Hikaye o kadar iyiydi ki, tür bilim kurgu da olsa, fantastik de olsa, dram ve korku da olsa hikayenin içindeki görünmez adamın bir metafora dönüşmesi otomatikman gerçekleşmişti

Kadının gücünden korkan ‘Görünmez Adam’lar

H. G. Wells’in 1897 yılında yayınlanan bilimkurgu kitabı Görünmez Adam (The Invisible Man) fikrinin, stil sahibi çağdaş bir güncellemesi diyebiliriz aynı isimli bu film için veya #Metoo esintili çağdaş bir twistli korku filmi de diyebiliriz. Film açıkçası bunların hepsinin toplamı.

Dahası ise yönetmen Leigh Whannell ve yapımcı Jason Blum’un harikalıkları. Whannell ismi ile ilk kez tanışmamız, Jasom Blum (Blumhouse) sayesinde Upgrade isimli filminde gerçekleşmişti. Yönetmenin, Blum birlikteliğini koruduğu ancak işin içine Universal Pictures’ın da dahil olduğu bu ikinci film ile yönetmen kendine korku janrın önde gelenlerinden James Wan, Jordan Peele ve Night Shyamalan isimleri arasında bir yer edindi ancak bir farkla, çağdaş ve bilim kurgusal kişisel imzası ile.

Film son derece gergin, heyecanlı ve sürpriz anlarla dolu. İnanılmaz bir şekilde yönetmen boş planlarla, sahnelerle bile seyirciyi korkutmayı başarmış. Kamera açıları çok iyi kullanılmış, sahneler ise harika planlanmıştı özellikle görünmez birisiyle girişilen çatışma sahnelerindeki koreografi tam isabetti.

Diğer pek çok korku filmindeki gibi karakterlere aptal hatalar yaptırılmamıştı ve karakterler genelde kendilerini başka seçeneklerinin kalmadığı anlarda bulmaktaydı. Filmin 7 milyon dolar gibi düşük bir bütçe ile çekildiği kesinlikle anlaşılmıyordu, sebebi yönetmenin başarısında gizli.

Filmin açılış jeneriğinden, inanılmaz gergin ilk kaçış sahnesinden ve o muhteşem mimarideki ev görüntüsünden, nasıl kaliteli bir yapım izleyeceğinizi anlıyorsunuz. Yavaş yavaş gerilimini yükselten film unutulmayacak restoran sahnesi ile ‘Hayır bu olmuş olamaz!’ dedirterek seyirciye tırnaklarını yedirtmeye başlıyor.

Laf aramızda o sahnede gözlerim yerinden fırladı! Tüm bu gerilim tırmanırken, travmadan kurtularak ayakta kalan kadın kahramanın mücadelesinin de başarı ile sonuçlanmasını heyecanlı bir şekilde desteklemeye devam ediyorsunuz. Kadının, hiç kimse inanmasa da, hiçbir şeyi kanıtlayamasa da kendisine ve iç sesine bu kadar inanması ve inatla bunun üzerine gitmesi ve bu esnada kendi gücünü bulması filmin en sevdiğim damarıydı.

HİKÂYE KURBANLA İLGİLİ

İsmine bakınca hikâyenin görünmez adam etrafında gelişeceğini düşünebilirsiniz ama bu filmi daha korkutucu yapan da bu zaten, hikâye görünmez adamdan ziyade kurban ile ilgili. Seyirci bilmediği şeyden daha çok korkuyor, orada mı değil mi anlayamamak, düşmanı görememek izleyiciyi koltuğunda kıvrandırıyor.

Film, zehirli bir ilişkide kadının nasıl manipüle ve istismar edilebileceğini gösteren çok zeki yazılmış bir hikayeye sahip. Ve hikaye tamamen kadın perspektifinden sunulmuş, kimseden destek almadan kadın kahramana dönüşen Cecilia’nın hikayesi bu. Elisabeth Moss’un varlığı bu karaktere çok şey katmış. Hitchcock sarışınlarından daha oturaklı, zeki ve güçlü gözüken bu oyuncunun varlığı kaliteli bir katman eklemiş karaktere.

Bir zorbayı terk eden kadının yaşadığı fiziksel, duygusal, psikolojik hasarları başarıyla aktarmış. Filmdeki oyuncular genel anlamda oldukça iyiydi. Görünmez Adam’ı oynayan Oliver Jackson-Cohen (The Haunting of Hill House dizisindeki bağımlı kardeş) çok az gözükse de, onu izlediğimiz sahnelerde karmaşık, tekin olmayan, öfkeli eski sevgili rolünün hakkını veriyordu. Hikaye o kadar iyiydi ki, türü bilim kurgu da olsa, fantastik de olsa, dram ve korku da olsa hikayenin içindeki görünmez adamın bir metafora dönüşmesi otomatikman gerçekleşmişti. Sinemada kaçırmayın derim.