Yaşanılan coğrafya insanın kaderini belirler.

Doğruların sadece tartışılmaya açıldığı bu topraklarda ise bize düşen pay; yanlışların geçerliliği içinde erkek egemen yapının yarattığı ıstırap oluyor.

İktidarı hırsı ve çıkarlarının önem arz ettiği bu sosyal ve siyasi ağda, Erkek, kadını iktidarının kuvvetlendirici aracı haline dönüştürür.

Yaşam koşullarındaki ve mücadeledeki eşitlik, bilinçli olarak ortadan kaldırılmıştır. Erkek iktidarların gücünü dizayn etmek için kadınların üzerindeki yaptırımlar tarihsel bir derinliğe sahiptir. Böyle bir toplumda eşit iki insan kurgusu içerisinde kadını anlamak imkansızdır.

Kadın nezaketinin ve sevgisinin içeriği hiçbir zaman anlaşılmaz. Kadının bu genetik kodu her zaman zayıflık olarak algılanır ki; ereklerin duygusal körlüğü bu olmasına rağmen…

Erkeğin en büyük açmazı, duygusal derinliği bilmediğinden dolayı aşkı kadının sahibi olarak algılamasıdır.

Kadının doğurganlığındaki kutsallığı; onun tanrılar katında dahil şeytan ile eş değer olarak görülmesine neden olmuştur ki onun doğurganlığı; erkeğin doğa ile verdiği var olma savaşında, eşit koşullar içerisinde denge unsurudur. Erkeklerin acımasız iktidar hırsı, bencilliği kadın ve doğa dahil her türlü varlığı ve olguyu alınan ve satılan meta haline dönüştürür.

Feodal toplumların sosyal, siyasal ilişkileri ile çıkar ilişkileri iç içe geçmiştir. Erkek egemen yapının devamlılığını ve çıkarlarına zarar verecek kültürel ve sosyal unsurların hepsi neredeyse yok hükmündedir. Bu zayıflık, erkelerin iktidarlarını dizaynında yeni roller edinerek sanal bir kimliğine ulaşmasının yolunu oluşturmakta olup, kadın ve diğer cinsiyetlere karşı egemen ihtirası şiddetti kullanmayı hak olarak görür.

Son görüntü ise, kadının yakılması, kesilmesi, atılması ile sonuçlanan ölümler politik ölümlerdir.

İnsanlığa düşen pay içerisinde direnmek gerek. Neyin nereye kadar olduğunu bilinmemesine rağmen bir isyanı bastırmaya gerek yok.

Bir kadını sevmek yüzleşmektir.

Gittiğinde bile onu seversin.