Duygu Asena 34 yıl önce “Kadının Adı Yok” demişti. Kitap yayımlandıktan hemen sonra başbakanlık tarafından ‘çocuklara zararlı’ bulunarak yasaklanmış, poşetlenmişti. Çocuklara zararlı olan ev içi şiddet değil de kadının toplum içinde eşit olma talebiydi. Aradan geçen yıllarda kadın cinayetleri üçüncü sayfa haberlerinden düşmese de kadının adı hâlâ yoktu. Kadınlar bu haberlerde isimlerinin baş harfleriyle yer alıyordu. “Kadın mıdır, kız mıdır?!” adları en hafif tabirlerle hoppa, aşifte, yollu ve benzerleriydi. Erkeği yücelten, kadına yönelik erkek şiddetini normalleştiren hatta teşvik eden devlet ve iktidar yıllarca erkekleri korudu. Geçen yıllar bir şey değiştirmiyor. Kadınları bile isteye öldüresiye dövenler, tecavüz edenler, katiller ‘kasıtlı tahrik’, öfke kontrolü eksikliği, psikolojik sorunlar gibi sebeplerle tutuksuz yargılanıyor, pişmanlık ya da iyi hal sebebiyle ceza almadan kurtuluyorlar. Kadınların failleri belli.

***

Ataerkil devletin erkeği üstün gören aklı şimdilerde gerici iktidarın elinde boyut değiştirdi. Geldiğimiz noktada sırtını siyasal İslâm’a dayayan 19 yılık AKP iktidarı kadınları korumak yerine “kutsal” aile birliğini koruyarak onları katilleriyle yaşamaya mahkûm etmeyi tercih ederken şiddet gören kadına da sinirli erkeği tahrik etmeme görevi tanımlıyor. Ve günlerden bir gün –pardon gecelerden bir gece- şahsım devleti; bir şahısın isteğine itaat ederek İstanbul Sözleşmesi’ni usulsüzce tek taraflı olarak feshetmeye karar veriyor. Sebep? Bu sözleşme şiddeti teşvik ediyormuş! Şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül bir mücadele uzlaşısının kimi, nasıl ve neden rahatsız edebileceğini anlamaya çalışmak sanırım akıl yoluyla mümkün değil.

Sonuç olarak çığlıkları duyulmayan, yardım talebi geri çevrilen, ihbarı takibe alınmayan, can güvenliği sağlanmayan göz göre göre ölüme giden kadınların artık adları var. Kadının adı;

Münevver Karabulut
Özgecan Aslan
Emine Bulut
Ceren Damar
Yeldana Kahraman
NadiraKadirova
Aleyna Çakır
Rabia Naz
Şule Çet
Ceren Özdemir
Pınar Gültekin…

***

Liste uzun. Çok acı ve düşündürücü olan bir veri ise erkek şiddetine maruz kalan kadınların kurtulmak için isimlerini değiştirmek istemesi. Bakanlık verilerine göre kimliğini tamamen saklamak için başvuran kadınların sayısı her geçen gün artıyor. Kadının adı varsa bile yok ediliyor.

Yürek burkan haberler arasından aklımda kalan canı alınan kadınların arkalarında bıraktığı sosyal medya mesajları. Bir sonraki isim olacağını bilmeden; öldürülen bir kadının katilinin bulunması için vicdanlı mesajlar paylaşan Pınar ve Şule de öldürüldü. Tutuklanmayan ve haklarında yazılanlara pişkince cevap verenlerin, meydan okuyanların, katillerin fütursuz mesajlarını da hatırlayın. Aleyna Çakır cinayetinin baş şüphelisi mesela. “Ben ayakta durdukça siz kudurun” mesajını paylaşabilmek için kendisini nasıl güvende hissettiğini düşünebiliyor musunuz? Ya evladının gözü önünde boğazı kesilerek öldürülmüş bir kadının ardından “her cinayetin farklı bir hikâyesi var” diyerek boşanma sürecinde kadınları öldürme “çaresizliğine” kurban giden erkekleri anlamak için katledilene değil katile empati yapan Serkan İnci’nin aynı tavrı Münevver Karabulut cinayetinde de sergilemesine şaşırıyor muyuz? Kadın cinayetlerinin failleri yargılanmazken, bu paylaşımları yapanlar hakkında soruşturma açılmazken “İstanbul Sözleşmesi kaldırılmasın” demek üzere yaşam hakkını savunan, eşitlik mücadelesi veren kadınlara meydanlarda polis tarafından şiddet uygulanması için talimatı veren kim?!Bu kadın katillerinin sosyal medya hesaplarında iktidar yanlısı paylaşımlar, iktidarın yöneticileriyle yakın ilişkiler, boy boy fotoğraflar tesadüf mü? Bu cesareti nereden buluyorlar?

***

Batman’da ardında bıraktığı mektupta Musa Orhan’ın kedisine tecavüz ettiğini söyleyerek intihar eden İpek Er’in ölümüne sebep olan kişi ‘nitelikli cinsel saldırı’ suçundan 12 yıldan az olmamak üzere hapis cezası istemiyle yargılanırken avukatının savunması şöyle: “Bir babanın görevi kızını korumaktır, okutmaktır, intihara sürüklemek değildir.” Yani taciz eden değil de evlâdı canına kıyan baba suçluymuş. Bu tecavüzcü yavuz hırsız Ezgi Mola’nın vicdanlı seslenişi nedeniyle hakarete uğradığını iddia etme cüretini bulabiliyor. Onu tutuksuz yargılayan sistem Ezgi Mola için hakaret suçundan hapis cezası isteyebiliyor. Bu özgüvenle sanatçılarla bozmuş dava üzerine dava açıyor Musa Orhan. Özür bekliyor!

***

Ezgi Mola ne dediyse hep birlikte haykırıyoruz. Ezgi Mola yalnız değil çünkü İpek Er yalnız değil! Daha fazla kadının adını öğrenmek istemiyoruz. Kadınlar adlarını kendileri söyleyerek yaşasınlar istiyoruz.

Hakkında soruşturma açılan bir diğer sanatçı İlkay Akkaya’nın sözlerine ekleyebileceğim bir cümle daha yok. “Attığı bir tweet, katıldığı bir miting ve aslında demokratik hak olan bir eylemi gerçekleştirdiği için cezaevlerinde çürümeye terk edilen binlerce insanın yanında, bu türden şiddet eylemlerinin failleri ancak kamuoyu baskısıyla adalet önüne çıkarılıyor. Erkek faillerin hepsi bayrağın, ezanın arkasına sığınıyor. Bu zavallı, mide bulandırıcı güruh, tam da bunu besleyen devlet erki tarafından kollanıyor.”

Bir de sorum olacak: Gülistan Doku nerede?