Sezon başladı başlıyor derken üç büyükler yeni transferleriyle karşımıza çıktılar.

Sezon başladı başlıyor derken üç büyükler yeni transferleriyle karşımıza çıktılar. Beşiktaş- Feyenoord maçında büyük umutlarla getirilen Demba Ba’yi üç golle izledik. Tek başına yeterli olur mu bilinmez ama sezon boyu güzel goller izleyeceğimizin sinyalini aldık.

Galatasaray’ı da geliri Soma’da hayatını kaybeden madencilerin ailelerine bağışlanacak dostluk maçında İspanya şampiyonu Atletico Madrid’e karşı izledik.

Maç boyunca gol görmesek  de gerek maçın manevi yönü gerekse Arda Turan’ı izlemek çok kıymetliydi. Galatasaray’ın eski futbolcusu bu maçın yapılabilmesi için de büyük emekler harcadığından müteşekkir kaldık. Anılarımız depreşti, eski günlere döndük.

Üzüldüğüm ise İzmirli futbolseverlerin stadı tamamen dolduramamasıydı. Her zaman tribünde daha az değerli ve maç keyfinin daha az olduğu koltuklar var, kabul fakat amacı tamamen yardım olan bir maçta yer beğenmemek, stat dolduramamak ne demek? Tabii maçı izlerken ben buna üzülürken sorasında açıklanan biletli seyirci rakamları dudağımı uçuklattı. Stattaki seyirci ve bilet satışı karşılaştırılınca yardım için yapılan maçı 10-12 bin kaçak seyircinin izlediği ortaya çıktı! Bu rakamın Soma’ya yapılacak yardımda 70 bin lira gibi bir fark yaratacağı açıklandı. Belki de  stat boş kalınca ayıp olmasın diye kapılar açılmış olabilir fakat yeri geldiğinde esip gürleyen, mangalda kül bırakmayan insanımızın stadı dolduramaması mı daha ayıp yoksa içeri kaçak girmekten çekinmemesi mi, emin değilim. Belki de çok şaşırmamak lazım bu olana. Sonuçta aynı insanlar takımımı seviyorum deyip korsan ürün alır, takımın kadrosunu sayamazken renkleri uğruna cinayet işler, futbol âşığıyım, sorumlu vatandaşım  deyip kaçak biletle maça girer.

Arda Turan’ın oyun sonunda Selçuk İnan’ın formasını giymesi bir yana benim en keyif aldığım an kaleci Muslera’nın Arda’nın “kaba eti”ne attığı şirin tekmeydi. Muslera sanırım sadece Galatasaraylıların değil diğer tüm taraftarların sevdiği, en azından nefret etmediği bir futbolcu. İşini iyi yapıyor, takım arkadaşlarına ve rakiplerine saygılı, diğer takım taraftarlarını tahrik etmeyen bir sporcu. İşte bu yüzden belki de kendisine “I love you Muslera” diye bağırılır. Dünya Kupası’nı izlerken bir yandan Uruguay’ın başarılı olmasını isterken diğer yandan her taraftar gibi, takımının çok başarılı olup kısmetinin açılmasından korkmuştuk.

Aslına bakılırsa kaleci olmak çok farklıdır. Hani yirmi iki kişinin topun peşinden koştuğu spor denir ya... Değil işte, kaleci koşmaz, top ona gelsin diye bekler. Herkesten farklı elleriyle hisseder topu. Gol anında forvet kadar etkilidir dolayısıyla skora etki eder. İyi kaleci olmak meziyet ister. Takımını, takım arkadaşlarını, rakibi ve en çok da rakip forveti tanımak ister. Refleksler bir yana yoğun bir futbol zekâsı ister. Buna rağmen yıldızlaşması, sivrilmesi zordur, pek rağbet görmez. Düşünün ki halı sahada bile parasını ödeyip getirdiğiniz mevkidir kalecilik. Kaleyi koruyan sporcunun ömrü uzun olduğundan forma şansı da zor gelir.  Belki biraz da bu yüzden çocukluktan özenilmez. Fakat bu konuda takdir etmeden geçemeyeceğim  takım Fenerbahçe. Yıllardır bir gelenek gibi birbirinin yerini alan kaleciler yetiştirip hem kendilerine hem de milli takıma fayda sağlıyorlar.

Fenerbahçe demişken bugün de Soma yararına mini bir turnuva başlıyor. Beşiktaş, Fenerbahçe ve Chealse arasında. Umuyorum herkes biletini alıp Soma’ya destek verir.  Şükrü Saracoğlu Stadı’nın teknolojisi kaçak seyirciye fırsat vermez diye düşünsem de yurdum insanının bir yolunu bulmasından da korkmuyor değilim.