Hayat mı zorlaşıyor yoksa biz mi dibe daha batıyoruz acaba?

Hayatına son veren insanlar, çaresizlik içinde ne yapacağını bilemeyen topluluklar, adalete ve kanuna güvenememe hissi, sürekli güvenlikte olmadığını düşünen, berberlerinin bile telefonlarının dinlendiğini düşünen paranoyak bir toplumla nereye gidiyoruz?

Her gün birbirinden daha kötü haberlerle, sıcak asfalt gibi, zift gibi yeni bir güne uyanan milyonlar. Canının, hayatının derdinde olan, başka hiçbir şey düşünemeyen binlerce insan. Her an her şeyin olabileceği ve hiç kimsenin olan bitenden sorumlu tutulamayacağı korkunç bir cehennem...

Köleliğin cep telefonlu modeli olan çalışma saatleri ve iş yerleri. Sonu gelmeyen, bitmek bilmeyen iş cinayetleri, kaybolup yitip giden hayatlar, hayatlarımız.

Sokaklarda can çekişen, tacize uğrayan hayvanlar, insanlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler... Kimsenin umurunda olmayan bir toplum. Sürekli çığlık atan ama sesi duyulamayan azınlıklıklar, kimsesizler, çaresizler, gençler, yaşlılar, orta yaşlılar...

Hayattan aradığını bulamamış bireyler, gençliğini yaşayamayan çocuk işçiler, öğrenciler, öğretmenler, doktorlar... Adaletin olmadığı yerde avukatlık yapanlar. İnsanı iyileştirmeye yemin ettiği için yaka paça paketlenen doktorlar. Çevreye zararlı fabrikaları, şirketleri, kuruluşları halka haber verdi diye tutuklananlar.

Barış istediği için işinden olanlar, durduk yere hapislere girenler, kimin olduğu belirsiz ifadelerle tutuklu olanlar, dünyanın en güzel ülkesinin içinde hapis hayatı yaşayan bir toplum.

Birbirini sevmeyen, birbirinden nefret eden kıtalar. Mezarlıklarda slogan atan fanatikler, ölüleri yuhalayan fanatikler, acılı anneleri yuhalatan yöneticiler, halkı çöp karıştırırken, ‘Passat’a mı bineyim diye pişkin pişkin sırıtanlar... Makam odalarını pavyona çevirenler, halkın oyuyla seçildikten sonra kayyumlananlar, bir gecede işsiz, okulsuz, ailesiz kalanlar, sonsuzca cahil olanlar, cahillikleriyle mutlu olanlar...

Nereden nereye... Zamanında halka hizmetkar olmak için gelip sonra tek otorite, tek isim, tek düşünce olanlar. Kimsenin sesini duymayanlar, 250 metreden halkını selamlayanlar, konvoylarca araçla halkının içine çıkanlar...

Bunun yanında da giderek daha da eğitimsiz, sevgisiz, yuvasız, havasız, susuz, ormansız kalan insanlar. İnsan da değil, insancıklar...

Ellerini gencecik bedenlerin tabutlarına koyup nutuklar atanlar, sevgiyi değil öfkeyi besleyenler, hoşgörüyü değil hoşgörüsüzlüğü kutsayanlar, tarihi yeniden yazmaya çalışanlar, her hareketiyle sadece gösteriş olanlar... Görüntü var ses yok. Şov var iş yok...

Vergilere gelen vergiler, utanmadan sıkılmadan terleye terleye grafikle enflasyonu düşürenler. Halkla şive taklidi yaparak dalga geçenler, doğruya değil, güce tapanlar.

Vasıfsız vasıflılar...

Belki de ülke daha iyi bir yere gidiyordur. Gerçekten de dedikleri gibidir, bütün bu olanlar benim yanlış anlamamdır. Gerçekler değil yalanlar hayatta kalacaktır belki de.

Belki de bir an gelecek, küllerimizden doğacağız. Ama öncesinde kül olmasak daha iyiydi. Neyse bizim de kısmetimiz buymuş.