Son günlerde ardı ardına “felaket” yaşıyoruz. TDK, felaketi; “çok büyük üzüntüye ve sıkıntıya, onarılması güç, büyük zarara yol açan olay ya da durum” diye tanımlıyor.

Suriye’de “rejim güçlerinin saldırısında 8 şehit”, ardından “misliyle cevap” ve rejime ay sonuna kadar İdlib’de geri çekilmesi için ültimatom…

Gözlem noktalarını tahkime giden konvoyu “rejim güçleri” mi vurdu, Ruslar mı vurdu ya da hangisini dersek diyelim aynı anlama mı gelir tartışması bir yana, İdlib’de bir felaketle karşı karşıya gibiyiz.
Öyle ki, emekli bir general ve strateji uzmanı olan Dr. Naim Babüroğlu, geçen gün televizyondaki tartışma programında, doğum yeri olan Hatay’ın, İdlib’de yaşanan ve yaşanabilecekler nedeniyle “Peşaverleşebileceğinden” söz ediyordu.

“Savaşın başlangıcında yaptığınız bir hata sonuna kadar yakanızı bırakmaz” anlamında bir şey de söyledi, Suriye politikasının baştan yanlış kurgulandığı anlamında. Benim pek sevdiğim; “ilk düğmeyi yanlış iliklerseniz, sonrası hep yanlış gider” sözünün askeri karşılığı gibi.

Yanlışı fark ettiğinde, insan başa dönüp ilk düğmeyi çözmez ve doğru bağlamaya başlamazsa düze çıkmak olanaksızdır.

Biz Libya’ya Hafter’in Trablus’u ele geçirmesine engel olmak için asker göndermeye başladıktan kısa süre sonra, dün, Hafter stratejik sahil kenti Sirte’yi de ele geçirdi. Libya’da da bir bilinmeze doğru gidildiği ortada!

Türkiye’nin dış politikadaki durumunu “felaket” olarak tanımlayan çok sayıda uzman var. Onlara boş versek bile, kendi iktidarının ilk yıllarında neye başarı dediğini anımsasa, AKP de bugünkü durumu “felaket” olarak tanımlardı.

Dönün içeri; deprem “felaket”inin yaralarını sarmadan Van’da peş peşe gelen çığ felaketleri. Sonra, 3 ölüm ve 180 yaralanmayla “ucuz atlattığımız” uçak “kaza”sı!

İran’da Süleymani’nin cenazesi kaldırılırken 60 insanın ölümü ve 200’den fazlasının yaralanmasını “bir cenazeyi kaldırmayı bile becerememek” olarak yorumlayan köşe yazıları olmuştu, küçümseyici/alaycı…
Çığ altında kalan 2 insanımızı kurtarmaya çalışırken, dün itibariyle 41’inin cesedine ulaşılmış 43 insanımızı daha kaybettik!

Uzmanlara göre; tam bir hatalar zinciri, iş bilmezlik ve cehalet sonucu! Her yıl çığ gerçeğini yaşayan ve bu alanda en uzman ekiplerin olması gereken bir bölgede, her an çığ düşebilecek yere kazma kürek ve iş makinalarıyla 200-300 insanı göndermek…

Kader, fıtrat?

Kamuran Kızlak yıllardır Çin’de, “cennet gibi” diye tanımladığı Vuhan’da yaşayan bir arkadaşımız ve BirGün’e de oradan yazılar gönderiyor. Coronavirüs karantinası başlamadan, tatil nedeniyle Kuzey Kore sınırındaki bir kente gitmişti.

Böyle zamanlarda, masa başında yazıp çizip “Yazarımız Vuhan’dan bildiriyor” diye okura sunacak çok gazete vardır, ancak ne Kamuran yapar bunu ne de BirGün.

Dün Çin’de ve Vuhan’da yaşananları anlattığı uzun bir yazısı vardı Kamuran’ın; “Vuhan, jiayou!” başlıklı. Sayesinde bir Çince sözcük de öğrenmiş olduk: Jiayou! “Dayan” demekmiş; “Güçlü ol, güçlü kal” anlamı da var.

Her gece, balkon ve pencerelerden haykırdıkları “Vuhan, Jiayou!” sloganlarıyla kenti çınlatarak bir tür dayanışma gösterisi-mitingi düzenliyormuş Vuhanlılar.

Karşı karşıya oldukları felaket bizim felaketlerle kıyaslanabilir gibi değil. Ancak, anlaşılıyor ki, 10 günde binlerce yataklı hastaneler inşa ederek, sokaklarda insanları uyaran robotlar dolaştırarak, virüsü kontrol altına almaya dönük olağanüstü önlemler alarak son derece yetkin bir kriz yönetimi sergiliyor Çinliler.
Bizim felaketlerimizle ilgili konuşan uzmanlar ise, yönetim bilgi ve becerisinden yoksunluktan yakınıyor.
Galiba bize “jiayou”dan fazlası gerekiyor!