Bastırılmış, kuşatılmış, siyasal ve ekonomik krizlerin girdabındaki İran’da toplum artık baskı ve buhrandan yılmış durumda. Ülkedeki bu baskı ve bunalımı en şiddetli yaşayan kesim ise kadınlar. Bu isyanın geçmişteki ayaklanmalardan farkı, özünde reform değil köklü bir dönüşüm, bir devrim talebinin yatmasıdır. Artık kavga her iki taraf için de varoluşsal bir hale dönüştü. Buradan dönüş zor.

Kadınlar dönüşüm değil devrim istiyor
Altın Portakal’da gösterilen \Narperi'nin Bileziği\ film ekibi, kadınların mücadelesine destek için saçlarını kesti. (Foto: AA)

İbrahim VARLI

İran’da ahlak polisleri tarafından şeriat kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle öldürülen Mahsa Amini’nin hesabını sormak için meydanlara çıkan kadınların eylemleri üçüncü haftasını devirmek üzere. Kadınların teokratik rejime karşı başlattığı isyan tüm baskı ve şiddete rağmen devam ederken, yaşanılanlar dinci gericiliğin tahakkümü altındaki bölgede laikliğin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. Doktorasını London School of Economics’te (LSE) İran ve Türkiye’nin siyasi ve kurumsal dönüşümünü karşılaştırmalı olarak incelenmesi üzerine yapan Londra SOAS Üniversitesi’nde görev yapan Dr. Karabekir Akkoyunlu ayaklanmanın nedenlerini ve etkilerini değerlendirdi.

Tarihte belki de ilk kez bu çapta bir kadın isyanına, kadınların öncülük ettiği bir ayaklanmaya tanık oluyoruz? Neden?

Birkaç sebebi var. Birincisi, İran toplumu kendine giydirilen ideolojik ve siyasi gömleğe kesinlikle sığmıyor. Aslında bu gömlek topluma başından beri dar geliyordu ama sistemin bazı “havalandırma” kanalları vardı, bu şekilde nefes almak ve düzeni idame ettirmek mümkündü. Son on küsür yıl içinde İran devleti, daha doğrusu devlet içinde egemen konuma gelen gelenekselci fraksiyon, tedrici değişim taleplerini tek tek bastırdı ve bu kanalların hepsi tıkandı. Toplum artık siyasi baskı ve ekonomik buhrandan yılmış durumda ve bu yılgınlık zaman zaman bugün şahit olduğumuz toplumsal patlamalara yol açıyor. Eskiden İran’da on yılda bir büyük bir halk hareketi ortaya çıkarken (1999’daki öğrenci olayları, 2009’daki Yeşil Devrim gibi) artık neredeyse her yıl böyle bir patlama yaşanıyor.

İkinci ve buna bağlantılı olarak, toplum içinde bu baskı ve bunalımı en şiddetli hisseden, yaşayan kesim kadınlar oldu. Kadınlar 1979 İran devriminin de ön saflarında yer aldı. Fakat devrim sonrası kurulan düzende en çok hak kaybeden de onlar oldu. Kanun önünde eşit vatandaşlıktan ikinci sınıf vatandaşlığa gerilediler. İslam Cumhuriyeti’nin ahlak düzeni kadınların giyinişi, davranışı ve toplumsal konumunu üzerinden şekillendi. Erkekler ise bu baskıyı çok daha hafif hissettiler.

Dolayısıyla, İran’da kadın mücadelesi devrimden sonra da aralıksız devam etti. Zorunlu örtünme yasasına karşı ilk büyük protesto, 8 Mart 1979’da gerçekleşti. Kadınlar eşit olmayan şartlarda ayakta kalmak, haklarını aramak için erkeklere göre çok daha güçlü, cesur, yaratıcı ve dirençli olmak zorunda bırakıldılar ve böyle de oldular. Bunu özellikle İran’ın büyük şehirlerinde gündelik hayatta gözlemlemek mümkündür. Son yıllarda sistemin iyice tıkanması ve baskının artmasıyla, bu mücadele bireyselden tekrar kitlesel bir hale dönüştü.

Dr. Karabekir AkkoyunluDr. Karabekir Akkoyunlu

VAROLUŞSAL BİR KAVGA VERİLİYOR

Bu isyanın geçmişteki ayaklanmalardan, 2009’daki Yeşil Devrim’den farkı var mı? Kadınlar molla rejiminde ne tür bir gedik açacaklar?

Bu isyanın geçmişteki ayaklanmalardan en büyük farkı, özünde reform değil köklü bir dönüşüm, bir devrim talebinin yatmasıdır. 2009 yılındaki protestoları ateşleyen sistematik hile ve usulsüzlük ile seçmenin demokratik iradesinin gasp edilmesiydi. Ana talep şeffaf ve adil bir oy sayımıydı. Hareketin liderleri Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi gibi reform yanlısı ama son tahlilde sistemin içinde hareket eden aktörlerdi. Rejim, protestoları şiddet yoluyla bastırmaya girişince tabii talepler de sertleşti. Rejim 2009 ve ondan sonraki ayaklanmaları bastırarak kendi sınırlı demokratik meşruiyetini yok etti ve bugüne gelen taşları döşemiş oldu. Bugün ne sokakta ne siyasette ciddi ciddi reform talep eden kimse yok.

O yüzden artık kavga her iki taraf için de varoluşsal bir hale dönüştü. Buradan dönüş zor. Devrim talep edenlerin en büyük handikabı örgütsüzlük ve lidersizlik. İlk anda bu bir avantaj gibi gözükse de uzun vadede direnişi bu şekilde sürdürmek ve başarıya ulaştırmak çok zor. Ayrıca örgütlü de olsa, bunu bir kesimin -kadınların kendi başına- başarması zor. Daha deniş kesimleri içine alacak bir örgütlülük lazım. Bu noktada, işçilerin ve işçi hareketinin olası desteği hayati önem taşıyor. Genel grev sözü ediliyordu fakat sanırım olmayacak. Rejim baskıyı artıracaktır, zaten başka bildiği yol yok bilenleri çoktan dışladılar veya susturdular. 2019’daki ayaklanma ve sonrasında en az 1500 kişi öldürülmüştü. Çok paydaşlı, sistematik bir direniş örgütlenemediği ve protestoların zaman içinde direncini yitirdiği noktada benzer bir kıyımın yaşanmasından korkarım.

İran’daki isyanın toplumsal-sınıfsal dinamikleri neler? Kimler ayaklanmayı destekliyor, kimler karşı?

İran içlerinden sağlıklı haber almak zor. Kadın hareketinin şehirli ve orta sınıf temelleri olduğunu ve bu süreçte de üniversitelerin ön plana çıktığını söylemek mümkün ama isyanı yalnız bu kesime mal etmek doğru olmaz. Birincisi ayaklanmalar sadece Tahran’ın kuzeyinden ibaret değil, Meşhed’den Reşt’e, Şiraz’dan Kirman’a ülkenin dört yanında protestolar var. İslam Cumhuriyeti, kadınlara geniş eğitim hakkı vererek, ama sonra toplumsal hayatta onları yeterli yer açmayarak kendi paradoksunu kendi yarattı. Taşralı, muhafazakar ailelerden gelip içinden çıktığı düzene isyan eden birçok kadın var.

İkincisi, dış basında belki yeterince yer almıyor ama, bu isyanı bir Kürt ayaklanması olarak da okunabilir. Öldürülen Mahsa (diğer adıyla Jina) Amini İranlı bir Kürttü. Protestolarda sıklıkla kullanılan “zan, zendegi, azadi” (kadın, yaşam, özgürlük) sloganı Kürtçe “jin, jiyan, azadî”nin Farsçalaşmış hali.

İran’da rejim içi fraksiyonların farklı toplumsal-sınıfsal tabanı vardır. 90’lar ve 2000’lerde İslami sol reformculuğa evrildikçe daha çok orta sınıfa hitap etmeye başladı. Ruhani lider Ali Hameney’in temsil ettiği gelenekselci sağ ise, 90’ların sonlarından itibaren lümpen proleter bir tabana evrildi. Rejimin en tepesinde gittikçe zenginleşen mollalar, kamu kaynaklarının ve petrol rantının dağıtımıyla sadık bir kitle desteği sağladı. Örneğin besic milisleri böyle bir tabandan gelmektedir. Gelenekselciler 2000’lerden itibaren devlet aygıtına yavaş yavaş hakim oldu ve diğer fraksiyonları dışladı. Şu anda isyanın hedefinde olan kendileri.

Bununla birlikte, dışlanmış olmakla birlikte hala rejimle bağlantısı olan Hatemi, Ruhani gibi “ılımlılar”ın gelinen noktada pek sesi çıkmadığını görüyoruz. Bunun da iki sebebi olabilir. Birincisi artık ne halk ne rejim nezdinde sözlerinin bir ağırlığı kalmadı. İkincisi, düzen yıkılırsa kendileri de enkazın altında kalmaktan korkuyorlar.

Kadın isyanı bize ve Ortadoğu’ya ne söylüyor?

Dünyanın dört bir yanında süregelen, farklı koşullarda olmakla birlikte, birbirinden beslenen, ilham veren ve destek alan küresel bir kadın hareketleri ağından bahsedebiliriz. Örneğin, Brezilya’da Bolsonaro’ya karşı direnişin de en ön safında kadınlar var. Keza ABD’de Yüksek Mahkeme’nin kadın hakları konusunda verilmiş hakları hızla geriye almasına karşı yükselen bir direniş ve örgütlenme söz konusu. Bu açıdan İran’daki isyanı ne sadece İran’a ne de Ortadoğu’ya özgü görmek doğru olmaz. Öte yandan, Ortadoğu’da kadın hareketlerinin, kadınların yer yer çok çetin şartlarda, fiziksel şiddet hatta öldürülme riskini göze alarak yola çıktığını da teslim etmeliyiz. İranlı, Türk, Kürt, Arap kadınların cesareti başka toplumların ve kesimlerin hak mücadelelerine örnek oluyor, cesaret veriyor.