Bir yanda fetvalarla sarılmaya çalışılan yaşamlarımız diğer yanda en önde ellerini “yaşam bizim ellerimizde” der gibi kaldırarak yürüyen Cerattepeli kadınların sesi var

Kadınlar, direniş ve karanlıkta mor parıltılar

HANDE GAZEY*

Klasik bir 8 Mart yazısına başlamakla 2016 8 Martının yazısına başlamak arasında şimdi derin bir uçurum var gibi. Bu yazı, Suruç’un, 10 Ekim’in, savaş ve göçle parçalanmış, kaybedilmiş hayatların ardından biriken öfkemizin, acımızın, kalbimize iğnelenmiş yüzlerce yıldızın isyanının kelimelerini taşıyamayacak belki; ama kadınlar bu 8 martta her adımlarında bunu da bir kez daha anlatacaklar.

Yine de bir cümle kurulacaksa eğer; bir yanda fetvalarla sarılmaya çalışan yaşamlarımız diğer yanda en önde ellerini “yaşam bizim ellerimizde” der gibi kaldırarak yürüyen Cerattepeli kadınların sesi var. Handan Koç’un bu hafta BirGün’de yayınlanan söyleşisinde dediği gibidir ahvalimiz: “Öyle bir ateş var ki yanan şu anda Türkiye’de en kötü şeyler ve en güzel arayışlar iç içeler.”

Bu arayışın en önünde tıpkı Cerattepe’de olduğu gibi kadınlar var, tıpkı Gezi’de deneyimlediğimiz gibi kadınların yaşam ve özgürlük talepleri var, kendilerine açılan savaşa karşı direnişleri var.

Kaçınılmaz olarak konuşacağımız gerçek bugün İslami faşizmin kadına, kadın bedenine, emeğine özcesi yaşamlarımıza açtığı savaş evet; fakat asıl tartışmamız “bizim güzel arayışımız”ın yolu olacak, onun gerçek mücadele zeminlerini geliştirip geliştiremeyeceğimiz olacak.

Sandra Ezquerra, Öfkeliler Hareketi’ni değerlendirirken dünya üzerindeki hareketlerde kadınların müthiş bir rol oynadığını ifade ediyor: “Genellikle, adları meçhul hayaletler olduk fakat mücadelemiz oldukça mühimdi.”

Bahsedilen hayalet bizim coğrafyamızda da dolaşıyor elbette. Erkek egemenliğinin dinsel bir baskıyla bütünleştiği ülkemiz özgünlüğünde, kadınlara her dönemde ağırlaştırılmış bir baskı uygulandı. Fakat içinde bulunduğumuz dönemi kadına yönelik bir savaş dönemi olarak özelleştirebiliriz, sanırım bu cümle yetmeyecek daha açığı şöyle: Karanlık ve akıl almaz şeylerin yaşandığı bir coğrafyadayız. Modern çağın köleliğinin, Ortaçağ zihniyeti ve eylemleriyle birleştiği adına ne desek az gelecek bir noktadayız! Evet, IŞİD’in kadın köle pazarları sanki başka bir zamana aitmiş gibi geliyor; ama yanı başımızdaki Diyanet fetvaları IŞİD’le aynı çağ ve coğrafyada olduğumuzu bize hatırlatıyor. Tecavüze uğrayan kadının ardından “gece 3’te sokakta ne işi var” sorusunun bir meczupluk ifadesi değil, iktidarın ve toplumun yeni normu olduğunu fark ettiğimizde aslında nasıl bir kuşatılmışlıkla içinde olduğumuzu görüyoruz.

İktidar, İslamcı faşizmi en çok kadın bedenini kontrol altına tutarak icra ediyor. Adeta kadını yeniden biçimlendirerek, toplumu da formatlıyor. Dinsel retorikle, ekonomik sömürü iç içe geçmiş şekilde, esnek çalışmanın, güvencesizliğin odağına yerleştirilen kadın geleceksizlik ve yoksulluk kıskacına alınıyor. Kadınların var oluşlarına yönelik bu baskının sokak gücü haline gelen erkek şiddeti ise ölümle sınandığımız bir gündelik yaşamı dayatıyor.

İşte bizim «hayalet»imizin dolaştığı coğrafya ve zaman! Ama her şeye rağmen dolaşıyor o adları bilinmeyen hayaletler! Çünkü, kadınlar için mücadele, hayatla ölüm arasında, özgürlükle tutsaklık arasındaki bir mücadele aynı zamanda. O yüzden kadınlar, bu kuşatmaya karşı pek çok zeminde kolektif bir varoluş ve direniş zemini oluşturmaya çalışıyor. Kendisine yönelen gerici tehdidi kırmak için bir adım öne çıkıyor. Her gün erkek şiddetiyle öldürülen, tecavüze uğrayan, iktidar eliyle aşağılanan, Diyanet fetvalarıyla etek boyundan, gülme çizgisine kadar belirlenmeye çalışılırken nefes almak için başka türlüsü mümkün değil!

Yaşamı kuran, ellerinde tutan ve yaşamlarının kendisi direniş haline gelmiş hayaletlerin izlerini sürersek; toplumsal mücadeleler içinde kadınların isyanı, gericilik karşısındaki en önemli direnme damarlarından bir tanesi olarak öne çıkıyor.

Bu bir isyan! Ama bu isyanın henüz bir bedene ve dile kavuştuğunu, sürekli hale geldiğini söyleyemiyoruz. Dedik ya, “en güzel arayışlar.” Bizim güzel arayışımızın gerçek ve kalıcı değişiklikler yaratacak bir örgütlülüğe dönüşebilmesi için belki de tepkiselliğin ötesine geçen kurucu bir zemin arayabiliriz. Kurucu zemin vurgusunu bir çatı oluşturmaktan öte öncelikle pek çok noktada biriken deneyimleri paylaşmak ve çoğaltmak ve arasında bağlar kurmak olarak görmek daha doğru olacaktır. Bu ilişkilenmeyi aynı zamanda toplumsal muhalefet bütünlüğüyle de kurmaya ihtiyaç var. (Karşılıklı örülen duvarların aksine kadın hareketinin bugün açılan damarlarına baktığımızda muhalefet bütünlüğünde ve politik ve toplumsal bir karşı çıkış içinde olduğunu görüyoruz. Öte yandan özellikle AKP’nin özgürlük propagandası altında geliştirdiği gerici saldırı dalgasına kadın hareketi içinden de soyut bir özgürlük anlayışı ile destek veren yaklaşımlar önemli oranda etkisizleşti.)

Parantez içlerinde boğulmadan iz sürmeye ve arayışımızı konuşmaya devam edecek olursak statik değil, dinamik bir sürecin örgütlenmesinden söz edebiliriz: Öncelikle saldırının çeşitliliği karşısında karşı çok yönlü bir mücadelenin düşünülmesi önemli bir nokta olabilir.

Dedik ya kadınlar için yaşamın kendisi bir mücadele ve çeşitli biçimlerde-çeşitli taleplerle bu isyanı sürdürüyoruz. Şimdi gel de bunu kağıda dök, sınırlarını kağıt üzerinde belirle. Başka bir arayışın içerisindeyiz: Sınırları kağıt üzerinde çizilmiş bir biçimi reddederek daha gerçek zeminleri ortaya çıkarmak, var olanları büyütmek, birbiriyle ilişkili hale getirmek. Mesela kadına yönelik ideolojik saldırılara karşı bir cephe açmak. Sosyal-iletişimsel eylem alanları oluşturmak. Sosyal medya ve siber aktivizm bağlamında geliştirilmiş deneyimleri incelemek, var olanları güçlendirmek. Kadın sorunlarında duyarlılık yaratacak, katılımcılığı ve fikri gelişkinliği arttıracak eylemlilikler örgütlemek. Kadınların sözünü-iradesi güçlendirecek dayanışma zeminleri, özellikle de emekçi -yoksul yerlerde kadının sosyal-ekonomik dayanışmasını güçlendirecek zeminler yaratmak. Kadınları bulundukları, yaşadıkları yerlerde yan yana getirecek ve sorunları dayanışma ile çözen, kendi sorunlarını, ihtiyaçlarını ve araçlarını belirleyerek hareket eden ağlar oluşturmak. Bunlar, kadınların farklı tepki ve ihtiyaçlarına yanıt vermeyi ve tüm bunları ortak-birleşik bir ses haline getirmeyi temel alan bir yaklaşımla hayata geçirilebilir. Yok bunlar kağıda öylesine ezberler olarak yazılmadı ya da yapılmamışın tarifi değil bizzat izini sürdüğümüz “hayalet”lerin peşinden geldik buraya. Haziran’da sokağa çıkan kadınlar, yaşadıkları tüm sorunlara karşı çözümü kendi inisiyatiflerinde buldu. Özgürleşme ve eşitlik arayışlarını, bulundukları yerde doğrudan-kurucu bir eylemle ürettiği için Gezi kadındı. Kadınlar en önde, yaşamı taşıdıkları ellerini havaya kaldırarak iş makinalarını durdurduğu için Cerattepe kadındı. Kadınlar savaşın ortasında polis barikatına kurutulmuş biber astıkları için yaşam kadın!

O yüzden bugünkü karanlık düzlem içinde mor parıltılar taşıyor, kadınların bugün, yaşadığı alana, mekana, yaşama müdahale eden, iz bırakan ve dönüştüren eylemleri çoğaldıkça o parıltılar karanlığı aydınlatacak.

*Nar Kadın Dayanışması