Erkek şiddetine karşı verilen hukuki mücadeleyi anlatan Ölümüne Boşanmak belgeselindeki karakterlerden olan avukat Bozkurt, “Kadın hareketinden söz ettiğimiz zaman eşit vatandaşlıktan, çevre sorunlarından ve daha pek çok şeyden söz ediyoruz” diyor.

Kadın hareketi her şey demek

Filiz Gazi

Ülkedeki erkek şiddeti, ataerkil yapı ve bunun uzantısı olabilecek yargının kadına bakışı ve bu uğurda verilen hukuki mücadeleyi anlatan Ölümüne Boşanmak belgeseli yaklaşık 6 yılda tamamlandı. Belgeselde iki kadının hukuki mücadelesi ülkenin politik atmosferi ile birlikte anlatılıyor. İstanbul Film Festivali seçkisine “politik” bulunduğu için alınmayan belgesel İngiltere’de, En İyi Uluslararası Uzun Metraj Film kategorisinde Oscar ödüllerine aday gösterildi.

Filmdeki diğer iki kadın karakter ise Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu avukatlarından İpek Bozkurt ve platform temsilcilerinden Ece Kavas. Belgesel İngiliz yönetmen ChloeFairweather yönetmenliğinde çekildi.

Kadın hareketinin yargıyı dönüştürücü gücü, 20 yılı aşkın süre iktidarda olan AKP’nin kadın politikalarına rağmen verilen hukuki mücadele ve toplumun kadına bakışını avukat İpek Bozkurt’la konuştuk.

Belgesele nasıl başlanıldı?

Filmin yönetmeni olan ChloeFairweather’ın erkek kardeşi İstanbul’da yaşıyor. Onları ziyarete geldiği bir dönemde abisinin eşi ona Türkiye’de çok cabbar bir kadın hareketi olduğundan bahsediyor. Yıl 2015… Chloe, platformumuzun eylemlerine gelmeye başlıyor. Platform temsilcimiz Ayşen Ece Kavas’la tanışıyor. Ayşen, o dönem kocası tarafından öldürülmeye teşebbüs edilen Arzu Boztaş davasını takip ediyordu. Ayrıca Van’da kadın intiharlarının konuşulduğu bir dönem. Bizim tanışmamız ise Özgecan Aslan cinayeti sonrasında platform olarak Tarsus’a gitmemizle başlıyor. O zamanlar Kübra Eken dosyasına çalışıyordum. Kübra, yaşadığı şiddet sonucu aylarca hastanede yatan ve başına aldığı darbe sonucunda artık konuşma zorluğu yaşayan bir kadın arkadaşımız. Chloe, kısa süre sonra tüm bu dosyaları takip etmeye, aktüel bir şekilde yani kamerası ve tüm ekipmanı üzerinde çekim yapmaya başladı. Ayda bir Türkiye’ye geliyordu. Kübra’nın duruşması 16 celse sürdü. Her birine katıldı, çekimler yaptı. Hatta ailelerle ilişkisi halen devam ediyor.

Filmde, Arzu Boztaş ve Kübra Eken’in yaşadıkları şiddet sonrası hukuki süreçleri anlatılıyor. Bu kadınların ortak özelliği nedir?

Aslında bir kadın arkadaşımız daha vardı. Antep’te sokakta vurulan genç bir kadın. Güvenlik nedeniyle çok fazla yer değiştirdiği için, film ekibinin de hassasiyetiyle filmde daha az yer alıyor. Kübra ve Arzu’nun ortak özelliği mücadeleci olmaları. Farklı sosyal geçmişlerden, sınıflardan geliyorlar. Biri daha orta sınıf bir ailenin çocuğu, diğeri daha kırılgan ekonomik sınıftan geliyor. Birini Doğudan birini Batıdan seçelim diye değil, hayatlarındaki duruşları sebebiyle filmde hikâyeleri anlatılıyor.

Arzu ve Kübra’nın hikâyesi nasıl?

Arzu, eşinin küçük yaşta bir çocukla evlilik vaadiyle cinsel ilişkiye girdiğini öğrendikten sonra boşanma kararı alıyor. Eşi, kabul etmiyor. Seni öldürmeyeceğim, yerlerden kalkamayacaksın, sürüneceksin diyor. Filmde Arzu’nun vurulma anını anlattığı bir yer var. ‘Kollarımdan vurma bari çocuklarımı bakabileyim, sarılabileyim’ diyor. Şu an kolları ve bacakları tutmuyor. Tekerli sandalye ile hayatına devam ediyor. Güç ve moral olarak nasıl dersen? Dimdik ayakta…

Kübra, kafasına aldığı darbe nedeniyle konuşma güçlüğü yaşıyor. İkisi de erkek şiddeti sonucunda bedenlerinde iz bırakılmış kadınlar. Kübra ile çok benzer ailelerden geliyoruz. İş hayatından tanıdığı, beyaz yakalı, başarılı bir erkekle evleniyor. Görece güvenilir olduğu sanılabilir… Sezaryen doğum sonrası loğusa döneminde iç kanama geçirdiği için hastaneye kaldırılıyor. Ailesine sezaryen sonrası düşük bir ihtimal de olsa yaşanılabilecek bir iç kanama olduğu söyleniyor. Aylar geçiyor, o süre zarfında Kübra hastanede… Baba kızının sağlık raporunu almak için Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne gidiyor. Kapıdaki polis, amca niye geldin diye soruyor. Bundan sonrası ilginç… Polis, ‘O vakayı hatırladım, sizin damat vurmuştu. İfadesi alınmıştı’ diyor. Baba bunu aylar sonra kapıda olayı hatırlayan bir polisten öğreniyor. Bu süreçte Kübra hastanede. Aile bir araştırıyorki, adli tıp raporu tutulmuş, kafadaki kanamanın sebebi darp tespiti yapılmış ve savcı dava açmış. Sonrasında hukuki süreç başlıyor.

Sanık duruşmalarda tüm bunları nasıl anlattı?

‘Bir anda sara krizi geçirmeye başladı, ambulansı aradım, sedyeyle taşınırken kafasını herhalde duvara çarptılar’ dedi. Çapa ve Cerrahpaşa hastanelerinden iki ayrı adli tıp raporu aldık. On binde bir ihtimal sezaryen sonrasında pıhtı atabilir ama ben kafada bir darp izi görüyorum dedi uzmanlar. Doğal olarak iç kanamayı diğer olasılıktan önce bu darpla bağlantılı buldular.

Kübra sonrasında hatırlamaya başladı. Kafasına dört kere vurulduğunu anlattı. Şiddet sonrası yaşanılan süreç çok zor… Bir kere ‘saçımı taramak, dişlerimi fırçalamak istiyorum’ demişti. Birey olmanın en asgari ihtiyaçlarından bahsediyoruz.

kadin-hareketi-her-sey-demek-954612-1.

Belgeselde, Arzu’yu sakat bıraktığı için cezaevinde olan kişiyle telefonla konuşuluyor.

Evet. Ona söz verelim diye değil de savunmaları işitilsin istedik. Hatta bunun üzerine epey tartıştık. Dikkatini çekmiştir… Arzu’yu vuran kişi öncelikle Erdoğan’ı anıyor. 2014’te, 25 Kasım öncesi Erdoğan’ın yapmış olduğu bir konuşma vardı. ‘Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsin, fıtrata terstir. Kadınlar anadır, ayaklarının altı öpülesidir’ diyor. O da aynı bunları söylüyor. Sonra da çok kötü bir şey yaptım ama hak etti diyor.

Genel mahkemelerdeki sanık savunmalarını nasıl yorumluyorsun? Alt metinleri nedir?

Mesela ‘kader mahkumuyum’ ben diyor ama halbuki bir insanı öldürmüş. Duruma göre ya özgürlükçü kesimin sözcükleri alınıyor ya siyasetteki figürlerin söylemlerini kullanıyorlar. Her ne olursa olsun, öldürme gerekçelerinin toplum nazarında, mahkemelerde tutacağından eminler. Sanıklarda devamlı olarak karşılaştığımız müstehzi bir gülümseme var mesela…

Filmdeki iki kadının hukuki süreci nasıl sonuçlandı?

Kübra’nın davasında çok uzun süre çocuğu kaçırdılar, ceza mahkemesinde bunu söyledik. Yurt dışı çıkış yasağı olsun dedik. Sonunda Neptün Eken’e iyi hal indirimi yapıldı. Oysa bu şahıs bütün yargılama boyunca çocuğu kaçırdı. Öncesinde aileye bilgi vermemesini anlatmıştım. Aile aylar sonra kızlarının başına vurulduğu için hastaneye getirildiğini öğrendi. Neptün Eken daha hiç hapse girmedi. Yargıtay’dan çıkacak kararı bekliyoruz. Arzu’yu tüfekle vuran kişi cezaevinde.

YARGININ DÖNÜŞMESİNE ŞAHİTLİK EDİYORUM

Türkiye’deki kadın hareketi yargıyı dönüştürebiliyor mu?

Evet. Yargının dönüşmesine şahitlik de ediyorum. Herhangi bir kadının başına gelen şeyi isimlendirmeden mahkeme salonlarına alırsan bunlar basit adli vakalar oluyor. Bunların sistematik şiddet olduğunu, siyasi söylemin buna etki ettiğini söylediğinde ise işin rengi değişiyor. Kadın hareketi bunu yaptı.

“Kadın cinayetleri politiktir” meselesi yani...

Kesinlikle... Mahkeme salonlarına politik söylem taşınıyor. Bunlar iyi gelişmeler. Kadınların en büyük gücü mevzuattır, kanunlardır, eşit vatandaşlık ilkesidir. Ama bakıyoruz bir gecede, tek kişinin imzasıyla İstanbul Sözleşmesi fes edildi. Büyük bir kazanım kadınların ayaklarının altında çekildi.

Ama kanunlara rağmen cezasızlık da var.

Cezasızlık da kültürün sonucu… Fakat burda yapılan kanunun kadına ayrı uygulanması, erkeğe ayrı uygulanması. Bu cezasızlık dediğimiz şey sadece hukukun sorunu değil. Hukuk da politik bir araç sonuçta… Hukuk dediğimiz şey iktidarın, medyanın söylemiyle ve ötesinde kültürle şekillenen bir şey. Bir kere hakimlerin takdir yetkisi var. Hakim, savcı dediğimiz insanlar bu toprağın insanı. Yani iyi hal indirimi mesela... Bir avukat müvekkilim başka bir meslektaşı tarafından cinsel tacize uğradı. Israrlı takip dediğimiz şey yaşanmıştı. Biz bu avukatı duruşmaya getirtemedik. Yeri yurdu belli olan birinin fadesini alamadı mahkeme! Herkesi bulan emniyet, o erkek avukatı bulamadı, ifadesini almak için zorla getirme yapamadı. En sonunda mahkeme dışında bir karakolda ifadesi alındı. Mahkeme duruşmalar esnasında göstermiş olduğu iyi niyet ve özürden dolayı cezasında indirim yaptı. Şaka gibi! Bu mahkeme bu sanığı hiç görmedi, dinlemedi, onun pişmanlığını da bilmiyor, iyi halini de bilmiyor.

Bu tip davalarda mahkeme arkasında, aileler arasında ne yaşanıyor?

Öldürülen kadının ailesiyle yolda karşılaştığında yüzlerine tüküren ebeveynler var. Ölen kadının ailesine bizim çocuğumuz senin kızının yüzünden hapiste deniyor. Haddini bilseydi, kışkırtmasaydı, karılık etseydi diyen ebeveynler var. Bu şiddetin üretilmesinde herkes payına düşen suçu kabul etmediği sürece bizim bu şiddet sarmalından çıkmamız sadece hukukla olacak bir şey değil.

Şiddet yaşayan kadınlar tüm dava boyunca ne yaşıyor? Nasıl bir değişim gösteriyorlar?

İlk zamanlar yaşadıkları şeyin biricik olduğunu düşünüyorlar. Sonra süreçten anlıyorlarki mahkeme salonunda da devam ediyor o şiddet. Sonunda ismimiz farklı ama hikayelerimiz aynı deme noktasına geliyorlar. Yaşadığını kamusal alana taşıdığında hikayelerin hepsi birbirine bağlanıyor. Bireysel mağduriyetten ziyade toplumsal bir sorun olduğu anlaşılıyor.

Çok fazla baş örtülümüvekkillim var. Kendilerinin de güvende olmadıklarını anladıkları bir an oluyor. Bir hayalkırıklığı da var orda. Bizim de başımıza geldi deniyor. Yani ait olduğun zümrenin, sınıfın, dini grubun seni korumadığı, şiddette uğramanın kadın olmanla alakalı bir şey olduğu anlaşılıyor.

Her anlamda “gösteri çağı” içinde olduğumuz için şiddet arttı diyebilir miyiz?

Şiddet mi arttı? Yoksa görünür mü oldu? İkisi birlikte. İkisi de birbirini besliyor. Haberlerde okuyoruz, izliyoruz. Şiddet canileşti, birini silahla öldürmek kesmiyor. Ülkenin ekonomik durumu da kötüye gittiği için içten içe yanan bir sosyal durum da var. Diğer taraftan bu ülkede erkek olmanın zorlukları da biliniyor. Onlara yüklenmiş görevlerin, davranış kalıplarının dışına çıktıkları an mahalle baskısıyla karşılaşıyorlar. Çocuğunu dövüyor, karısını dövüyor, öldürüyor… Yaşadığını buna tercüme ediyor. Bunu anlıyorum anlamında asla söylemiyorum ama ekonomik yıkımın yorumu ülkeden ülkeye değişiyor. Bizdeki ataerki, erkeğin hıncını yakınındaki kadınlardan ve hatta sokakta yanından geçen tanımadığı kadından çıkartması için ne yazıkki uygun özelliklere sahip. Aile kutsaldır deniliyor, e dersin tabi! Her sosyo-ekonomik yıkımın sonucu oraya taşınsın ve orda olup bitsin isteniyor.

Filme dönersek… Hangi ülkelerde gösterildi bu film? Gösterim sonrası katıldığın ülkelerde ne soruldu?

Norveç, İsveç, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, İngiltere, İskoçya ve Avustralya’da gösterildi. İskoçya ve İngiltere’deki gösterimlere katıldım. Soru cevap kısmında sert hikayeler deniyor, ama umut dolu olduğu söyleniyor. Türkiye’deki güçlü kadın hareketi etkileyici bulunuyor.

En dikkat çekici şey ise izleyenlerin ‘Bu Türkiye’nin sorunu değil, bizim ülkemizde de yaşanıyor” demeleri. Politik iklimin bu şiddete olan katkısından söz ediliyor. Göçmen kadınların yaşadıkları aktarılıyor. Ama istisnasız duyduğum şey: ‘Bu bizim de hikayemiz.’ Bunu anlamadık diyen olmadı yani… Türkiye için karalama kampanyası yapılıyor diyenler dünyadan kopuk insanlar bence.

Kolluğun şiddetinde daha kötü durumda olabiliriz.

Evet. Geçen yıl İngiltere’deki 8 Mart kadın yürüyüşüne katılmıştım. Parlementer binası önünde buluşmuştu kadınlar. Stadyum kurulmuştu, kürsülerde konuşan kadınlar siyasetçilere sesleniyordu falan… Türkiye’de meclis önünde buluştuğumuzu düşünebiliyor musun?

Bu arada Arzu ve Kübra filmi nasıl buldu?

Parça parça yaşarken insan farkında olmuyor ama bütün halinde gördüğünüzde güçlü olduğunuzu fark ediyorsunuz. Onlar da güçlü olduklarını bir kez daha fark ettiler. Arzu, Uçan Süpürge Film Festivali’ne kızlarıyla birlikte geldi. Onu vuran kişi sürüneceksin demişti, sürünmedim, kalktım dedi. Asıl şiddet kadınların susmasını isteyen şiddet. Düşünsene, bu derece fiziki şiddet yaşayan kadınlar susmadı.

Tüm bu sohbetimizden anladığım kadın hareketinin içeriği ve talepleriyle birlikte her şeye, hayata iyi gelecek gibi bir şey olduğu…

Kesinlikle… Küresel iklim krizinde Avrupa’da niye en önde kadınlar var? Çünkü küresel ısınmadan en çok etkilenen emekçi kadınlar, tarlada çalışan kadınlar… Buradaki çevre hareketlerine bakıyoruz. Karadeniz’de HES mücadelelerinde yine en önde kadınlar… Çünkü HES’in sonucunu tarlasında, bağında bahçesinde göreceğini biliyor. Sokakta biri dövülüyor, bakıyoruz bir kadın çıkıp cesurca engellemeye çalışıyor. Çünkü öyle bir tecrübe ya kendi başından geçmiş ya da yakınındaki bir kadının yaşadığını görmüş.

Kadın hareketi müstakil bir şey değil, kadın hareketinden söz ettiğimiz zaman eşit vatandaşlıktan, çevre sorunlarından ve daha pek çok şeyden söz ediyoruz. Hatırlıyorsan, senle yıllar önce konuşmuştuk. Bir kadının şehrin bir ucundan diğer ucuna işine gelirken ya da en basitinden arkadaşıyla kahve içmeye gelirken yaşadıkları her şeyi anlatabilir. Otobüse binerken kılık kıyafetinden tut da akşam eve dönüş saatini ayarlamaya kadar o kısa yolculuk içinde kent sorununu, kamusal alandaki kadın güvenliğini, ekonomik durumu barındırır.

Köpeğe komplo kuruldu bu ülkede! Kara mizah yazmak istesen aklına gelmez. Bu aslında nedir biliyor musun? Etek giydiği, gece sokakta olduğu için tecavüz edilen, öldürülen bir kadın için bunu hak etti demek. Üç boyutlu, her yerinden farklı bir şeyin göründüğü bir objeye baktığını düşün… Sağdan baktığında bir şey görürsün, soldan baktığında başka bir şey. Bütün bunlar aynı lisanın farklı tiplere büründüğü şeyler.