Bazı Kuzey Avrupa ülkelerinde de rastlanan ama anavatanı İrlanda olan ilginç bir figür var: Sheela-na-gig. Yere oturmuş veya çökmüş pozisyonda, bacaklarının altından geçirdiği elleriyle vulvasını iki yana açan bir kadını gösteren figür, çoğunlukla taşa oyulmuş biçimde, kilise ve manastır gibi dinsel yapıların duvarlarında keşfedildi. Sayısı çok değil; 2017’de Uppsala Üniversitesi’nde hazırlanan bir çalışmaya göre bugün İrlanda’da 110, İngiltere’de 40 kadar, Kuzey Avrupa’da çok daha az Sheela-na-gig figürü var.

Neredeyse 10’uncu yüzyıldan itibaren kilise duvarlarında görülmeye başlanan ve konuyla ilgili temel kaynaklarda kabaca ‘memelerin Sheelası’ olarak adlandırılan figürün işlevi hâlâ anlaşılamamış olsa da, temelde iki farklı görüş hâkim: Anthony Weir ve James Jerman’ın Images of Lust - Sexual Carvings on Medieval Churches (Şehvet Görüntüleri - Ortaçağ Kiliselerinde Cinsellikle İlgili Oymalar, 1993) adlı kitabı konuyu epey eril bir bakış açısıyla ele alıyor. Yazarlar sheela-na-gig’in insanları cinsel arzulara karşı uyaran bir canavar figürü, şeytani güçleri uzak tutmak amacıyla bazı kiliselerin çatısına yerleştirilen canavar heykellerinin (gargoyle) şehvetle ilgili bir versiyonu olduğunu söylüyor.

***

Edith Guest’in 1930larda yaptığı çalışmalardan yola çıkan Barbara Freitag’ın Sheela-na-gigs - Unravelling an Enigma (Sheela-na-gigler - Bir Gizemin Çözülmesi, 2004) adlı kitabıysa, o güne dek yapılmış tüm araştırmaları karşılaştırarak ilerliyor ve konuyu mümkün olduğunca geniş ve disiplinlerarası bir bakış açısıyla inceliyor. Pagan kültürünün Hıristiyanlık üzerindeki etkilerini de çözümleyen Freitag, sheela-na-gig’i, kadını tanrısal güçlere sahip bir varlık olarak yücelten inanışlardan kültürel aktarımla taşınmış, korkutucu değil olumlayıcı bir figür olarak tanımlıyor.

Bu konuda yazılmış temel kaynakları okuduğum için, geçen ay gösterime giren Men/Adamlar adlı filmde bu figürle karşılaşmak çok şaşırtıcı ve heyecan verici bir deneyim oldu.

Film, erkeklerin tüm entelektüel güçlerini kadına yönelik şiddeti meşrulaştırmak için harcadığı bir dünyayı anlatıyor. Filmin baş karakteri Harper adlı genç kadın, ayrılmak istediğini söylediği kocası James’den şiddet görür. Üstüne üstlük James bir de tehdit savurur: “Benden ayrılırsan intihar ederim!”

Kadın ayrılma konusundaki kararlılığını gösterince adam intihar eder. Harper kendini toparlamak için bir süreliğine İngiliz taşrasında ücra bir köye gider. Kiraladığı evin bahçesine girdiğinde ilk yaptığı şey, ‘ilk günah’ı işlemek olur; bahçedeki ağaçtan kopardığı elmayı ısırır.

Köyde sadece, hem fiziksel olarak hem de düşünce ve davranış açısından birbirine çok benzeyen erkekler vardır. Her şeyden önce, hepsini aynı aktör canlandırdığı için böyle tabii, ama bu oyuncu tercihinin de çok sağlam bir nedeni var: Kadınlık durumları söz konusu olduğunda erkeklerin sığındığı o kolektif bilinç şemsiyesini göstermek… Köydeki erkeklerin hepsi, kadının gündelik yaşamını doğrudan etkileyen iktidar sahipleridir: Ev sahibi -aynı zamanda elma ağacının bulunduğu bahçenin sahibi), bar sahibi, kilise sahibi (rahip), yasa sahibi (polis), masa sahibi (diğer köylüler)...

Harper eski demiryolu civarında dolaşırken bir tünele rastlar. Tüneller dişil (vajinal) yapıları nedeniyle doğumun, bir dünyadan başka bir dünyaya geçişin sembolüdür. Tünelde kendi sesinin yankısıyla eğlenen Harper, ‘nefesini üfleyerek’ bir oto-fertilizasyona (döllenme) yol açar, tünelin öbür ucunda, çamurun içinden çıkan çırılçıplak bir adam Harper’ı takip etmeye başlar -yasak meyveyi yediği ve Adem’e yedirdiği için doğum yapmakla lanetlenerek cennetten kovulan Havva…

Harper’ın intiharın etkisinden kurtulmak için geldiği köy, travmayı bambaşka bir boyuta taşır: James’in ölümünden Harper sorumludur! Filmin bir sahnesinde Harper köyün kilisesine gider. Burada, bir yanında Yeşil Adam figürünün (Green Man: pagan inanışlarından kalma bir bahar, yeşerme, ‘yeniden-doğum’ sembolü) diğer yanındaysa sheela-na-gig’in bulunduğu bir vaftiz sunağı görürüz. Bu sunağın yanında ağlayan Harper, kilisenin tuhaf rahibiyle dertleşirken konuşmanın seyri tekinsiz biçimde değişir: “Peki, sana vurduktan sonra ona senden özür dilemesi için fırsat verdin mi? / Ne?! / Bu fırsatı verdin mi? / Hayır. Ama ben… / Erkekler bazen kadınlara vurur. Hoş değil tabii, ama öyle büyük bir suç da değil. / Ne?! / Seni rahatlatacak şeyleri mi istiyorsun yoksa gerçeği mi? Özür dileme şansı verseydin belki de şimdi hayatta olacaktı, değil mi?”

***

Bu ideolojik çarpıklığı somutlaştıran sembolik bir görüntüde, yan yatmış bir haçı rahibin fallik uzantısı olarak görürüz.

Sonraki bir sahnede aynı rahip Harper’a saldırırken kadını, kadının açık bacaklarını, açık vajinasını, açık ağzını -aslında sheela-na-gig’i tasvir etmektedir- bir türlü aklından silemediğini, bunun tek suçlusunun da yine Harper olduğunu söyler. Böylece, Harper’ın yaşadığı dünyanın erkek-egemen tavrı keskinleşir: Adamların yaptığı her şeyin nedeni bizzat kadınlardır. Hatta James kendini değil Harper’ı öldürseydi bile, yine kadının suçlu olacağı bir dünyadır bu… Öyle ya, bunun haklı tahriki var, haksız tahriki var, var OĞLU var.

Olayların zirve noktasında, bir gece köyün tüm erkekleri sırayla Harper’ın evine saldırır. Bu müthiş sahnede, Yeşil Adam ve sheela-na-gig figürleri hem yapısal hem de işlevsel olarak birleşir, erkeklerin vücudunda beliren vajinadan diğer erkeklerin doğduğunu görürüz: Çıplak adam (Adem?) oğlan çocuğunu, oğlan çocuğu rahibi, rahip bardaki köylülerden birini, köylü intihar etmiş kocayı doğurur. Kelimenin her anlamıyla zehirli bir erkeklik hali, sürekli kendini döllemekte, sürekli kendini doğurmakta, sürekli kendini çoğaltmaktadır. Tüm erkekler, tekil bir erkeklik durumunun farklı görünümleridir sadece…

Bunu indirgemeci bir yaklaşım ya da ‘erkek düşmanlığı’ olarak niteleyenler olabilir elbette, ama resmi ideolojisi emek ve kadın düşmanlığı üzerine kurulmuş bir dünyada bunun epey eril bir indirgeme olacağı açık… O yüzden, yaşasın sheela-na-gig!