Tüm bu sınıfsal ve psikolojik bağlamlar Joker’in karakterinin ortaya çıkışı ve çevresine serpiştirilmiş durumda olsa da, Joker’in kendisi film boyunca kendisinin politik biri olmadığını ve hatta sürekli kendisinin merkezinde olduğu hayatın kötülüğünden dem vuran bir durumda. Yazının başında her şey politiktir, cümlesinin özellikle altını çizmemin sebebiyse buydu, onun eylemlerinin kolektif etkisi.

Joker: Anti kahramanın anti tezi

Anıl Boydağ

Gezi Direnişi’nden bu yana, Türkiye’de günlük hayattaki politizasyonun artması ile birlikte, “Her şey politiktir” cümlesinin kullanımının sıklığının arttığını görebiliriz. Joker birçoklarının tahminin aksine basit bir Blockbuster filmi olmaktan çıkıp, çok daha farklı sorular ortaya atıyor, bazılarını cevaplayıp bazılarını ise izleyenin perspektifine bırakıyor. Todd Phillips’in filmografisine bakarsak, bu öngörüleri mantıklı bir zemine oturtabiliriz. Hangover serisi ve kariyerinin başındaki sonradan kült olmuş olsa da Old School filmi ile ismini duyurmuş ve belirli bir alanın müşteri yönetmenlerinden biri izlenimini uyandırdığı bir gerçek. Ancak Joker ile bütün bu öngörüleri yıkacağı da kesin. Filmin belirli anları dışında, üstüne düşünülmeyen, büyük bir detaycılıkla iyi kotarılmayan tek bir tarafı yok diyebiliriz. Phillips, yıllardır “karikatürize” edilen, Joker karakterini alıp, onu sınıfsal ve psikolojik bağlamlarla güçlendirip, gerçek bir hayata sokuyor. Daha önce bu bağlamları filmin içinde merkeze alan çizgi roman uyarlamaları elbette oldu ama bu kadar gerçeğe temas ettiren belki de ilk iş Joker olabilir. Bu açıdan da Phillips büyük tebriki hak ediyor. Filmin bir diğer başarısı ise filmi bir uyarlama hali dışında tuttuğumuzda bile tek başına kuvvetli bir film.

Tüm bu sınıfsal ve psikolojik bağlamlar Joker’in karakterinin ortaya çıkışı ve çevresine serpiştirilmiş durumda olsa da, Joker’in kendisi film boyunca kendisinin politik biri olmadığını ve hatta sürekli kendisinin merkezinde olduğu hayatın kötülüğünden dem vuran bir durumda. Yazının başında “Her şey politiktir” cümlesinin özellikle altını çizmemin sebebiyse buydu: Onun eylemlerinin kolektif etkisi. Film Gotham’ı o kadar gerçek kılıyor ki; şehrin bütün sorunlarını, problemlerini görebiliyoruz. Öyle ki Joker’in iki tane borsa simsarını öldürmesi, öfkeyi palyaçoya değil şirketlere yöneltiyor, özelinde ise Wayne ailesi ve şirketine. Bu yüzden film neoliberal politikalardan memnun ve dünyadaki mevcut durumla problemi olmayan kişilerce beğenilmeyebilir, bunun kanıtını da bazı Amerikalı sinema yazarlarının film hakkındaki puanlarında gördüğümüzü söyleyebilirim. Hayat diyalektik bir bağlamla ilerlese de, elbette ki tarihte birçok şey benzerlik gösterebiliyor ve bir film insanların isyanlarını estetik bir şekilde “iyi” gösteriyorsa ve mevcut durumla benzerlikler çoksa böyle tepkiler doğabiliyor. Phillips’in tüm bu riskleri göz önüne alıp buna rağmen, filmin bütün estetiğini; dans, isyan ve kirli politikacıların ve onların arkalarında bıraktığı çöp şehirlere kuruyorsa bunun bir cesaret işi olduğunu da bilmek gerek. Film bu üç cinayetin üstüne, Joker’i bir isyan ikonu olarak görürken, tekrar onun psikolojik sorunlarına bağlanıyor ve Joker kendisine kötü davranan insanları öldürmeye ve bundan zevk almaya başlıyor. Bu karakterden belirli bir uzaklaşmayı beraberinde getirse de, bütün sorunlarının arasında onun için bir hafifleme yöntemi olsa seyircinin vicdanını direkt etkilemiyor.

Yeniden kurgulanan bu Joker, birçok okumaya ve Batman’e dair bir kini de doğurabilir. Tabii ki geleneksel Batman hikâyelerinin çok dışında bir Joker var, daha gerçek bir Joker var. Bu yüzden bütün anti-kahraman anlatılarının tersine Joker hep sevimli tarafını koruyup, eylemlerinin motiflerini canlı tutabiliyor.
Evet, Joker deli bir katil mi yoksa bir anarşist mi sorularını sorabiliriz. Ancak buradan çıkacak tartışmanın sonunun bir kısır döngü olacağı neredeyse kesin gibi zaten Todd Phillips, bu soruya yönelmiyor bile. Joker’i toplum gözünde bir fenomen, bir ikon haline getiriyor. Bu ikon; şirketlerin, merkezi otoritenin ve “bozuk” toplumun ezdiği, isyan eden toplumun fenomen figürü haline geliyor. Burada tanrılaşan bir Joker figürü belki problem olabilirdi ama ben bunu göremedim. Asıl olan şey bir anti-kahramanın, toplumun öfkesi ve isyanının arasında bir kahramana dönüşmesi. Phillips’in hem anti-kahramana hem de orijinal Joker’e dair uyguladığı değişimlerin sonucu bu oluyor. Bu da sinema salonundaki insanı heyecanlandırıyor. Filmin sonunda ise bundan önceki Joker temsillerine bir saygı gösterisi var, bu da olabilir bir şey Hollywood için. Film ilk bölümünde bütün yapısını ve yeni anlatıyı sağlam temellere yaslayıp, Joker karakterinin nasıl Joker olduğunu ve bu yeni anlatıyı ortaya koyduğu gerçeklikle beraber işliyor. İkinci bölümde ise Robert De Niro’nun karakteri özelinde bütün gösteri peygamberlerine karşı eleştiri, sınıfsal bir isyan ve büyüyen anti kahramanımız Joker’in bir kahramana dönüştüğü yolu bize gösteriyor. Bu yol Joker’i Venedik’te büyük ödüle götürdü, gişede de başarıya götüreceği kesin ancak ödül sezonunun kalan yarısında özellikle ABD’deki en büyük iki ödülde nereye götüreceği belirsizliğini koruyor.