Türk Dil Kurumu’nun “müsait” kelimesinin karşılıklarından birisi olarak “Flört etmeye hazır olan, kolayca flört eden kadın” yazdığı ortaya çıkarıldığından bu yana tartışmalar havada uçuşuyor. Flört etmeyi fahişelik olarak gören politikacı arkadaşlara sahip olan bazı devlet zevatı da konuyla ilgili ciddi ciddi “ilmi” açıklamalarda bulunuyor. Bir yandan bunun sadece basit bir hata olduğu söylenirken diğer yandan elbette gelecek eleştirilerle bu hataların düzeltilebileceği mesajı veriliyor.

İşte böyle durumlarda iktidar mekanizmaları kaba kuvvetten ziyade daha ince çalışmaya başlar. Örneğin devreye akademi girer, medya girer, toplumun aydıncıkları girer vs vs. Böylece söz konusu meselenin kolayca halledilmesi sağlanır. Akademinin, medyanın ve toplumun aydıncıklarının yüzlerine baktığınızda hemen bilimin tarafsızlığını görür ve onların konuşurkenki ciddiyetlerine saygı duyarak dinlemeye başlarsınız. Hele de meseleyle ilgili iktidara yakın olmayan akademisyenlerin falan söyledikleri hakkaten dinlenmeye değerdir. Bilimsellik, tarafsızlık, nezaket, incelik… Hepsi birden izleyiciye boca ediliverir. Geriye kalan tek şeyse söylenenlere inanmaktır hepsi bu.

İşte bu müsait meselesi iki gün önce CNN Türk’te Mirgün Cabas’ın programında da bir dilbilimci bilim insanı bir kadınla (ki eskiden bunların tamamı bilim “adamı”ydı) tartışılıyor. Kadın nazik, yaşını başını almış, düzgün Türkçe konuşan, dile hâkim, “modern” giyimli. Özetle diyor ki TDK’ye kızmamak lazım, çünkü bir sözlük hazırlanırken kullanımda olan her şey onun içerisine alınır. Yani bir toplulukta yer etmiş olan genel bir kullanım varsa sözlüğe alınır ve doğru olan da bu yaklaşımdır diyor bu “hanım”.

Bizim akademisyenlerin ve bilim insanlarının paçozlaşması çok uzun zaman önce başlamıştı. Kendi korkaklıklarını hep bilimin tarafsızlığı hikâyesiyle örtmeye çalışmışlardı. Cesur olanlarsa bugün akademilerden ya uzaklaştırıldı ya da zar zor büyük baskılara direnerek ayakta durmaya çalışıyorlar. O “hanım” da bilimin sözde tarafsızlığının arkasına sığınarak açıklama yapıyor: “TDK’ye kızmamak lazım, çünkü bir sözlük hazırlanırken kullanımda olan her şey onun içerisine alınır”. Ama bunu söylerken örneğin toplumda yaygın olarak kullanılan birçok meselenin neden o sözlükler hazırlanırken dikkate alınmadığını söylemiyor/söyleyemiyor. İktidarın gizlice çizdiği sınırlar dahilinde “tarafsız” bilimini konuşturuyor hepsi bu. Örneğin Alevilik kelimesinin “sapkınlık” olarak tanımlanmasından “Alevi olma durumu” gibi salaklığın doruk noktasında tanımlanmasına terfisinden bahsetmiyor. Buna karşılık Sünniliğin epeyce kallavi bir biçimde açıklanmasının siyasal bir durum olduğunu anlayamıyor/anlamamazlıktan geliyor. Kürtleri tanımlarken gösterilen çekingenliğin Türkleri tanımlarken neden gösterilmediğini sorgulamıyor. Dil’in kendisinin siyasal bir şey olduğunu ve Türkiye’de anadilde eğitimin yasak olmasının esbab-ı mucibesini anlamıyor.

Biz iktidarın erkek devletinin erkek bilinçaltının yazdığı “müsait” kelimesini ve onun içeriğini kabul etmiyoruz. Toplumsal çıkarların önce dil alanında temsil edildiğini göremeyen dil bilimcilerin şu paçoz hallerineyse sadece gülüyoruz. Bunlar eğer Nazi Almanyası’nda yaşamış olsalardı, muhtemelen, birçok Nazi toplama kampının kapısında yazılı olan “Çalışmak özgürleştirir” yazısını da benzer şekilde savunacaklar ama oradaki soykırımı görmeyeceklerdi: “Efendim toplumun genelinin…”

Bunlar dil’in siyasal alanın kuruluşundaki rolünü bilmiyor. Bilmek işlerine gelmiyor. O nedenle toplumsal kabul görmüş, çoğunluğun diline dolanmış şeylerin örnek olarak verilebileceğini söylüyor. Ama örneğin bu ülkenin en az yarısının bugünlerde sıklıkla kullandığı “Diktatör” ve “Hırsız” kelimelerinin karşısına neden uygun isimlerin yazılmadığını korkusundan sormuyor/soramıyor.