Sevin Okyay, “Hayatımın büyük bölümünde ‘kadın’ sözcüğü, mazur görmek için, sözde sırtını sıvazlamak için kullanılan bir sözcük oldu. Oysa biz sadece yazar, ressam, yönetmen, vs. olmak istiyoruz. İnsanlığımın yansımasını tercih ederim. Kadınlar zaten insan” diyor.

“Kadın ama iyi yazıyor” deniliyor

Işıl ÇALIŞKAN

Sinema, edebiyat, müzik, spor gibi uzmanlıkların bir insanda buluştuğuna ve her birinin hakkının verildiğine az rastlarız. Sevin Okyay bu anlamda yaşayan nadide değerlerimizden biri. Ne mutlu ki ben her Salı bu sayfaya yazdığı yazılar vesilesiyle onu daha yakından tanıma fırsatı buluyorum. Her geçen gün katlanarak artan hayranlığımın yanı sıra hep keşke ondan birkaç tane daha olsa diye düşünürüm. Yalnız olmadığımı biliyorum.

Emeklerinin karşılığında onlarca ödül alan Okyay, en son 4. Uluslararası Kadın Yönetmenler Festivali’nin Emek Ödülü’ne değer görüldü. Okyay ile 8 Mart özelinde bir söyleşi yaptık. İşte onu daha yakından tanımak için bir fırsat.

► Sinema, edebiyat, müzik, spor… Tüm bunlara nasıl yetişiyorsunuz? “Kütüphane” benzetmesinin yerini bulduğu birisiniz. Ne hoş.

Yetişiyor muyum sahiden? Yeterince (online) konser izleyemiyorum. Mubi ile Netflix’teki filmler süreleri dolup gidiyor. İKSV’nin aylık listesinden bile taş çatlasa iki-üç film izliyorumdur. Kardeşim daha çok spor izlediği için ona eşlik ediyorum. Ama kitabın yerini hiçbir şey tutamıyor. Yazılar, radyo söyleşileri için kitapların yanı sıra NTV’deki “Cinayet Masası” programı için de polisiye okumam gerekiyor. “Kütüphane” benzetmesini teşekkürle kabul ediyorum. Sahiden çok hoş! Asıl nedeni ise yaptığım işi sevmem ve hepsiyle çok küçük yaşta ilgilenmeye başlamış olmam. Annemin hanesine yazıyorum.

GENELLİKLE EDEBİYAT CENAHINDA SAF TUTARIM

► Her biri birbirini besliyor olmalı…

Spor hariç, evet. Mutlaka onun da arada minik çağrışımları oluyordur ama müzik, sinema ve edebiyatın birbiriyle hayli yakın ilişkisi var. Hepsi birbirini hatırlatıyor. Hele bu yıl cazcı belgesellerinin ön plana çıkması cazla sinemayı daha bir yaklaştırdı. Altın Küre’nin dört ödülü, cazcılara ve caz filmlerine gitti: Soul (iki tane), “MaRainey’s Black Bottom” ve “The United States vs. Billie Holiday”.

Sinemada edebiyat uyarlamaları ise, malum tartışmalarıyla birlikte hep bu iki dalı bir araya getirmiştir: Kitabı okumuş olan filmi beğenmez. Filmi seven kitaptan sıkılır. Başka bir sanatçının eserine müdahale etmekle, sanatçı özgürlüğü arasında gidip gelen bir tartışma… Ben genellikle edebiyat cenahında saf tutarım. Müzik hep sevmişimdir, hem de iyi olduğu sürece ‘etiket’ söz konusu olmaksızın. En çok caz, rock ve Klasik Türk Müziği severim. Klasik Batı Müziği’ni çocukluğumda ve ilk gençliğimde epey dinleyip, sonra nispeten uzak düşmüştüm. Mezzo sayesinde yeniden muhabbet tazeledim. İKSV Müzik Festivali ve Borusan konserlerinin de büyük payı vardır. Edebiyata gelince, okuma-yazma öğreneli beri hiç ara vermeden okuyorum.

► Bu soruyu daha önce hiç merak etmemiştim ama Sevin Okyay’ın bir gününün nasıl geçtiğini sormadan edemeyeceğim…

Vaktiyle bir günümü çok merak ediyorlar diye oturup yazmıştım. Konserlere ve bilumum gösterimlere rağmen okuyanlara hayli sıkıcı geldiğini hatırlıyorum. Şu sıralarda da SO’nun bir günü, karantina öncesinden çok da farklı olmayacak bir şekilde cereyan ediyor. Sadece işe gidip gelmiyorum, o da günde iki-iki buçuk saat kazandırıyor. Eh, Maslak-Erenköy yolunu ezberime almıştım zaten. Yirmi yılı aşkın süredir gidip geliyorum.

Karantina başında, “Allahım, sıkıntıdan patlayacağım” endişesiyle akla gelebilecek her işe atladığım için, işe gittiğim günlerden daha fazla çalışıyorum şimdi. Çeviride kesin altın yılımdır. Hiç bu kadar çok ve (adeta) disiplinli çalışmamıştım. Çeviri yapıyorum, yazı yazıyorum, fırsat buldukça çocuk hikâyeleri yazıyorum. Baskı yapan kitaplarımı elden geçiriyorum, yeni kitaplar için yazı topluyorum. Spor ekranlarını izliyorum. Filmlerle konserleri de. Bir sürü ZOOM toplantısı, söyleşiler, paneller… Pek faal bir dönem, şikâyetim yok. Ama dışarı çıkmamaktan, hareketsizlikten kaslarım güçsüzleşti. Buna bir çare bulmalıyım.

ELİM AYAĞIM TİTREYEREK YAZDIM

► Sinema yazarlığı serüveninizi nasıl anlatırsınız?

Tamamen Enis Batur’un başının altından çıkmış bir olaydır. 1984’te dördümüz (Enis Batur, Ömer Madra, Oruç Aruoba, ben) Milliyet’te (Cağaloğlu’nda) çalışıyorduk. Arada festival filmlerine de kaçıyorduk. Ben yazmadığım için Ömer’den “E la NaveVa / Ve Gemi Gidiyor”u benim için yazmasını rica ettim. Kabul etti, ama sabah gelince içinin rahat etmediğini söyledi. Enis, “Geri zekâlı mısın?” gibi teşviklerle yazıyı bana yazdırdı. Üstelik ukalalık edip simültaneçevirisiz suareye gitmiştim. Beni Milliyet’in 4’üncü katına kapadılar. Elim ayağım titreyerek yazdım. Ertesi gün gazetede çıktı. Baktım kimse itiraz etmiyor. (Sadece Oruçcuğum, “Keşke bana sorsaydın. Gergedanı unutmuşun,” demişti). “MarioRicci’ninÖlümü’nü yazabilir miyim?” diye ortada dolaşmaya başladım.

► Yazılarınızda çok doğal bir dil kullanıyorsunuz. Okurken çoğunlukla kendimi sizinle sohbet ederken buluyorum. Peki sinema yazmanın incelikleri neler?

Çünkü o benim konuştuğum dil. Başka dil bilmiyorum ki. Bir arkadaşım Ankara’da hastanede yazarken bir kitap okuyormuş. “Bir noktadan sonra sesin sesinle okumaya başladım,” demişti. Oysa benim çevirdiğimi bilmiyormuş. Bilemiyorum, bir çevirmen için hayra mı alâmet, şerre mi? Tarafsızlık, özen, genelde sinemaya, özelde o yönetmen ve filme aşina olmak, sinemayı sevmek…

► 4. Uluslararası Kadın Yönetmenler Festivali Emek Ödülü’ne değer görüldünüz. Emek kavramının sizdeki karşılığı nedir?

Herhangi bir üretimdeki insan kaynağı. Benim için özendir, özneldir, yapılan işe saygıdır, severek yapılan iştir. Bir atalet sorunum olsa da, çalışmayı severim. Unutmadan, festivale çok teşekkür ederim.

► Kadın sinema yazarı tanımlaması size ne hissettiriyor?

Hâlâ esas çocukların dışında olan biriymişim hissi veriyor.

İNSANLIĞIMIN YANSIMASINI TERCİH EDERİM

► Kadın kimliğiniz yazarlığınıza ne kadar yansıyor?

İster istemez yansıyordur mutlaka. ‘İster istemez’ derken, yaptığım işle tanımlanmak istediğimi kastediyorum, cinsiyetimle değil. Hayatımın büyük bölümünde ‘kadın’ sözcüğü, mazur görmek için, sözde sırtını sıvazlamak için kullanılan bir sözcük oldu. “Kadın ama o da iyi yazabiliyor,” bilmem ne akımındaki kadın ressamlar, duyarlı kadın yönetmenler. Oysa biz sadece yazar, ressam, yönetmen, vs. olmak istiyoruz. İnsanlığımın yansımasını tercih ederim. Kadınlar zaten insan.

► Vikipedi’de 1984 yılından beri sinema üzerine yazdığınız ve bu alanda pek çok kadın yazara da öncülük ettiğiniz yazıyor. Birçok kadının önünü açmak nasıl bir şey?

Hiç öyle bir duyguya kapılmadım. Benim bütün bildiğim, herkesten fazla sinema yazdığım halde (bak, herkesten iyi demiyorum, asla), hâlâ sinema yazan bir insan olarak kabul edilmemem, on yıl boyunca SİYAD’a giremememdir. Başvurdum mu? Hiç sanmam, öyle şeyleri beceremem. Ama oradaydım, sinemayı seviyordum, yazıyordum ve görülsün istiyordum. Öncülük ettiğimi hiç düşünmesem de birkaç yıl geçip de dernekte pırıl pırıl kız çocuklar görmeye başlayınca, ne derler, içim ışıdı. O kız çocuklarının, arkalarından gelenlerin, onlardan bile önce orada olanların, sevdiği işi yapmak için mücadele edip emek veren bütün kadınların 8 Mart’ını kutlarım.

► Aynı zamanda her hafta gazetemizde yazılarınızla renk katıyorsunuz. Abonelik kampanyamız da başlamışken BirGün’ün sizdeki yerini nasıl anlatırsınız?

Sen sorunca Birgün yazılarıma baktım da, saklayabildiğim kadarıyla 2014’ten beri yazıyormuşum. Daha önce de Güldal Kızıldemir’le (onun gazetede arkadaşları vardı) Nokta Ne-Nerede tarzı bir hafta sonu eki yapma teklifinde bulunmuştuk, olmadı. Galiba tanıdığımız kişi ayrıldı. Hadi başta daha seyrek yazıyordum belki diyelim ama 2015’ten beri yazıyorum. NTV Yayınları’nda yan yana oturduğumuz Adnan’a (Bostancıoğlu) bir gün birden, “Adnan ben gazete özledim, gazetede yazmak istiyorum,” demiştim. O da, “Şimdi konuşayım, Pazartesi başla,” demişti. Deli gibi sevinmiştim. Birgün’e yazmak beni bugün de mutlu ediyor. Daha kapısından içeri adım atamamış olsam da (bu ayıp da bana yeter) benim gazetem, orası kesin. Umarım bizi gönlüne yakın bulan herkes kampanyaya katılır.