Malaga Üniversitesi’nden Bernardo Díaz Nosty’nin İspanya’daki savaşı anlattığı ‘İç Savaşta Yabancı Kadın Gazeteciler’ kitabı ekimde yayımlanacak. Giriş bölümünü okurken anladım ki savaşa ve haberlerine kadın elinin değmesi anlatıyı değiştiriyor.

Kadın eli değince...
Bernardo Díaz Nosty (Fotoğraf: Isabel Permuy)

Okuduğumuz savaş haberlerinin ezici çoğunluğu erkek gazetecilerin elinden çıkmıştır. Savaş gazeteciliği tarihinin en önemli duraklarından İspanya İç Savaşı’nda da böyleydi. Savaşı hem muhabir olarak izleyip hem de Cumhuriyetçiler saflarında çarpışan George Orwell (Katalonya’ya Selam), Ernest Hemingway (Çanlar Kimin İçin Çalıyor) unutulmaz romanlar da yazdılar o savaşa dair. Arthur Koestler, Claud Cockburn ve dönemin önemli Amerikan dergisi New Statesman için çalışan Louis Fisher de İspanya’daki tanınmış gazetecilerdi.

Yıllar önce savaş gazeteciliği üzerine araştırmalar yaparken; bir keresinde Fisher’in Cumhuriyetçilerin olağanüstü moralsiz olduğunu yazdığını, bunu öğrenen Cockburn’ün de yakasına yapışarak onu hırpaladığını, yazdıklarının hepsi doğru olan Fisher’in “Okuyucularımın gerçeği bilme hakkı var” diye kendini savunduğunu, Cockburn’ün ise adeta azarlayarak “Onlara bu hakkı kim veriyor? Böyle bir hakları ancak … İspanya’da falanjistler yenilgiye uğratılınca olabilir. Bu soyut bir sorun değil, burada kahredici bir savaş yaşanıyor” dediğini okumuştum.

GÖZÜ HAVADA ERKEKLER

2 Ağustos 1990’da Saddam Hüseyin’in ordusu Kuveyt’e girdikten bir gün sonra ben de Bağdat’a doğru yola çıkmıştım. Dünyanın her yerinden savaş gazetecileri ve foto muhabirleri Bağdat’a doluşmuştu. Pek çoğu haberin Amerikan uçaklarının Bağdat’ı bombalamasında olduğu düşüncesiyle gözleri havada dolaşıyordu. Uçakların gelişi geciktikçe birer ikişer Bağdat’tan ayrılmalar başladı.

Bağdat’ta kadın gazeteciler de gözleri havada mı dolaşıyordu? Şimdi hatırlamıyorum. Ancak, Malaga Üniversitesi’nin gazetecilik hocalarından dostum Prof. Bernardo Díaz Nosty’nin yıllar süren araştırmasının ürünü 900 sayfalık (İspanya) “İç Savaşta Yabancı Kadın Gazeteciler” kitabının uzun Giriş bölümünü okurken bir kez daha anladım ki savaşa ve savaş haberlerine kadın elinin değmesi anlatıyı epeyce değiştiriyor.

Bernardo’nun Ekim ayında yayınlanacak kitabının, kadın gazeteciler ve barış gazeteciliği üzerine araştırmalar yapanlar için kıymetli bir hazine olacağını söyleyebilirim. Kitap henüz yayınlanmadan uluslararası bir ilgi görmeye başladı. Geçen gün Independent gazetesi kitabın ‘kadın gazetecilerin gizli tarihini açığa çıkardığını’ yazdı. El Diario da “Hemingway’den ötesi: Bir araştırma İç Savaşı haberleştirmek için yaklaşık 200 kadın gazetecinin İspanya’ya geldiğini ortaya çıkardı” demişti.

KADIN GAZETECİLERİN GÖZÜNDEN SAVAŞ

Bernardo’nun kitabı 29 ülkeden 183 kadın gazetecinin ayak izlerini takip ederek, kadınların savaş alanlarında “şiddetin maço rekabet gücü” ile daha az ilgilendiklerini, savaşın askerlerden ziyade sivillerin günlük yaşamı üzerine etkilerine yoğunlaştıklarını, cephede olduklarında bile odaklandıkları şeyin eril ve kavgacı yaşam öyküleri olmadığını ortaya koyuyor.

Kadın gazetecilerin yazdıklarını okurken çok daha net görüyoruz ki, “Ölüm sadece ön cephede değil, aynı zamanda cephe gerisinde, korunması ve hayatta kalmaları öncelikle kadınlara bağlı savunmasız siviller arasında da kol geziyor”. “Yaşlıların, kadınların ve çocukların çektiği acılarda cepheden haberlere yansımayan sessiz bir kahramanlık var. Kadınlar cepheye gittiğinde bile, savaşlardan ziyade genç erkeklerin nasıl acı çektiklerini daha insancıl bir bakış açısıyla aktardılar” diyor Bernardo. L’Oeuvre için yazan Fransız gazeteci Hélène Gosset bunu; kadınların doğası gereği pasifist olduğunu ve her gün bombardımanlarda ölen çocukların “erkeklerin deliliğine kurban edildiği” şeklinde ifade etmiş.

Kanada’dan Peru’ya dünyanın her yerinden kadın gazeteciler gelmiş İspanya’ya. En çok İngiltere (40) ve ABD’den (35), sonra Fransa (24), Almanya (13) ve 7’şer kişiyle Arjantin, Avusturya, İtalya ve Rusya’dan.

Yaptıkları erkek gazetecilerin hiç de gerisinde kalmıyordu, belki savaşın gerçek yüzünü onlardan daha iyi anlattılar. Ama hayatın her alanında olduğu gibi, savaş alanlarında da isimleri erkeklerin gölgesinde ve çoğunlukla da görünmez kaldı.

Kadınların çoğu Yahudiydi, çoğu Komünist parti üyesiydi, aralarında Paris ve Londra’da yaşayan, demokrasiyi savunmak ve ırkçılığa karşı savaşa katılan Alman ve İtalyan sürgünler vardı. Çoğu bir üniversite eğitimi almış ve daha yüksek sosyal sınıflardan gelen, geleneklerden kopmak isteyen kadınlardı… İspanya’da faşizm yenilmezse bunun bir Avrupa savaşını kışkırtabileceği konusunda uyarıda bulunanlardı” diyor Bernardo.

KADIN, YÜKSEK EĞiTIMLi VE SOLCU

Kadın gazetecilerin yüzde 90’ından fazlası hem medyanın daha kolay erişebildiği hem de kadınların rolü hakkında daha modern görüşlere sahip olan Cumhuriyetçilerin bölgelerinde faaliyet göstermiş, ayrıca çoğunun sosyalist veya merkez sol yayınlar için çalışıyormuş. Bu şaşırtıcı değil! Ancak savaşın Moskova’dan yürütüldüğü ve Allahsız komünizmin panzehrinin Franco olduğu düşüncesindeki 13 kadın gazeteci falanjistler arasındaymış. Irish Independent için yazan Gertrude Gaffney ve işi Franco’nun kişisel İngilizce öğretmenliğine kadar götürüp emekli olana kadar da İspanyol devlet radyosunda İngilizce yayınlar yapan Reuters muhabiri Dora Leonard bu gruptakilerin en tanınanları. İspanya İç Savaşı, 1936’ya kadar yaşanan savaşların en medyatik olanıydı. Bernardo’ya göre; hangi milletten, hangi görüşte ve hangi medya için çalışıyor olurlarsa olsunlar bu savaştaki kadın gazetecilerin yazdıklarının analizi, kadınların odaklandıkları noktaların erkeklerinkinden farklı olduğunu, ‘hakim bilgi’yi daha fazla sorguladıklarını kanıtlıyor. Onların seslerinin yeterince duyulmaması çatışma alanlarındaki erkek hegemonyasının aşırı değerlendirilmesine yol açıyor. Sesleri yeterince duyulabilmiş olsa savaş alanlarının toplumsal cinsiyete dayalı önyargıları çok daha net görünür olacak.

Savaş kültürü, hegemonik erkeklik değerlerine dayanmaktadır, bu nedenle, kadın gazetecilerin ve onların alternatif hikâyelerin büyük varlığına rağmen, baskın tarih-yazımsal tortunun, kadınların ve buna ek olarak diğer sektörlerin (yaşlılar ve çocuklar gibi) rolünü görmezden geldiği veya gölgelediği sonucuna varılabilir” diye yazmış Bernardo.

***

HEMİNGWAY’İN ÖTESİNDE

Ekimde kitapçılarda olacak çalışması gösteriyor ki, savaşın bir ‘kadın anlatısı’ da var ve o yaygın savaş anlatısının tersine daha çok toplumun bütünü üzerindeki ölümcül etkilere odaklanıyor. Tümüyle askeri bir anlatının karşısına, savaşın yol açtığı insani krizleri koyuyor. Bernardo, kadın gazetecilerin anlatısında şiddetin reddiyesi olduğuna dair bir hipotezle kadın ve erkek gazetecilerin savaş haberleri üzerine karşılaştırmalı çalışmalar da yapılması gereğine işaret ediyor. Hala üniversitede tezler yazdıran arkadaşlara duyurulur!

İspanya İç Savaşı’na değen kadın elinden, daha çok nüfusun tümünün yaşadığı travmaların anlatısı çıkıyor. Bir kısmı Hitler Almanya’sında Olimpiyatlara alternatif olarak Barcelona’da düzenlenen Halk Olimpiyatı’nı izlemek için savaştan önce İspanya’ya gelmiş, aralarında anarşist ve Troçkistlerin de bulunduğu kadın gazetecilerin anlatıları savaşın daha az gösterilen yüzüne ayna tutuyor. O anlatılarda anestezisiz ampüte edilen yaralıların çığlıklarını duyar gibi oluyor, lüks bir otelin ameliyathaneye dönüştürülmüş odaları içinde kan koklayarak dolaşıyor, koridorlara yayılmış eteri soluyorsunuz. Cephe gerisinde, erkek gazetecilerin görüş alanı dışındaki sokaklardaki kadın, çocuk cesetleri arasında yürüyorsunuz. 15 kadar askerin tecavüzüne uğramış 20’sindeki rahibe adayının ölümüne tanıklık ediyorsunuz.

“Hepsi işçi sınıfının çocukları, şimşek kadar akıllı ama çok sıska. Her gün okula top mermileri veya başıboş kurşunlar altında gitmek zorunda kaldılar. Okul, mevcut siperlerden sadece 2,5 mil uzaktaydı. Bombalar okula düştü, her şeyi yok etti, öğretmenleri ve çocukları havaya uçurdu. Faşistler bir ülkeye medeniyeti böyle getirir” diye yazmış Madrid’deki bir okulun çevresini anlatan İngiliz gazeteci Ellen Wilkinson.

Kısacası, savaşa kadın gazeteci eli değince Hemingway’in ötesinde ama çok daha az karşılaştığımız bir anlatı da ortaya çıkıyor.