Film bir yandan hayvanların günümüzde, tıbbi deneyler, evcilleştirme, vahşi hayvanların hayvanat bahçelerinde tutsak edilmesi, ordu tarafından silah olarak kullanılması gibi, maruz kaldıkları kötü muamelelerin alegorisi

Jurassic World: Etik bir savaş

Jurassic Park’ın beşinci, Jurassic World üçlemesinin de ikinci filmi olan Jurassic World: Yıkılmış Krallık filminde, dinozor tema parkı kapandıktan dört yıl sonra volkan patlamasının eşiğinde olan adaya dinozor türlerini yok olmaktan kurtarmak için geri dönüyoruz.

Film büyük bir mahkeme salonunda serinin en önemli kahramanı olan Dr. Malcolm’un dinlendiği dev bir mahkeme salonunda yapılan etik bir tartışma ile başlıyor. Bu sahne ile hikâye, kalbi ve ruhu olan bir alana kayıyor. Jurassic Park (1993) filminde Ian Malcolm’un söylediği ‘Yaşam her zaman yolunu bulur” felsefi bakış açısı Jurassic World: Yıkılmış Krallık filminin de omurgasını oluşturuyor.

Bu franchising film aslında bir sorumluluğu da üstlenerek; hayvanlara etik olarak nasıl davrandığımızı göstermekle kalmıyor, gezegenimize ve de gezegenimizdeki hayvanlara karşı sorumlu olduğumuzun altını çiziyor.
Film bir yandan hayvanların günümüzde, tıbbı; deneyler, evcilleştirme, vahşi hayvanların hayvanat bahçelerinde tutsak edilmesi, ordu tarafından silah olarak kullanılması gibi, maruz kaldıkları kötü muamelelerin alegorisi.
Filmin, anlaşma masasında büyük para olunca açgözlülük ile akla gelebilecek olan en kötü veya en salakça şeyi yapan insanlara karşı bir duruşu var. Yani film, açgözlülük sonucu hırsla dolan insanın karanlık tarafa nasıl rahatlıkla geçebildiğine odaklanıyor.

Filmi Colin Trevorrow’un yönetmemesinin sebebi, 2015 filminden sonra kendisinin Lucasfilm ile yeni Star Wars üçlemesinin Star Wars: Episode IX (2019) filmi için yazar olarak anlaşmış olması. Jurassic World’ün hikâyesini gelecek film için alternatif yaratabilecek şekilde bırakan yönetmen Colin Trevorrow’un yerine bu filmi çok yakından bildiğimiz iyi bir yönetmen olan J.A. Bayona üstlenmiş. Yönetmenin filmografisini aklımıza getirirsek bu filmi rahatlıkla The Impossible ve The Orphanage filminin dinozorlarla buluşması olarak esprili bir şekilde özetleyebiliriz. Yönetmen Bayona bir yandan ne beklediğini bilen fan seyirciyi tatmin etmek için uğraşırken, bir yandan filme yeni ve sürpriz denebilecek şeyler dahil etmiş. Özellikle bir kahraman arayışı içindeki dinozor hayranı kız çocuk karakterinin varlığı filmi hikâye açısından daha farklı bir alana taşırken, mekân tercihinde kullanılan malikane ise filmi daha farklı bir sinematografiye taşımış. Yönetmenin A Monster Calls filmindeki iç mekân çekimleri ve klostrofobik sanat yönetiminin bir benzerini bu filmde dinozorun küçük kızın odasına saldırdığı sahnede görmek mümkün.

Filmin ilk yarısı, bir Jurassic filminden beklenecek ne varsa seyirciye sunuyor. İkinci yarısı ise tamamen farklı bir çevrede geçiyor ve hikâye bizleri bir malikane içine sokuyor. Ve böylece filmin bu kısmı daha karanlık daha klostrofobik hatta biraz da gotik bir hava içinde geçiyor. Bu sahnelerde kullanılan Lockwood Malikanesi son derece göz doldurucu, harika bir yapı olarak karşımıza çıkıyor. Bu malikanenin içi, Dr. Wu’nun mahzendeki laboratuvarı, dinozorların hapis tutulduğu alanların hepsi Pinewood stüdyolarında tamamen baştan inşa edilmiş. Filmin CGI teknolojisi her yeni filmde daha da ilerliyor özellikle bu filmde dinozorların ayaklarının fiziksel olarak daha yere basar gözüktüklerini söylemem gerek.
Filmin zayıf ayağı kötü karakterlerinin çok sıkıcı, bildik ve hatta karikatür oluşuydu. Daha yancı kötü karakterler ise berbattı; açık artırma sahnesinde ’20 milyon’ diye bağıran Rus alıcı gibi. Owen (Chris Patt) ve Claire’in (Bryce D. Howard) aralarındaki sataşmalı tatlı ilişki ve Owen ile Blue’nun duygusal bağı gene (dişi Velociraptor) gayet keyifliydi. Özellikle Chris Pratt karizması, esprili tarzı ve aksiyon sahnelerindeki başarısıyla göz doyurucuydu. Bu filmin sonu da seyircinin daha fazla istemesini sağlayacak şekilde ‘gelecekte ne olacak’ merakı ile sonlandırılmış, o yüzden filmin başlı başına bir film olmakta ziyade episodik bir anlayışı var. Filmden aklımda kalan en güzel söz ise ‘Onların bizim yardımımıza ihtiyacı yokmuş, bizim yokluğumuza ihtiyacı varmış’ oldu.