Kadına şiddete dur demek mümkün

MELTEM TÜRKERİ

Kadına yönelik şiddet, ev içi şiddet, aile içi şiddet, yakın ilişki şiddeti... Tüm dünyada kadınların maruz kaldığı baskıyı tanımlarken kullanılan ifadeler bunlar ancak bu şiddetle mücadele edenler, dünyada her coğrafyada ve kültürde karşımıza çıkan erkek şiddetini tanımlamak için bu ifadelerin tam olarak yeterli olup olmadığını tartışıyorlar. Çünkü bu şiddetin kaynağını doğru tespit edebilmek ve nihayetinde şiddet döngüsünü kırabilecek politikalar üretebilmek için aile içi şiddet mağdurlarının tam olarak ne yaşadığını ve bunun neden toplumsal sisteme dair bir mesele olduğunu net olarak ifade etmemiz gerekiyor.

Rachel Louise Snyder bu kitabı yazarken, on yıl boyunca Amerika’da cinayete kurban giden kadınların aileleri, şiddet mağduru kadınlar, şiddet faili erkekler, ailelerini öldürdükleri için cezaevinde olan katiller, kadın hakları aktivistleri, failler için şiddet müdahale programları yürütenler, savcılar, politikacılar, polisler ve sağlık çalışanlarıyla görüştü. Her birinin hikâyesini kapsamlı ve şiddetin özüne inen toplumsal detaylarla aktaran Snyder, aynı zamanda şiddet önleme ekiplerinin çalışmalarını yakından inceledi, aile içi şiddet çağrılarına nasıl yanıt verildiğini görebilmek için farklı eyaletlerde polislerle devriyeye çıktı ve cezaevlerindeki şiddet müdahale programlarına katılarak pratikte şiddetle mücadelenin detaylı bir haritasını çıkardı. Bu harita bize sadece kadına yönelik şiddetle mücadelenin mevcut yollarını göstermiyor, aynı zamanda eksik yolları ve kurulması gereken köprüleri de işaret ediyor.

“Mağdur neden şikâyetini geri çeker?”, “Şiddet gören kadınlar neden partnerlerini terk etmiyor?”, “Erkekler neden şiddete yöneliyor?”, “Şiddet failleri değişebilir mi?” ve “Aile içi şiddet neden bir kamu sağlığı sorunudur?” gibi sorulara yanıtlar arayan Görünmeyen Yaralar, aile içi şiddetin önüne geçilmesi için bugün en önemli köprü olan İstanbul Sözleşmesi’nin ulusal televizyon kanallarında ve TBMM’de tartışmaya açıldığı Türkiye için de yakıcı bir önem arz ediyor.

Bugün, İstanbul Sözleşmesi’ne “Türk toplumunun aile yapısına zarar verdiği”, “erkekle kadını düşmanlaştırdığı”, uzaklaştırma kararları dolayısıyla “erkekleri evinden ettiği”, “kadınlara zararlı bir güç kazandırdığı”, “eşcinselliği özendirdiği” gibi gerekçelerle saldırılıyor ve sözleşmenin iptal edilmesini talep eden kampanyalarla Türkiyeli kadın hakları savunucularının on yıllar süren mücadelesi sonucunda elde edilen bütün kazanımlar tehlike altında. Oysa İstanbul Sözleşmesi toplumsal cinsiyete dayalı şiddete ilişkin kapsamlı tanımlamalar yaparak mağdurları her türlü şiddete karşı korumak ve ayrımcılığın önüne geçmek için imzacı devletlere belli yükümlülükler getiriyor.

Görünmeyen Yaralar da mağdurları şiddete karşı korumak ve ayrımcılığın önüne geçmek için atılması gereken adımları, kadın cinayetlerini önleyebilmek için sistemlerin neden ve ne yönde değişimlere mecbur olduğunun altını çiziyor. Önleyici mekanizmaları anlayabilmek için şiddeti üç farklı katmanda ele alan Snyder, kitabın ilk bölümünde şiddet mağdurlarına odaklanıyor ve aile içi şiddetin cinayete uzanan yapısını inceliyor; ikinci bölümde şiddetin kaynağı olan faillerle görüşüyor ve ceza sistemindeki boşlukların yanı sıra erkek şiddetini yaratan toplumsal kökenleri ele alıyor; son olarak şiddeti önlemek için ön cephede çalışan kolluk kuvvetleri, şiddet önleme ve izleme merkezleri, sağlık çalışanları ve kadın hakları savunucularıyla bir araya geliyor.

Bugünlerde tartışmaya açılan İstanbul Sözleşmesi, bu adımların etkin bir şekilde atılabilmesi ve kadın cinayetlerinin önüne geçilebilmesi için en önemli güvence. Amerika’da aile içi şiddetle etkili bir şekilde mücadele etmeye kararlı eyaletlerde kolluk kuvvetleri, sağlık çalışanları, hâkimler ve hak savunucuları tarafından yaygın olarak okunan bu kitap, İstanbul Sözleşmesi’nin kadınları nasıl yaşattığını kavrayabilmek için de epey önemli bir kaynak.