Kader değil cinayet: İmar affeder, deprem affetmez

Engin Bozkurt*

Feodalizmde ortakçılık; mahsul kaldırıldıktan sonra, sözleşme oranına göre ürünün ayni olarak toprak sahibi ile ortakçı arasında bölüşülmesi anlamına gelir. Bugün Türkiye’de kentsel dönüşüm çalışmalarının pre-kapitalist yarıcılık-ortakçılık tipi yöntemlerle yapıldığı görülüyor (Ö. Gündoğan). Örnek olarak, riskli bir yapının dönüşümü için devlet, en fazla 2 kat veriyor arsa sahiplerine, ev sahibi de evini küçülterek binanın yarısını müteahite veriyor. (Yani 100 m2 dairen mi var, 50’şer m2 müteahhitle bölüşeceksin! )

İSTANBUL'DA 1,8 MİLYON KONUT BOŞ DURUMDA

Günümüz kapitalist ekonomik kriz koşullarında yoksullar inşaat maliyetini karşılama imkânları da olmadığı için yarıcı-ortakçı müteahite muhtaç hale geliyor. Diğer yandan anayasal temel bir insan hakkı olan konut hakkının karşılanmasında birinci dereceden sorumlu olan devlet ise, TOKİ eliyle ancak varlıklı sınıflara konut üretme derdinde ve bu konutların çoğu da sermaye sınıfı tarafından değerlenmesi için boşta bekletiliyor. İBB verilerine göre, İstanbul’da 1 milyon 800 bin konut boş durumda.(1)

Bu inşaatlarda işçilik yapan Suriye ve Afganların ise karın tokluğuna sömürüsü normalleşmiş sayılıyor. Yani topraktaki mülkiyet tekelinin yarattığı arsa rantının yanına, göçmen sömürüsünden elde edilen büyük bir kar ekleniyor.

İnşaat süreci ise ayrı bir vaka. Yarıcı-ortakçı müteahhit malzemenin en ucuzunu alıyor ve oturma ruhsatı aldıktan sonra apartmanı dikey-yatay büyütüyor. Nasıl olsa hükümet imar affını her halükarda çıkarıyor ve kaçak-eklenti katlara yapı kayıt belgesi vererek yasallaştırıyor. Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul Ve Esaslar düzenlemesinin 9. maddesi “… Yapının depreme dayanıklılığı ve yapının fen ve sanat norm ve standartlarına aykırılığı hususu yapı malikinin sorumluluğundadır.” şeklinde tanımlanmıştır. Yani bu madde şu demektir: “Ölürsen öl. Günahı vebali senin boynuna. İmar barışı harç parasını ver bana yeter. Seçim geliyor. Bana senin paran lazım !” Fakat ne yazık ki imar affediyor ama deprem affetmiyor.

DEPREM ARAŞTIRMA ÖNERGESİNE RET

Şehir Plancıları Odası yıllarca vurguladı: “İmar affı cinayettir. Bundan vazgeçin. Acilen sakınım planları yapın!”

Jeoloji Mühendisleri Odası ısrarla uyardı: “Deprem kapıda! Fay hatlarındaki yerleşimleri boşaltın!”

İnşaat Mühendisleri Odası sürekli ikaz etti: “Malzemeler dayanıksız, yapı denetimi göstermelik!”. Ama muhatap bulunamadı.

AKP hükümeti döneminde 60’a yakın deprem araştırma önergesi verildi Meclis’e. Fakat bunların tamamı hükümet ve ortağının oylarıyla reddedilerek vadi tabanlarına, dere yataklarına, orman alanlarına, fay hatlarına büyük bir hızla binalar dikilmeye devam etti. Deprem vergilerimiz ise bu yapılara yol yapmak için kullanıldı. Kısa bir süre sonra ise sel ve depremin bu duble şeritleri param parça ettiğine şahit olduk.

1999 depreminden bugüne kadar deprem vergisi adı altında toplanan para 38 milyar 196 milyon 739 bin doları bulmuş. Bu para inşaat şirketlerini zengin etmek için kullanılmasaydı, toplam 800 bin depreme dayanıklı konut üretilebilirdi. Böylece, yaşamını yitiren ailelere kişi başı 10 bin TL sadaka vermek yerine bugünkü cinayet önlenebilir ve bu suça ortak olmadıkları için hedef olan Tayfun Kahraman ve Mücella Yapıcı ise cezaevinde olmayabilirdi.

Üretim sermayesine nazaran toprak rantına dayalı parazit sermayenin ağırlığı, AKP iktidarı dönemi, sermaye birikim sürecinde her geçen gün katlanarak arttı. Yani bugün gayrimenkule yatırılan paranın üretime ve hatta finansa yatırılan paradan çok daha fazla getirisi olduğu herkesin malumu. Dünya konut ve arsa fiyatları artış oranlarına bakın, 2022 yılında Türkiye, yüzde 189'luk artış oranıyla dünyada lider durumda, ikinci sıradaki Estonya’da ise bu oran yüzde 27,3 değerinde. 1994 yılından beri Anadolu’nun büyük şehirleri siyasal İslam geleneği (Refah Partisi –AKP) tarafından yönetiliyor. Güneydoğu’nun birçok kentini haritadan silen 6 Şubat depreminin yıktığı binalara bakıldığında, bunların yüzde 60’ına yakınının Refah Partisi-AKP’nin yönetimde olduğu dönemde yapıldığı görülecektir. Cumhuriyet tarihinde sermaye birikiminden yeterli payı alamadığından şikâyet eden bu kesim 1994’ten itibaren yerelde, 2002’den sonra merkezi ölçekte yangından mal kaçırırcasına kamu sermayesini yağmaladı. MÜSİAD ve Anadolu Kaplanları’yla yerelden başlayan bu süreç, 5’li çeteyle ulusal ve uluslararası boyuta ulaşmış durumda. Azerbaycan’dan Libya’ya kadar her yerde bunların şantiyelerini görebilirsiniz. Bu çete aynı zamanda dünyanın en fazla altyapıya dayalı kamu ihalesi alan şirketleri arasında yer alıyor. Bizim deprem vergileri ise, bu çetenin yaptığı otoyollar ve köprülerden geçmeyen her araç için bunların cebine giriyor.

Türkiye’den Afrika’nın en ucuna büyük vinçler gönderen bu şirketler, ne yazık ki depremde enkaza dönen Elbistan’a bir kürek bile göndermiyor. AFAD, pandemi zamanı Türkiye’den Venezüela’ya milyonlarca maske göndermesiyle övünüyor ama Samandağ’a iki litre su temin edemiyor. Mülki amirler son teknoloji silahlı insansız uçaklarla övünüyor, fakat binlerce insanın mahsur kaldığı Adıyaman Besni’ye bir helikopter bile ulaştıramıyor.

Muzaffer Oruçoğlu’nun söylediği gibi: “İnsan hem doğanın hem de insanın yıkıcı gücüne karşı yaşam mücadelesi veriyor. Ama insanı en çok insan yıkıyor.”

“Doğanın yıkım tarihi ile insanın yıkım tarihine şöyle bir bakın. Doğanın yıkımı, insanın dev yıkımı yanında cüceler cücesidir. Son iki dünya savaşı, insandaki yıkımın ve dehşetin boyutunu daha iyi gösteriyor bize.

Depremi yıkıcı olarak biliriz. Ama depremi yıkıcı hale getiren asıl öğenin insandaki azami kâr dürtüsü olduğunu pek düşünmeyiz. İnsan, depremi yıkıcı olmaktan çıkaran, mağara kadar sağlam yapılar yapabilen bir yaratıktır. Ama yapmıyor. Çünkü pahalıdır. Azami kâr sisteminin işine gelmiyor bu.

Şu an minarelerde salalar okutuyor Azami Kâr sistemi. Taktiri ilahilerden, fıtratlardan söz ettiriyor. Tanrı ihramı içinde kalabalıkları tepeden süzen bu korkunç güç, bu habis yıkıcı, kalabalıkların kendisine yönelecek yıkıcı öfkesini ustaca yatıştırıyor.” (M. Oruçoğlu, 7 Şubat 2023)

DEVRİMCİLER UMUTLU OLMAMIZA VESİLE

Geçtiğimiz pandemi süreci, devletin yıkmak değil yapmak, öldürmek değil yaşatmak için de işlevsel olabileceğini bize gösterdi. Bu süreçte Çin, Küba ve Vietnam gibi ülkeler sosyalizmden miras aldıkları dayanışma, paylaşım, örgütlenme ve organizasyon yetenekleriyle insanlık dersi vererek, insanın; Adam Smith’in homoekonomikus (bireycil-çıkarcı) değil, Darwin’in homokoperativus (kolektif-ortaklaşımcı) türü bir varlık olduğunu bütün dünyaya bir kez daha ispatladı.

Bugün gözümüzün önünde işlenen bu büyük cinayete karşı öfkemiz büyürken, ülkenin her yerinde örgütlenen yardım kampanyaları ile uzun süredir yitirmeye başladığımız dayanışma ruhunu paylaşarak çoğaltıyoruz. İlkel çağlardan beri insanın kodlarında yaşatarak sürdürdüğü komünal-kolektif bu büyük insanlık bayrağını, Antakya, Pazarcık, Armutlu, Adıyaman’nın unutulan köylerine ulaşmaya çalışan devrimcilerin, ilericilerin, demokratik kitle örgütlerinin ve muhalif belediyelerin ellerinde görmek ise bir kez daha umutlu olmamıza vesile oluyor…

Dr. Şehir Plancısı – Karşıyaka Belediyesi

(1)Almanya'nın başkenti Berlin'de, 2021 yılında, kira artışlarına karşı binlerce konutun kamulaştırılmasına ilişkin bir referandumla yapıldı. Dev emlak şirketleri tarafından fahiş fiyatlarla kiralanan ya da boş tutulan yaklaşık 240 bin konutun kamuya devredilmesini öngören referandumda, Berlinlilerin yüzde 56,4'ü lehte oy kullandı. Barcelona Belediyesi boş bekletilen konutları mülk sahiplerinin ellerinden alarak kamulaştırmak için ciddi çalışmalar yaptı.Komünist Partili Graz Belediyesi ve 2021’de Dünya’nın en iyi Belediye Başkanı seçilen Komünist Partili Gringy Belediye Başkanı Philippe Rio’nun sosyal konut uygulamaları Avrupa’da ciddi yankı uyandırdı.