Batı’nın; gelişmişliğin, modernitenin karşılığı olarak kullanılması, Batılı olanın iyiye, güzele tekabül ettiği genel yargısı, politikacıları meşruiyeti Batılı olanda aramaya sevk ediyor. Her yapısal değişiklik, özellikle eğitim söz konusu olduğunda referans mutlaka Batı’da aranıyor; nasıl oluyorsa yalan yanlış birkaç örnek de bulunuyor. Doğuya ve Müslümanlığa ait din dersleri savunulurken, İslami din okulları (İHO, İHL) açılırken de […]

Batı’nın; gelişmişliğin, modernitenin karşılığı olarak kullanılması, Batılı olanın iyiye, güzele tekabül ettiği genel yargısı, politikacıları meşruiyeti Batılı olanda aramaya sevk ediyor. Her yapısal değişiklik, özellikle eğitim söz konusu olduğunda referans mutlaka Batı’da aranıyor; nasıl oluyorsa yalan yanlış birkaç örnek de bulunuyor. Doğuya ve Müslümanlığa ait din dersleri savunulurken, İslami din okulları (İHO, İHL) açılırken de örnek Batı’da arandı. Akıllarının bir köşesinde tuttukları, sadece kadınların girebildiği “kadın üniversitesi” fikrine ekonomik ve siyasal yapı bakımından Batı sayılan Japonya’dan örnek bulmuş olmaları İslamcılar açısından büyük şans!

Bir OECD ülkesi kadınları erkeklerden ayırıyorsa mutlaka bir bildikleri var demektir! Erdoğan, bu Batı modelini uygulaması için YÖK’e talimat verirken, ardından Kalkınma Planı’na alırken bu yaygın kanıdan yararlanarak kadın erkek ayrımının dinsel cinsiyetçilikle ilişkilendirilmeden ele alınmasını sağladı. Veya amacı buydu. Eğer bu konu Erdoğan’ın Arabistan ziyareti ardından gündeme gelseydi eminim tartışma ve tepki daha farklı olurdu. Beklenen tepki gösterilmediğine göre Türkiye, kadın üniversitesinin eğitime, eğitimin de kalkınmaya etkisi konusunda ikna olmuş demektir.  

Japonya ve Japon toplumu hakkındaki bilgim onların üniversiteli kadınları erkeklerden ayırmasını açıklamaya yetmez. Herkes gibi ben de Japonları ‘özdisiplini güçlü, sorumlu ve ahlaklı kişilerdir’ olarak biliyor(d)um. Eğitim yazan biri olarak görmezden gelemeyeceğim, hakkında bir şeyler yazmak zorunda olduğum bu konuda şu kısa yazı için birkaç kaynak karıştırdım. Ve gördüm ki Japonya sandığımız gibi bir bütün olarak gelişmiş bir ülke değil.

Bozkurt Güvenç, Japon Kültürü çalışmasında (İş Bankası Y, 1980), Japon tarihçi ve entelektüellerinin erkeğin kadına üstünlüğü, büyüğün küçüğe egemenliği, yetkiye boyun eğme, çalışma disiplini ve ilişkilerde düşeyliğin, feodaliteden kalma Ortaçağ tortuları olduğu tespitini aktarır.

Japonya’nın kültürel ve sosyal anlamda ‘Batı’ olmadığını hatta feodal bir toplum olduğunu hem bir Japon hem antropolog olan Hiroki Wakamatsu’dan da okumuştum. Halen Tunceli Üniversitesi öğretim üyesi olan Wakamatsu, yine bir antropolog olan Yetkin Işık’ın kendisiyle yaptığı söyleşide (Eleştirel Pedagoji dergisi, Sayı 40,Temmuz, 2015) ‘Japonya ne kadar Batılı?’ sorusuna verdiği yanıtla bu uzak ülkeyi bir paragrafta bize özetlemektedir.

“Japonya’da Şogun ve İmparatorun yerine Bürokrat ve Büyük tüccarlar geçmiştir. Yapı olarak hâlâ Batılıların kastettiği “Ulus-Devlet” bile olmamıştır Japonya. Hâlâ Ortaçağı yaşıyoruz. Yapı olarak Edo dönemiyle (1603-1868) hiç fark yoktur. Gelişme denen şey 1950 Kore savaşı, 1964 Tokyo Olimpiyatları ve 1980’li yıllarda ‘köpük ekonomisi’ gibi [fırsatlarla] şans eseri yakalandı ve 21. Yüzyılda, global çağda tamamıyla kaybedildi.”
Hiroki Wakamatsu, o söyleşisinde Japon Kast Sistemi’nin hala sürdüğünü, birey veya aile hayatını iş için kurban etmek anlamındaki Messhiboukou kültünün yaşadığını özellikle belirtmektedir. Sorumluluklarını yerine getiremeyen ‘çalışkan ve fedakar’ Japonların intihar etmesinin, sistemin insanları ‘onurlarıyla’ baskı altına alıp birbirine denetlettirmesinin sonucu olduğunu da bu arada öğrenmiş oldum.

Japonya’nın Ortaçağ kültürüyle yaşadığını söyleyen Japon entelektüellerini dikkate almayıp çağdaş sorunlarımıza oradan çözüm aramak pek akıllıca olmasa gerek. Nitekim bu yorumlardan haberdar olmasına rağmen Bozkurt Güvenç de “Japonlar da -bizim gibi- önce Fransız sonra ABD eğitim sistemlerini alıp uyarlamışlar; ama kendi ruhlarını, dirlik ve düzenlerini korumayı bilmiş, onu yaşatmışlardır.” demektedir. Bizdeki Japonya algısı da bu konuda yapılmış ilk ve kapsamlı çalışmasında Güvenç’in dile getirdiği bu yargıya dayanmaktadır. Bu yargıdan kurtulursak sanırım Japonya’nın özenilecek bir model sunamayacağını anlamış oluruz…