Ayşenur Bahçekapılı Havva Ana’dan gelme mi? Öyledir amenna. Havva Ana’dan gelme, solculuktan yetişme, siyasi rakiplerine “Sen Tayyip Erdoğan’ın adını ağzına alamazsın” diyecek kadar “sonradan bile görememe.” Ama Havva Ana’dan gelme. Peki o Havva kızıysa diğer bazı kadınlar kimden gelme? İktidarları döneminde kadın cinayetlerinde yüzde bilmem kaç bin artış olan, kadını vajina, meme ve kalçadan ibaret sanan, kadına erkeğin himayesine girdiği kadar değer veren bir zihniyetin “grup başkan vekili” bir Havva kızıysa, mesela Duygu Asena kimden gelme? Nazi faşizmine direnen Sophie Scholl kimin kızı? Her dizesi deprem yaratan şiirlerin sahibi Didem Madak’ın atası kim?
 
Kadın sorununu kadın katillerini hadım ederek çözeceğini düşünen koskoca devletin koskoca Bakanı, AKP’nin diğer Ayşenur’u da mı Havva kızı? “Çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin” belki tecavüzü engellersiniz diyen böyle parlak bir zekânın kökü nereden? Belli ki Ayşenur İslam da Havva kızı. Amenna. O da Havva kızıysa, tam da onun içinde bulunduğu partiyi destekleyenlere azıcık hak hukuk dediği için kıtır kıtır kesilen Konca Kuriş de mi Havva’dan olma? Bu işte bir terslik yok mu? Erkekler kadınları “erkeklikleri” ve “erkekliklerinin ardına aldıkları kapitalizmle” yok ederken, o katillerle aynı yerde saf tutan kadınlarla katledilen kadınlar aynı soydan mı? Bu işte bir yanlışlık yok mu?
 
Elbette var. Bu kadınlar aynı soydan geliyor olamaz. Bunlar kız kardeşler olamaz. Sömürücünün yanında olanlarla, eşitlik ve özgürlük peşinde koşanlar kardeş olamaz.
 
Aslında her şey onunla başlamıştı. Lilith’le. Adem’in ilk eşiyle. Tevrat’ın Yaratılış bölümünde bahsedilen ve Adem’le eşit olarak yaratıldığı söylenen o kadınla. O Adem’le eşit yaratılmıştı ama zaman içinde istediği eşitliği elde edemeyeceğini anladığında terk etmişti kendisine efendilik yapmak isteyen Adem’i. Özgürlüğü için yalnızca Adem’i değil cennetini de terk etti. Ve dönmediği takdirde her gün çocuklarının öldürüleceğini vaaz eden ilahi emre de karşı çıkarak Kızıldeniz’in sularında yaşamaya koyuldu. Yolundan dönmedi, eşitlik idealinden vazgeçmedi Lilith. Ve bedel olarak her gün yüz çocuğu öldürüldü ilahi emirle. Ve Tanrı, yine efsaneye göre, erkeğe “yardımcı” olsun diye yarattı Havva’yı ondan sonra.
 
Bugün işte o Lilith’in kızları kadınların ve insanlığın özgürlük mücadelesi için dünyanın her yerinde başka bir tarih, başka bir siyaset ve başka bir toplum için hâlâ mücadele ediyorlar. Öldürülüyor, katlediliyor ve kurban veriyorlar. Ama tükenmiyorlar, tükenmeyecekler. Onlara karşı olan erkek egemen sistem ve erkekleşen, erkekleştikçe gözleri dönen, erkekleştikçe çirkinleşen, erkekleştikçe tecavüzü çığlıklarla engelleyebileceğini sanan zihniyete rağmen direniyorlar. Bangladeş’ten Türkiye’ye, Orta Amerika’dan Litvanya’ya kadar dünyanın her yerinde kadınlar bir soykırıma uğratılır gibi sistematik biçimde öldürülüyorlar ama Lilith’in çocukları buna rağmen direniyorlar.
 
Türkiye’de de adı bugün erkek resmi tarihin hiçbir yerinde anılmayan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Kadın Partisi’ni kuran Nezihe Muhittin ve arkadaşlarının başlattığı mücadeleyse hâlâ sürmekte. Erkek egemen sistemin pis kokular yayılan dehlizlerinden yükselen erkekleşmiş kadınların seslerine karşın, Lilith’in kızları, Behice Boranlar, Duygu Asenalar, Nezihe Bükülmezler, Yaşar Neziheler, Aysel Güreller, Konca Kurişler hâlâ ayaktalar. Kadınlıklarıyla ayaktalar. Kadınlığın politik bir oluş biçimi olduğunun farkında olarak ayaktalar. Beauvoir’ın “Kadın doğulmaz kadın olunur” sözünün en kötü örnekleri olan, erkek egemen sistemin sözcüleri Ayşenurlara inat ayaktalar. Öyleyse bu inada, bu azme ve bu kararlılığa sahip olan ve mücadeleleriyle bütün ideolojilerin ve iktidarların içine sızmış erkek egemen kodları kıran kadın hareketine ve onun neferlerine bir kez daha selam olsun buradan.