Dünyada devletler ikiye ayrılıyor:

1- Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı olmayan devletler.

2- Ters bir yanı varmış gibi davranan devletler.

İlk gruptakiler işbirliği konusunda istekli. Sahada top kapmak için boşalan yerleri ivedilikle doldurmaları gerek. Yıkılan Afganistan’ın inşası için harcanacak paralara da, işlenebilecek ham maddelerine de iştahları kabarık. İkinci gruptakiler şimdilik beklemede. Çünkü onların yüzyıllardır dâhil oldukları bir gelişmiş, medeni, demokratlar ligi var. Dolayısıyla kafa kesen, meydanda kadın taşlayan, sinema, televizyon ve müziği yasaklayan, kız çocuklarının okula gitmesini engelleyen Taliban’ı hemen tanımak kolay değil. ‘İstikrar’ gereği, önünde sonunda gerçekleşecek bir anlaşma için karşı tarafın da biraz çabalaması gerekiyor değil mi ama? Mesela televizyonlara çıkıp kadın gazetecilere röportaj vermek, geçiş dönemi imaj çalışması için yararlı bulunmuş olmalı. Çünkü kadın hakları savunucusu ve sivil toplum aktivisti olan iki kadın gazeteci Mena Mangal ve Malala Maiwand cinayetleri hafızamızı hiç zorlamayacak kadar yakın bir zamanda işlendi.


***

Taliban değişti mi? Afganistan ‘zaferiyle’ cihatçı terörist örgütlerin takdirini kazanan Taliban, ‘modern’ dünyanın da onayını alarak meşruiyet kazanabilecek kadar ‘ılımlılaştı’ mı? Emperyal düşlerle başkalarının ülkelerine girip darmadağın ettikten sonra, baş edemedikleri yerde hadi bize eyvallah diyerek uçağına atlayıp giden o ‘demokrasi neferlerinin’ bölgenin ‘istikrarı için’ bu takiyeyi görmezden gelerek yeni bir diplomasi hamlesi başlatması acaba ne kadar sürer? Bu arada Taliban’ı tanımayacağını açıklayan renkli çoraplı, güler yüzlü Kanada Başbakanı Trudeau, üç bine yakın askeriyle Afganistan’da hangi sebeple bulunduğunu da açıklayabilir mi mesela? Yirmi yıl önce 11 Eylül saldırılarını sebep gösteren ABD’nin yanında, kraliçelerinin İngiltere’si ile birlikte Afganistan’a giren Kanada, bugün acaba Taliban’ı hangi ‘bağımsız’ hükümeti devirmekle suçluyor? Kendi sınırları içinde ‘dünyaya örnek olacak seviyede’ demokrat, özgürlükçü ama sınırları dışındaki ülke halklarının hak mücadelesine silah ticareti ve doğal kaynak talanıyla köstek olan batı tipi dış politika, önümüzdeki bir yirmi yıl daha ayakta kalabilecek mi dersiniz?

***

Topraklarında güneşin batmadığı ülke olarak anılabilmek için yeryüzünde sömürmedik kara parçası bırakmayan İngiltere’de düzensiz göç ile ilgili hazırlanan yasa tasarısına göre, ülkeye izinsiz giriş yapan göçmenler dört yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilecek. Buna göre, sığınma başvurusu sürecinde göçmenler ülke dışında bir göç merkezinde de tutulabilecek. Bu göreve en güçlü aday ülkenin, Erdoğan yönetimindeki Türkiye olması sanıyorum kimseyi şaşırtmaz. İnsan hakları evrensel bildirgesinde açıkça belirtildiği gibi; herkesin, her devlet sınırları içinde seyahat ve oturma özgürlüğüne hakkı vardır. Herkesin, sürekli baskı altında tutulduğunda, başka ülkelere sığınma ve kabul edilme hakkı vardır. Hele de o insanlar, elde silah demokrasi getirdik diyerek evlerini bastığınız insanlar ise!

***

Mülteci krizini sınıra dikenli tel döşeyerek, insanları geldikleri denize geri iterek ve de “Avrupa halkları kendi topraklarında huzur içine yaşıyorsa bizim sayemizdedir” diyen Erdoğan Türkiye’sine para vererek yönetmek isteyen bir batı var. Acımasız pazarlıkların öznesi kadınlar, çocuklar, yurtsuz kalan milyonlar açıkça umurlarında bile değil. Hâsılı bizim birbirimizin umurunda olmaktan başka çaremiz yok. Başta da ataerkil sistemin her coğrafyada açıktan ya da örtük, ama mutlaka ezmeye çalıştığı biz kadınların! Batının bugün kendine kadar sahiplendiği hak ve özgürlükler mücadele ile kazanılmıştır ve hepimize, insanlığa aittir. Dolayısıyla bugün en yüksek sesi, kazanılmış hakları diğer coğrafyalardaki kız kardeşlerinden esirgenen kadınlar, kendi emperyalist devletlerine karşı çıkarmalıdır. Dünyanın refahı, her geçen gün güçlenen ulusal kadın hareketlerinin, uluslararası dayanışma ağlarıyla eklemlenerek küresel bir güce dönüşmesine bağlıdır.