersleri var...
Mesela İşçi Partisi bir sonraki seçimleri kaybederse ne olur? Elbette siyasette beklenmedik gelişmeler yaşanabilir ancak durum bizim için umutlu ve yol haritamıza uygun gidiyor. Muhafazakârların Brexit konusundaki başarısızlıkları kamuoyu yoklamalarında İşçi Partisi’ni lider konuma getirdi. Bu seçimlere de yansırsa İşçi Partisi bir deprem etkisi yaratabilir. Üstelik kamuoyu yoklamaları Brexit’in tüm sonuçları henüz hissedilmemişken ve ne yazık ki gelmekte olan bir ekonomik krizden önceydi. Tüm bu şartlar altında İ��çi Partisi ciddi bir çoğunlukla kazanabilir.

Bu nedenle bizi en çok korkutan seçim kaybetmek değil. Bizi korkutan başarırsak bu zaferle ne yapacağımız. 1945’te sağ bir önderlikle iktidarı alan İşçi Partisi hükümetini düşünmezsek bu İngiltere tarihindeki ilk sol iktidar olacak. Syriza deneyiminin hatalarını tekrarlamak istemiyoruz. Corbyn liderliğinde bir iktidar İngiltere’nin devlet geleneğinin tüm öfkesiyle karşı karşıya kalacaktır. Sorumluluğumuz bunu alt edebilecek bir hazırlığı sağlayabilmektir.

Nasıl 1980’lerde Thatcher’ın neoliberal karşı devrimi İngiltere’den başlayarak tüm dünyayı sardıysa şimdi motoru tersine çevirelim ve Jeremy Corbyn’in katılımcı demokrasi ve sosyalizm hareketi tüm dünya işçilerine ilham olsun.

*İşçi Partisi Uluslararası İlişkiler Bürosu Türkiye Toplantı Organizatörü
(Kişisel Yetkiyle) BirGün Pazar için yazdı.
Çeviri: Pınar Yüksek