Faşizmin dayandığı temel ailedir. 20’lerden bu yana tüm faşist liderler toplumun temelini aile görür, ki hayal ettikleri toplumun temeli gerçekten de çok çocuklu, kadının evde oturduğu, erkeğin çalıştığı, faşist ideolojinin ebeveynden çocuğa aktarıldığı ailelerdir.

Örneğin, Mussolini’nin 1932’deki bir konuşmasından: “...kadın boyun eğmelidir... Bir analiz gücü varsa da sentez gücü yoktur onun. Hiçbir zaman bir mimari yapıt ortaya koymuş mudur? Bir tapınaktan söz etmiyorum, bir kulübe kurmasını isteyin, kadınlar üstesinden gelemeyecektir. Kadın, bütün sanatların sentezi olan mimariye yabancıdır ve kaderi de bu noktada düğümlenmektedir... Bazı kadınların günümüzde, bazı ekonomik zorlukların baskısıyla, evinin dışında bir çalışma arar duruma düştüğünü biliyorum. Ama modern toplumda kadının gerçek yeri, geçmişte olduğu gibi aile ocağıdır.” (Maria Antonietta Macciocchi, Faşizmin Analizi)

Bu kadar açık ve net olmasa da günümüzde duyduklarımıza yabancı değil.

AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş’un cuma günkü konuşmasından:

“Biz aileyi sağlam tutabilirsek, kök hücre olan aileyi sağlam tutabilir, koruyabilir, iyileştirebilirsek diğer toplumsal hastalıkları da onararak şu fani toplumun içerisinde canlı tutmuş olabiliriz.”

“Türkiye’de aile yapısını bozmaya yönelik bazı sinsi ideolojik ve sapkın davranışlara rağmen, sistematik olarak çalışan bazı çevrelerin küresel eylemliliğine rağmen Türk toplumunun kök hücresi sağlamdır.”

“Aşırı bireyciliğin getirmiş olduğu ve bununla eşzamanlı olarak gelişen ve ideolojiler haline dönen aşırı hazcılık akımları ailenin köküne dinamit koymaktadır. Yalnızlaşmış olan bireyin, insanların evliliği gereksiz görmesi, insanların tek başına yaşamaları gibi bir anlayışın geliştirilmesi aileyle ilgili yaşadığımız sıkıntıların önemli kaynaklarındandır.”

Türkiye’de yaşayan kadınlar olarak bu sözleri AKP ile duymaya başlamadık tabii, ancak bunun sistematik ve planlı bir politika haline gelmesi ilk kez bu kadar görünür oldu. Ailenin aslında görece yeni bir ideoloji olan faşizmin değil kapitalizmin temeli olduğunu da biliyoruz ama kapitalizmin duruma uyum sağlayan esnek yapısına karşı faşizm önümüze daha keskin ve görünür duvarlar koyuyor.

O duvardan taşan laflardan bazılarını 19 yıldır sık sık duyuyoruz:

Erdoğan: “Anneliği reddeden, evini çekip çevirmekten vazgeçen bir kadın, iş dünyasında istediği kadar başarılı olsun, özgünlüğünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır, eksiktir, yarımdır.” (Haziran 2016)

Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ: “Bakanlığımızın ‘doğum kontrolü’ şeklinde çağdışı kalmış bir uygulaması yoktur. Bakanlığımız ‘Çağdaş Üreme Sağlığı’ kavramı çerçevesinde hizmetlerini yürütmektedir.” (Kasım 2016)

Binali Yıldırım’dan evlenen yeğeni Emine Yıldırım’a: “Emine, sen de havaya girme. Gökhan hiddetlendiğinde ‘Peki’ demesini bilmelisin.” (Eylül 2016)

Yine Erdoğan: “Nüfus planlamasıymış, doğum kontrolüymüş, hiçbir Müslüman aile böyle bir anlayışın içerisinde olamaz. Rabbim ne diyorsa, sevgili Peygamberimiz ne diyorsa biz o yolda gideceğiz. Buna bakacağız. Bunun içinde birinci derecede görev annelerindir. Neslin asıl sahibi annedir.”

‘Hazret’in kürtaj hakkındaki görüşleri ise malumunuz…

Kadının evlenip çocuk doğurmasını asli görevi sayan politikaların sonucu da ortada: Neredeyse her gün başka bir kadın için sosyal medyada adalet aranıyor; Sosyo Politik Saha Araştırması Merkezi’nin Covid-19 Kadının Etkilenimi ile Kadın ve Çocuğa Yönelik Şiddete İlişkin Türkiye Araştırma Raporu’na göre, pandemi sürecinde kadına şiddet yüzde 27,8 oranında arttı.

Ve söylem üzerinden asıl politikaya değil de politikanın izdüşümü olan söyleme karşı çıktığımız sürece de aynı sonucu tekrar tekrar yaşamaya devam edeceğiz.