En son Batman’ da haklarını istemeye kalkan işçilere ‘nankörlük etmeyin’ heyheylenmesi de tanıtlıyor sevilerek değil korkutarak iktidar olduğunu. Ancak uysal olanların ‘gazabından’ korunabildiği biri o. ‘Ananı da al git’ kamusal alana taşan ilk vukuatıydı, ama yakın çevresi daha öncesine dayandığının tanığıydı hiddetinin. En çok örselenenlerden birinin Bilal olduğu o ‘sıfırlama’ konuşmalarındaki şaşkınlığından anlaşılıyor.

Kibir,  ancak mutlak itaat altında kendisini rahat hissedebilen kof özgüvendir. Otoritesine en küçük bir tehdit bile kibirlinin derinlerde yatan korku cininin karanlığından uyanmasına neden olur. Öfke, paniğindendir; yakalanma, düşürülme, boyun eğdirememe kaygısından kaynaklanır.

2010 yılına kadar korku cinini uyandırmamak için hep temkinli giden kibir, referandumdan sonra gemi azıya almıştı. Artık onu durdurabilecek hiçbir gücün kalmadığına o denli inanmıştı ki, hakikaten istediğini asıp, istediğini kesebileceğini sandı. Bu tıynettekilerin en büyük fantezileri kadiri mutlaklık olduğundan kaçınılmazdı da bir bakıma. Ama kibir Gezi duvarına tosladı.

Zamanı gelince sırtından atmayı planladığı Cemaat, ilk hamleyi yapınca da pabucun pahalı olduğunu gördü. O zamandan beri zaferi olmayacak bir Amok koşusuna çıkmış durumda. İçten içe bütün çabasının aslında sonu geciktirmekten başka işe yaramayacağını hissetmesi onu daha da kontrolsüz hale getiriyor.

İç dinamikler, dış dinamikler, ekonomik durum, toplumsal tarihsel süreçlerin nihai belirleyiciliği dışında olup bitenin insan boyutu böyle. Tabii ki tekil insanın olmakta olanın olması üzerine etkisi yüzeysel, hatta ihmal bile edilebilir. Bu yüzden toplumsal muhalefeti sadece ‘tarihi artık komedi sanmayan, ama kendi öz komedisini tarih sanan…’ kişiyle sınırlamak hatalı olur.

Yine de zulmü altında boyun eğmek zorunda kalan geniş yığınları korkularından özgürleştirmek de zorunlu ve yararlı olacaktır. En etkili yol kibirli olanın korkutamadığını göstermekten geçiyor. Elindeki neredeyse tek silahı olan zorbalığının bir işe yaramadığını gördükçe artan zulmü sadece kendi korkusunu büyütmeye yarayacak. Zulmü kadar korkak çünkü.

Bizi sürekli ‘elimizdekileri kaybetmekle’ tehdit edeni, elimizdekilere sandığı değeri vermediğimizi görmek şaşkına çevirir. Tıpkı birkaç çapulcu diye aşağılamaya kalktığında ‘ne var çapulcuyuz işte’, deyip binlerce çapulcu olmak gibi. Tıpkı Diyarbakır ve Batman Belediye Başkanlarının makamını takmamaları gibi. Kendini saydıramadığına tanık oldukça kadiri mutlaklığı gülünçleşip, karikatürleşecektir. Eskiden mahalle aralarında erkek hindiyi çembere alıp, Kabaramazsın kel Fatma diye tempo tutan çocukların eğlencesine çevirdikçe, çığırından çıkması kaçınılmaz.

Haziran çocukları, tıpkı o mahalle çocukları gibi etrafını sarmış, tiye alıyorlar ya tam hedeften vuruyorlar. Bu eski mahalle oyununun sözlerini ‘Başkan olamayacaksın’ diye güncellemek işe eğlence de katacaktı ki, Selahattin Demirtaş’ ın yaptığı da buydu.

Sokaklarda, kürsülerde, salonlarda afili afili gezen, afra tafrasından geçilmeyen kof kabadayı, korkutamadığını, sindiremediğini gördükçe daha da korkacak. Kimsenin kendisi gibi olamayacağıyla övünürken, kimsenin kendisi gibi olmaya tenezzül bile etmediğini fark ettikçe süngüleri düşecek. Kabadayının, kofluğunu açığa çıkarmak için kör cesarete ihtiyaç yok. Umursamazsanız, korkusu kendisine döner.