‘Jackie’, Şilili yönetmen Pablo Larrain’in sıkıcılıkta bir seri yakalamış olduğunu gösteriyor olabilir. Film, daha önce de dediğim gibi tarihsel bağlamla ilgilenmiyor. Filmin asıl anlattığı dönemin, JFK’nin öldürülmesiyle cenaze töreni arasındaki süre olduğunu söyleyebiliriz

Jackie: Hırs ve yas arasında

Bir zamanlar dünyanın en ünlü insanlarından biri Jackie Kennedy Onasis idi. Başkan JF Kennedy, öldürüldüğünde Jackie üstü açık arabada, kocasının hemen yanındaydı. Pembe kıyafeti ile kocasının başındaki yarayı kapamaya çalıştığı anı gösteren fotoğraflar yirminci yüzyılın en çok bilinen fotoğrafları arasındadır. Jacqueline Kennedy daha sonra dünyanın en zengin adamlarından biri olan Yunanlı armatör (armatör kelimesini de herhalde ilk kez bu vesileyle duymuştum, musluk demek değil miydi armatör?) Aristotle Onassis’le evlendi ve tabii bu da büyük olay oldu. Paparazziler onları her yerde takip etti. Jackie’nin yatta bikinili fotoğrafları çekildi ve gazetelere yeni malzeme çıktı.

John F. Kennedy suikasti (1963) sonraları çok sayıda komplo teorisine kaynak oldu. Katil niye bu eylemi gerçekleştirmişti? Katilin de öldürülmesi cinayete dair soruların cevapsız kalmasına neden olmuştu. Kim ya da kimler vardı cinayetin arkasında hiç bir zaman öğrenilemedi. Oliver Stone’un JFK adlı filmini şimdi yeniden seyretmenin tam sırası sanırım.

Şilili yönetmen Pablo Larrain’in filmi bu meselelerle ilgilenmiyor. Hattı zatında yönetmenin herhangi bir meseleyle ilgilendiğine dair bir emare görmedim filmde. Larrain, “Tony Manero” (2008) ile büyük heyecan yaratmıştı. İstanbul Film Festivali’nde de Altın Lale kazanmıştı bu film. Larrain, kanımca etkisi giderek düşen ama yine de ilginç filmlerle kariyerini sürdürdü. Şili tarihine, bireyler üzerinden bakmaya devam etti. “Jackie”den önce yaptığı ve bizde de vizyona giren son filmi The Club da beğenildiyse de ben son derece sıkıcı bulmuştum.

Filmin üç çerçevesi olduğu söyleyebiliriz

“Jackie”, Larrain’in sıkıcılıkta bir seri yakalamış olduğunu gösteriyor olabilir. Umarım yanılırım. Film, daha önce de dediğim gibi tarihsel bağlamla ilgilenmiyor. Larrain’in Şili’ye dair yaptığı filmlerde hep böyle bir bağlam olurdu halbuki. Filmin üç çerçevesi olduğu söylenebilir. Bunlardan birincisi, Jackie’nin kocasının ölümünden bir hafta sonra bir gazeteciye verdiği mülakat, bir diğeri bir rahiple konuşmaları, bir diğeri ise televizyon için yaptığı ve Beyaz Saray’ı tanıttığı bir film. Filmin asıl anlattığı dönemin, JFK’nin öldürülmesiyle cenaze töreni arasındaki süre olduğunu söyleyebiliriz. Bu dönemde Jackie’nin, Kennedy’nin ölümünün ardından yer kapmaya çalışan politikacılarla, hırslı bürokratlarla ve kendi hırsıyla da nasıl mücadele ettiğini görüyoruz. Tabii bu aynı zamanda Jackie’nin büyük bir travmanın etkisi altında olduğu bir dönem. Bu dönemde Jackie’nin en yakını olarak kocasının kardeşi Robert Kennedy’yi görüyoruz. Kocasının ailesi dışında kendi ailesinden ya da arkadaşlarından kimsenin Jackie’nin yakınında olmaması enteresan ama bu yalnızlığın nedenlerini bilmiyoruz. Jackie kocasının anısını yüceltmek için elinden geleni yapıyor. Mezar yerini seçiyor ve Lincoln’e yapılan tören gibi görkemli bir törenle gömülmesini sağlıyor. Kennedy döneminin Camelot efsanesinin bir benzeri olduğu düşüncesini işliyor.

Larrain, çok yakın planlarla Jackie’yi canlandıran Natalie Portman’in yüzünü gösteriyor bize sık sık. Ama çok yakın plan otomatik olarak psikolojik derinlik sağlayan bir yöntem değil. Jackie, cinayet öncesinde televizyon için çektiği filmde biraz şaşkın, epey gergin bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Cinayet sonrasında da temelde bir şey değişmiyor. Jackie yine şaşkın ve yine gergin. Natalie Portman çok tuhaf bir aksanla konuşuyor, Jackie’ye benzemek için. Bu aksanı yapmak için kendini zorlayan bir oyuncu izlenimi vererek. Söylediği şeye kendini kaptırmadan, ezberden konuşmaya çalışan biri gibi gözükerek. Fakat Natalie Portman’in oyunculuğunun Oscar’lık olduğunu söyleyen de çok.

Kısacası film bende ne herhangi bir duygu ne de herhangi bir düşünce uyandırdı. Seyrederken de çok sıkıldım. Ama haftanın diğer filmlerine baktığımızda fazla seçeneğiniz de yok. Üstelik filmin Oscar kazanma ihtimali var. Her zaman olduğu gibi, en iyisi kendi kararınızı kendinizin vermesi.