Özgecan’ın katlinin ardından başlayan ‘idam’ tartışmalarını eleştiren Avukat Boz; soruşturma, kovuşturma ve infaz uygulamalarıyla ortaya çıkan ‘cezasızlık’ sonucuna dikkat çekiyor

'Kadın cinayetlerinin önüne geçmek için çözüm idam değil, sistematik cezasızlığa son vermek'

NURCAN GÖKDEMİR nurcangokdemir@birgun.net

Kadın Dayanışma Vakfı gönüllü avukatlarından Zekiye Karaca Boz, cinsel saldırı davalarının deneyimli isimlerinden. Özgecan Aslan’ın canice öldürülmesiyle ‘idam’ çığlıkları atanların aksine; soruşturma, kovuşturma ve infaz uygulamalarıyla ortaya çıkan ‘cezasızlık’ sonucuna dikkati çekiyor.

Boz, “Özgecan, şikâyette bulunacak gücü bulup deliller kaybolmadan hukuksal yollara başvurduğunda sanığın cezalandırılmasına karar verilirken lehine olan tün hükümler uygulanacaktı. Yasa değişikliği nedeniyle ruh sağlığının bozulması ağırlaştırıcı neden olmaktan çıkarıldığı için alt sınırdan başlayarak ceza verilecek belki cebir, şiddet vs nedenlerle artırılacak ama iyi hal nedeniyle de indirilecekti’’ görüşünde.

Kadınlara yönelik saldırılarda yargılama süreçleri nasıl işliyor?
Kadına yönelik şiddetle mücadelenin önündeki en önemli engel sistematik bir cezasızlık sorunu/politikasıdır. Ceza mahkemeleri, düşünce suçlularını yargılarken cezalandırma ve hak ihlallerinde ne kadar istekli ise kadına yönelik şiddet davalarında sanıkların adil yargılanma ve savunma haklarını koruma konusunda da o kadar cevval geliyor bize.

Sanıklar korunuyor, öyle mi…
Suçtan zarar gören kadın, fail kadar korunmuyor. Saldırıyı yargı makamları önüne taşıyabilmeyi becerenler koruma görmediklerinde şikâyetlerinden vazgeçiyorlar. Tanıklar da mağdur olacakları korkusuyla vazgeçiyor veya bildiklerini söylemiyor. Oysa İstanbul Sözleşmesi taraf devletlere mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin alınması yükümlülüğü getiriyor.

Kadınlar yargılama  sırasında da erkek bakışın olumsuzluğunu yaşıyor…
Cinsel saldırıya uğrayan kadını “ne yaptı ya da ne giydi de bunu hak etti” diye yargılayan erkek bakış açısının egemen olduğu sistem kolluk güçlerinden başlar; savcılık, adli tıp ve mahkeme heyetiyle devam eder. Kadınlar kendini savunmak zorunda kalmadan ve suçlanmadan ifade veremiyor. Destek almadan mücadele etmek zorunda kalan kadınlar yargılamdan şiddetin yarattığı travmanın daha da derinleşmesiyle çıkıyor.

Cinsel şiddete uğrayan kadınlara, “Travma Sonrası Stres Bozukluğu” tanısı konuyor. Mağdur, inkâr, bellek kaybı, tutarsızlık  gibi ruhsal ve bedensel tepkiler gösteriyor, bu da yargılamada kadının aleyhine sonuçlar doğuruyor.
Genellikle kadının yalnız olduğu yer ve zamanlarda işleniyor cinsel saldırı suçları ve tek tanık da kadının kendisi. Saldırı için en uygun ortamı hazırlayan veya fırsatı kollayan sanıklar neredeyse istisnasız bir şekilde kendisine iftira atıldığı savunması yapar. Pek çok karar bize cinsel saldırı suçlarında “kadının beyanı esastır” ilkesinin ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor.

Cinsel saldırıyı itiraf da cesaret istiyor kadınlar için…
Özellikle bizim gibi ülkelerde kadının cinsel saldırıyı söylemesi kendisi açısından büyük tehlikeler barındırır. Önce en yakınlarından korkar, kendisine zarar verilmesinden korkar aynı zamanda eşi, oğlu, kardeşi gibi yakın erkeklerin faile yönelik bir suç işlemesinden kaygılanır, tecavüz nedeniyle yaşadığı travmanın yanında ‘Sen ne yaptın da oldu?’ diye suçlanmaktan korkar, adım çıkar diye kaygılanır, korkar.

Bir kadının sadece birine iftira atmak için bütün bunları göze alması bana göre bir tecavüzcü fantezisidir, ciddiye alınamaz. Fail cinsel saldırı için en uygun ortamı hazırlamış veya uygun ortam fırsatı kollayarak kendini güvene almıştır.

Cinsel saldırı suçlarının hemen tamamında savcı, şikâyette bulunan kadına soruyor: “Neden doktora gitmedin?”, “Neden o adamla içki içtin?”, “Bile bile oraya neden gittin?”, “Neden bağırmadın?”, “Neden şikâyet için altı ay bekledin?” hatta iki saat sonra başvuran kadına bile “Neden iki saat bekledin?” diye sorulabiliyor. Özgecan da hayatta kalsaydı tüm bunlarla muhatap olacaktı.

Konu kadına yönelik şiddet olunca devlet de olması gerekenin tam tersi bir karineden hareket ediyor; “kadının beyanı yalandır.” Savcılar da bu yalanı ortaya çıkarmak için canla başla uğraşıyor.

Cinsel saldırıya uğrayan kadınlar dinlenmiyor, defalarca “sorgulanıyor.” Tecavüz veya cinsel şiddet mağduru kadın, genellikle tamamı erkeklerden oluşan bir heyet önünde bazen birden fazla kez ifade vermeye zorlanıyor. Yargı makamları kendi kişisel deneyimlerine belki de geleneksel kalıp yargılarına göre değerlendirme yaparak kanaat oluşturuyor. Mağdurların faillerle tanışıklığı cinsel saldırının olmadığı, rıza ile cinsel ilişki gerçekleştiğine gerekçe olabiliyor.

Mağdura neden hemen polis çağırmadığı ve olay esnasında kan olan çarşafları neden yıkadığı, faille nişanlı olup olmadığı, neden sanığın önündeki masaya oturduğu soruluyor. İddianamelerde ve kararlarda genellikle mağdurların olay öncesi ve sonrasına ilişkin davranışları ile özel hayatları tartışılıyor ve varılan sonuçlar suçun işlenip işlenmediğine gerekçe yapılıyor. Ama faillerin olay öncesi ve sonrasındaki davranışları ile özel hayatları hiç incelenmiyor, bu yönde bir değerlendirme yapılmıyor.

AKP döneminde çıkartılan yasalar da tacizi suç olmaktan çıkarttı…
Taciz ve tecavüz davalarında mağdurun en önemli kanıtıdır ruh sağlının bozulduğuna dair Adli Tıp Kurumu’ndan alınan rapor. Ancak artık delil olarak kullanılmayacak. Ruh sağlığının bozulduğuna ilişkin rapor bulunması halinde cinsel saldırının cezası 10 yıla kadar çıkarken şimdi 2 yıla kadar düşüyor. Bu maddenin kaldırılmasıyla kadın ve çocuğun beyanına göre hazırlanan tek hukuki araç elimizden alındı.

ERKEK DAYANIŞMASI
Yargılamalarda çarpıcı örneklerle karşılaşıyorsunuzdur…
Cinsel şiddet yaşayan kadın ve çocuklara delil toplaması gerektiği dahi söylenebiliyor. Bir kadın kızı için savcılıkta ifade verirken “Bu zamana kadar aklın neredeydi” diye kendisini azarlanarak  kovulduğunu ifade etmiştir.

Eşini evden uzaklaştırmak için savcılığa başvuran bir kadına “Ben nereden bileyim şiddet gördüğünü belki de kocanı uzaklaştırıp sevgilini eve alacaksın” denilerek talebi reddedilebiliyor.

Şiddet uygulayanın ceza almayacağı ve daha fazla saldırganlaşabileceği, sığınakların çocuklara uygun  olmadığı, buralarda “kötü yola” düşürüleceği imalarında bulunulduğu sıklıkla aktarılıyor.

Küçük yaşından itibaren babasının istismarına uğrayan bir genç kadının şikâyeti sonucu başlayan soruşturmada “hatırlı” kamu görevlilerinin “Bak tecavüzcüleri içeride sağ bırakmıyorlar, cezaevine giderse bir haftada işi biter, ortada kalırsınız, kardeşlerin yuvaya verilir” baskılarıyla ifadesini değiştirmesi sağlanmıştır.


Ceza infaz sisteminde cinsel saldırı suçlarına özgü bir infaz rejimi bulunmadığından bu faillere verilen cezaların infazının, caydırıcılık ve ıslah edicilik özelliğinden uzak olduğu yorumlarına ilişkin görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Cinsel saldırı suçu için öngörülen cezalar yüksekse de pratikte cezalar genellikle alt sınırdan verilmekte ve iyi hal indirimi yapılmaktadır.
Bu iyi hal indirimine takım elbise-kravat indirimi diyoruz. Sanıkların tümü özellikle ağır ceza alacağını bilen sanıklar duruşmalara sinek kaydı tıraş ve pırıl pırıl giysilerle gelir, mahkeme heyetine son derece saygılı ve lütufkârdır. Adalet karşısında boynunun ince olduğunu, yüce mahkemenin adaletine güvendiğini söylerler. Haklıdırlar, bu davranışları onlara iyi hal indirimi olarak döner. Basit cinsel saldırı davalarında ise verilen hapis ve para cezaları ertelenmekte veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile fiilen uygulanmamaktadır. Bunların yanı sıra infazına başlanan hapis cezalarının şartlı tahliye uygulaması ile tamamı infaz edilmemekte, infazın ertelenmesi gibi yasal düzenlemelerle infazına başlanan cezalarda dahi fiili cezasızlık durumu oluşmaktadır.

Kadına yönelik cinsel saldırı suçlarında, sistematik cezasızlık sorununun aşılabilmesinin, bu suçların soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde fail ve mağdur eylemlerinin doğru değerlendirilmesine ve yargılama makamlarının şiddete cinsiyetlendirilmiş bir perspektiften bakabilmesine bağlı olduğunu söyleyebiliriz.