Kadına yönelik şiddet sistem ve rejim sorunu
Fotoğraf: BirGün

Aysun GEZEN
Zeynep KARATAŞ

Umutlarını yeni yıla taşıyamadı İzmir’de ve Manisa’da erkek şiddetiyle katledilen üç kadın… İzmir gibi insanların özellikle kız çocuklarını rahat okuyabilsin ve yaşayabilsin diye gönderdiği bir kentin kadın cinayetlerinin en çok işlendiği ikinci şehir olması birçoğumuz için şaşırtıcı gelebilir. Manisa’da evli olduğu iki kadını katlettikten sonra pandemi bahanesiyle erken tahliye eden katilin son evlendiği kadını da katletmesi hepimize dehşet veriyor. İzmir’de bir kadının, hakkında dört kez uzaklaştırma kararı verilen erkek tarafından yıllardır süren ısrarlı takip ve şiddet karşısındaki yardım çığlıkları, sorduğu haklı “Devlet neden bizi koruyamıyor?” sorusunu sorup acı ve öfkeyle dolmamıza neden oluyor.

Elbette kadın cinayetlerinin münferit olmadığını, yaşadığımız ile ya da bölgeye özgü bir sorun olmadığını biliyoruz. Günde en az üç kadın katlediliyor bu ülkede. Kadınların katili olan erkekler, iyi hal, kıskançlık, ‘sahiplik’ üzerinden ya da “Kadın olarak görevlerini yerine getirmedi” diye indirim alıyor, kamuoyu baskısının oluşmadığı her durumda cezasız kalıyor. Ceza alan istismar, taciz, tecavüz, şiddet ve katliam failleri ise pandemi bahane edilerek hem de bir devlet politikası olarak erken tahliye ediliyor ve bir kadının yaşamı daha sönüyor.

Sahiplik diyorum çünkü kadınlar en çok evli oldukları, boşandıkları ya da birlikte oldukları erkekler ya da baba, oğul gibi aile içinde tabi olmak zorunda sayıldıkları erkekler tarafından, sözde kendileri için en güvenli yer olan evde öldürülüyor. Kadının bağımsız, eşit bir birey ve özne olarak varoluşunu tanımayan, onu kendisine itaat etmekle yükümlü, sahip olunan bir eşya, şey gibi konumlandıran erkek egemen zihniyetin cisimleştiği o klişe cümleyi hatırlamak bile yeterli: Ya benimsin ya toprağın. [Artık] ona sahip olamadığında başka erkekler de olamasın diye öldürüyor. Kadının adı yine yok bu dağarcıkta.

Bir tarikat liderinin 6 yaşındaki kızını zorla, müridiyle evlendirmesinin ortaya çıkmasıyla tartışma alevlendi ve benzer onlarca örnek açığa çıktı. Yine bir tarikat adına “Başkasının cariyesini sahibi izin verirse alabilirsiniz” diyen erkeğin kadınları erkekler arasında değişilebilen köle olarak konumlandırdığını gördük. 9 yaşındaki kız çocukları evlendirilebilir diyen fetvalardan Diyanet TV’de kadınların, yanlarında mahremi olan erkekler olmadan 90 kilometreden uzağa gitmesinin yasak olduğunun söylenmesine giden yol çok kısa. Bu yol kız çocukları okutulmaz, kadının görevi kocaya itaattir, kadınla erkek hiç eşit olur mu, fıtrata aykırı diyen iktidar sahipleriyle kadınların üniversite de dâhil eğitim almasını yasaklayan Taliban’a da doğrudan bağlanıyor ki hatırlayın Taliban’ı ilk tanıyan da “Ters hiçbir yanımız yok” diyen AKP iktidarı olmuştu.

Devlet neden mi kadınları koruyamıyor? Çünkü korumak istemiyor. İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede hukuksuzca çıkıp yine hukuka aykırı şekilde Danıştay’da kararı yukardan bağlayan, devlet yurdunda koruma altında olan çocukların uyuşturucuya alıştırılıp başkalarına ‘satılmasından’ asli olarak sorumlu olan, eşitlik ve özgürlük talepleri için demokratik haklarını kullanan kadınlara ‘sürtük’ deyip makbul kabul ettikleri dışındaki her kadını terörist ya da ‘yollu’ ilan eden bir iktidardan bahsediyoruz. 4+4+4 eğitim sistemiyle, Milli Eğitim Bakanlığı yönetmelik değişiklikleriyle, yarattığı derin yoksullukla kız çocuklarının örgün eğitim alanının dışına itilmesinden, çocuk yaşta zorla evlendirilmesinden, istismar faillerini aklayacak yasa tasarısını her fırsatta Meclis’e getirip sunmaktan sorumlu iktidardan… Şimdi de anayasa teklifiyle kadın erkek arasındaki eşitlik ilkesini hokus pokusla uçurup erkeğin aile reisi olduğu, kadının tabi ikincil konumu yani eşitsizlik, sömürü ve şiddet üzerinde kurulu aile düzenini egemen kılmak, Medeni Kanunu yok edip kendi dinci-gerici anlayışları doğrultusunda şekillendirmek, bütün kadınların kılık kıyafetini bu kalıba uydurmak istiyorlar.

Kadına yönelik şiddetle, kadınların emeğinin değersizleştirilmesi, görünmez kılınması ve daha düşük ücretlendirilmesiyle sermayenin elde ettiği kâr arasında doğrudan bir ilişki var. AKP iktidarında kadına karşı derinleşen şiddet, sömürü işte aynı zamanda buna hizmet ediyor.

Kadınların şiddetten korunduğu, şiddet faillerinin ciddi yaptırımlarla karşılaştığı ama her şeyden önemlisi de kadınların arkalarından gelen ayak seslerinden, yaklaşan gölgelerden korkmadan özgürce dolaşabildiği sokakları yaratmak için yerel yönetimlere de sorumluluk düşüyor. İzmir’den yükselen yardım çığlığına, yardım talep eden kadını ve çocuğunu güvende hissettirecek eli uzatarak karşılık vermek zorundayız. Ama aslen şiddeti yaratan eşitsizliklere, derin yoksulluğa, güvencesizliğe karşı mücadele edip bu eril, kardan başka değer bilmeyen düzeni değiştirmek zorundayız. Sol Feminist Hareket, Ege Bölgesi’nde de bu iddialarla yola çıktı. Çünkü biliyoruz ki kadınların örgütlülüğü, dayanışması ve mücadelesi bu düzeni değiştirecek yegâne güçtür.