Kız Kardeşler filminin Nurhan’ı Ece Yüksel: Toplumda, taşradaki kadınlara karşı önyargı var. Cinselliğini konuşamaz, strateji kuramaz gibi. Fakat öyle değil. Hikâye son derece tanıdık. Sürekli aynı şeyleri anlatan babalar ve yarandıkları otoriteler bir tarafta. ‘Kız Kardeşler’ diğer tarafta....

Kadın olmanın taşra hali değil: Tanıdık bir mücadele hikâyesi
Fotoğraf: Meral Danyıldız
EKİN AKYAZ

Emin Alper imzalı Kız Kardeşler filmi sarp dağların arasında neredeyse terk edilmiş bir köyde doğup, kendilerini bu köye hiç ait hissetmeyen ama geri dönmek zorunda kalan 3 kız kardeşin hikâyesini anlatıyor. ‘Beslemelik’ gerçeği üzerinden toplumsal, sınıfsal ve cinsiyete dayalı eşitsizlikleri de gözler önüne seriyor. Filmin üç kız kardeşi, Havva, Reyhan ve Nurhan’ın hikâyesi Türkiye’de kadın olmanın yakıcı zorluklarına ilişkin de bir belge niteliğinde. Filmde Nurhan karakterini canlandıran oyuncu Ece Yüksel henüz 22 yaşında ve Kız Kardeşler, kendisinin uzun metrajlı ikinci filmi. Yüksel ile üç kız kardeşin hikâyesini ve canlandırdığı Nurhan karakterini konuştuk.

Kız kardeşler bir kadın hikâyesi değil pek çok toplumsal hikâyeyi bir arada barındıran bir hikâye. Yine de bu üç kadına bakınca kadın olmaya dair de çok katmanlı bir anlatı görüyoruz.

Kız Kardeşler pek çok açıdan okuması yapılabilecek bir film. Cinsiyet eşitsizlikleri, sınıfsal eşitsizlikler, açmazlar, hayaller, kurtuluş umutları… Çok fazla konuyla derinleştirilmiş bir film. Bu nedenle karakterler de çok derindi. Hangi karakteri alsanız onun da ayrıca bir filmi yapılabilecek gibiydi. Keza Nurhan da öyle bir karakterdi. Kız kardeşlerin hepsi, hayattan ne istediklerini ve kendilerini nasıl bir konumda görmek istediklerini çok iyi biliyorlardı. O yüzden güçlü bir karakteri canlandırmak ve bunun taşrada da olabileceğini göstermek benim için büyük bir keyifti. Herkes o köyde sıkışmış ve bir şekilde oradan çıkmak için kendi stratejisini kuruyor. O sıkışmışlıklardan aldıkları yaralarla, izlerle herkes kendi yöntemini buluyor. O karakterleri çözümlerken sıkışmışlık hissini analiz etmek bana göre en önemlisiydi.

TAŞRALI KADINLAR CİNSELLİĞİ KONUŞAMAZ MI DEDİNİZ?

Taşrada cinselliği çok açık konuşan kadınlar… Hatta Reyhan’ın Veysel’den ‘rövanşını’ alan bir sevişme sahnesi vardı alışılmadık türden… Neden şaşırdık tüm bunlara?

Toplumda özellikle de taşradaki kadınlara karşı belli ki önyargılar var. Kadınlar cinsellik konuşamaz, taşra kadını hiç konuşamaz gibi. Taşra kadınının bir fikri yoktur, strateji kuramaz, erkekler tarafından yönetilir tarzında. Bunların hiçbirine inanmıyorum. O bölgede yaptığımız araştırmalarda da gördük. Aslında gayet cinsellik konuşuyorlar. Bizden fazla konuşuyorlar belki de. Çok daha zor şartlarda yetiştikleri için oradan çıkış yolu ya da orada kendini var edebilmek adına çok büyük çabaları var. O sebeple çok zekice hareket edebiliyorlar. Biz taşradaki kadına mesafeli bakmanın sonucunu yaşıyoruz.

Ağır yanları da vardı filmin. Kürtajı ve tecavüzü simgeleyen sohbetler… Fakat pek çoğunu anlamak bize düşüyor. Göze batırılmıyor bir nevi…

Senaryoyu okuduğumuzda onlar hep kenarda bırakılmış soru işaretleriydi. Bu da üzerine bastığımız meselenin bir parçası. Besleme olarak bir yere gidiyorsunuz ve bu her şeye oldukça açık. Başınıza pek çok şey gelebilir. Böyle olayların çok yaşandığını zaten okuyor ve görüyoruz. Bu açıdan da acı bir gerçeklik vardı filmde.

Bir kız kardeşlik hikâyesi de var… Ayrı ayrı ‘kurtulamıyorlar’ da sanki…

Aralarında büyük bir dayanışma var. Her ne kadar bir rekabet varmış gibi görünen bir ilişkileri olsa da, besleme olarak gitmek istedikleri aileden dolayı ‘sen benim yerimi aldın’ deseler de birbirlerine, çok iyi anlıyorlar aslında birbirlerini. Zarar gördükleri anda birbirlerine tutunuyorlar. Ve o birliktelikle üstesinden geliyorlar bazı problemlerin…

DEVLET, BABA VE İŞBİRLİKÇİLERİ…

Babanın son derece itaatkâr halini ve ‘devlet’ ile ‘parayı’ simgeleyen Necati Bey figürünü nasıl okuyorsun?

Evet, aslında bir ‘devlet’ ve ‘baba’ hikâyesi aynı zamanda… Kızı hastalıkla cebelleşirken, “Ben bir muhtara söyleyeyim o baksın”, “Bugün yarın gelecek” demekle yetiniliyor. Eyleme geçeceğini söyleyen kız kardeşlerin dayanışması var ama baba da bunu göremiyoruz. Biri yardım getirir. Ben haber ettim gibi şeyler duyuyoruz… Sürekli olarak nankörlükle itham ettiklerinden ‘kazanıyor’ çünkü o da. Bütün meselesi Necati Bey’e yaranmak oluyor.

Nurhan’ın hikâyesine gelirsek daha özelde…

Nurhan aslında o köye asla geri dönmek istemiyor, orada boğuluyor. Hayli nispeten kendini daha iyi hissettiği bir evde beslemelik yapmak. Belki beslemelik yaptıktan sonra kendi hayatını kuracak. Bir şekilde istediği hayata ulaşmak için bir çocuğun sidikli çarşaflarını yıkamak zorunda. İtirazı buna. Nurhan aslında başkaldıran, tavrını ortaya koymaktan çekinmeyen bir karakter ve çok direkt. Gerçekleri en açık haliyle söylüyor.

‘TAKLA ATARIM, BAŞIM DÖNER MUTLU OLURUM’

Nurhan’ın bir de yakın arkadaşı Hatice var... Köyün delisi de beri yandan. Birlikte toprak yiyorlar mesela…

Toprak, sıva ve benzeri şeyler yiyorlar evet. O da D vitamini eksikliğinden olan bir şey, özelikle de köyde kadınlar arasında çok rastlanılan bir durummuş. Arkadaşlıklarına ilişkin şunu söyleyebilirim. Nurhan da var olmak için bir arkadaş arıyor. Çok yalnız aslında. Sivrisin çok inatçısın derken dışlanmış bir karakter… Hatice de orda takla atıyor. “Ben takla atarım başım döner, mutlu olurum” bu kadar basit aslında.

Son olarak, sen bu hikâye ile bağ kurarken neler yaşadın?

İstanbul’da doğdum ve büyüdüm. O yüzden senaryoyu ilk okuduğumda da biraz çekindim açıkçası. Çünkü o kadınları tanımadığımı ve o coğrafyayı bilmediğimi fark ettim. Bu karakteri nasıl gerçekçi kılabileceğimi düşündüm. Ama sonrasında gerçekten çok araştırma yaptık, çok şey izledik, dinledik. Fakat benim için en vurucu şey o köye çıktığımız andı. Yusufeli’ne bir buçuk saat araba yolculuğuyla çıkılan bir dağdı. Ben hayatımda öyle bir coğrafya görmedim. Onların içerisinde olmak bile o gücü aslında hissettiriyor. Nasıl bir mücadele, o dağlar karakterlerin etrafında nasıl bir duvar örmüş ve o kayalıkların karakterlerin ruhunda nasıl bir iz bıraktığını oraya çıktığımda anladım. Bir buçuk saat çıkıyorsunuz yolda. Oraya çıkmak karakterime hazırlığımın en büyük parçasıydı. Telefon çekmiyor, internet yok, öyle bir yere çıkıyorsunuz. Her şeyden izole oluyorsunuz. Karakterim burada doğdu, büyüdü fikri ilk o an geldi.