Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararı’nın iptali için açılan duruşmaların sonuncusu bugün Danıştay’da görüldü. Duruşma sonunda Danıştay Savcısı, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili Erdoğan'ın kararının iptali talebini yineledi. Heyet başkanı, kararın adli tatil öncesi açıklanacağını bildirdi.

Kadınlar, İstanbul Sözleşmesi için 4'üncü kez Danıştay'da: Savcı, Erdoğan'ın kararının iptali talebini yineledi

Nisa KÜÇÜK

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir gecede aldığı İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına karşı kadınlar sözleşmeden vazgeçmiyor.

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararı’nın iptali için açılan ve haziran ayı boyunca üç grup halinde planlanan duruşmaların sonuncusu bugün Danıştay’da görüldü. Savcı Aytaç Kurt mütalaasında, fesih kararının iptalini talep etti. Savcının talebi salonda uzun süre alkışlandı.

KARAR ADLİ TATİL ÖNCESİ AÇIKLANACAK

Mahkeme heyeti, kararın 20 Temmuz'daki adli tatil öncesi tebliğ edileceğini açıkladı.

Duruşma talebiyle açılan davaların sonuncusu bugün 09.45'te başladı. Davacılar arasında Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipler Birliği (TTB), Ankara Diş Hekimleri Odası ve çok sayıda baro var. Duruşmayı Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka da takip etti.

Danıştay 10'uncu Dairesi'nin yürüttüğü davada, heyet içinde iki farklı yargıç yer aldı. Önceki duruşmalardaki heyette yer alan iki yargıcın mazeretli olduğu öğrenildi.

DURUŞMADAN

DANIŞTAY SAVCISI KURT: DÜZENLEMENİN İPTALİNİN GEREKTİĞİ DÜŞÜNÜLMEKTEDİR

Savunmaların ardından Danıştay Savcısı Aytaç Kurt, mütalaasını tekrarladı. Kurt, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iptaline karar verilmesini talep etti. Kurt, “Dava konusu düzenlemenin iptalinin gerektiği düşünülmektedir” dedi.

SÖZLEŞMEDEN NEDEN RAHATSIZSINIZ?

Cumhurbaşkanlığı’nın avukatının savunmasının ardından tekrar söz alan Av. Öztürk, şu ifadeleri kullandı: “Davalı ısrarla bütün iddialarımızı bir yetki tartışmasına sıkıştırmaya iddialarımızın bunda odaklandığını ifade etmeye çalışıyor. Yani konuştuklarımız mı anlaşılmıyor yoksa verecek cevapları mı yok da bunu yapıyorlar anlayabilmiş değiliz.

Şunun cevabını duymak istiyoruz: Bu sözleşmedeki neyden rahatsız oldunuz? Şiddetin önlenmesinden mi, ayrımcılığın baskının ortadan kaldırılmasından mı? Kadınlarla erkeklerin eşit olmasından mı neyden rahatsız oldunuz da sözleşmeden korktunuz?

Burada davalı şiddetle mücadeleye devam ettikleri gibi beyanlarda bulunuyor. Devam etmeselerdi ne olacaktı bunu merak ediyoruz açıkçası. Mesela erkekler ellerine satırı bıçağı alıp önlerine çıkan kadınlara mı saldıracaklardı, diyecektim ki zaten tam da böyle günler yaşıyoruz.

Son olarak, davalı idare temsilcisi başka sözleşmelerden çıkmaya ilişkin bir çalışma yok, şu yok, bu yok diyor ama bu ülkede bakanlar görevden affını istediklerini ertesi gün resmi gazetede yayımlanınca öğreniyorlar; sonu öyle olmaz umarım.”

CUMHURBAŞKANLIĞI ADINA EMRE TOPAL: KARARIN HUKUKA UYGUN OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUZ

Dava açan kurumların ardından Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı Hukuk ve Mevzuat Genel Müdürlüğü Milletlerarası Anlaşmalar Daire Başkanı Emre Topal, Cumhurbaşkanlığı kararını savundu. Sözleşmede çekilme kararıyla şiddetle mücadelenin aksatılmadığını iddia eden Topal, şunları söyledi:

“İstanbul Sözleşmesi’nin sona erdirilmesi kadına yönelik şiddete karşı yürütülen mücadelede bir sorun oluşturmuyor. Dava dilekçelerine baktığımızda temel iki konu üzerinde duruluyor. Temel hak ve özgürlükleri konu olan sözleşmelerden Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle çıkılamayacağı söyleniyor. Kararın usul ve esas ilkesine uymadığı da iddia ediliyor. Bu iddiayı da kabul etmiyoruz. Karanın hukuka uygun olduğunu düşünüyoruz. Milletlerarası sözleşmelerden çıkmanın birçok çeşidi vardır. Fesih de bunlardan biridir. Milletlerarası anlaşmalar dış hukuka girer. Parlamentonun kararıyla gelen bir sözleşmenin Cumhurbaşkanlığı Kararlıyla fesih edilebileceğini savunuyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak 6284 sayılı kanunun geçerliliğini hiçbir şekilde etkilememektedir. Kadınlara yönelik şiddetle mücadele durmaksızın devam etmektedir. Karşı tarafın savunmalarında ‘İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması diğer uluslararası sözleşmelerden çıkışın da önünü açılacak’ deniliyor. Bu düşünce gerçeği yansıtmıyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi böyle bir gündem yok. Bu iddiayı söyleyenler kendi itibarını zedeler.”

Taksim'de 'İstanbul Sözleşmesi'nden Vazgeçmiyoruz' eylemi-Temmuz 2021 / Fotoğraf: DepophotosTaksim'de 'İstanbul Sözleşmesi'nden Vazgeçmiyoruz' eylemi-Temmuz 2021 / Fotoğraf: Depophotos

TMMOB ADINA SAVUNMA YAPAN AV. ÖZTÜRK: KADINLARIN SESİNE, SÖZÜNE KULAKLARIN KAPATILDIĞI GÜNLERDEN GEÇİYORUZ

Davada, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) adına konuşan Av. Ekin Öztürk, şunları dile getirdi: “Davayı, müvekkilim Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği adına açmış olmakla birlikte esasında bugüne kadar burada 3 etapta görülen duruşmalarda olduğu üzere katledilen, şiddete ve ayrımcılığa maruz kalan, bedenleri, emekleri ve sözleri üzerindeki hakları ellerinden alınmaya çalışılan tüm kadınlar adına sözlerimi sürdürmek istiyorum. Daha evvel onlarca meslektaşım dava konusu Cumhurbaşkanı kararının Anayasa’ya, uluslararası insan hakları metinlerine ve neticeten hukuka aykırılığını detayıyla ifade etti bu bakımdan tekrara düşmek istemiyorum. Fakat tekrar tekrar üzerinde durmak istediğim birkaç hususu da ifade etmeden geçmek istemiyorum.

Tekrar tekrar üzerinde durmak istiyorum çünkü kadınların sesine kadınların sözüne kulakların kapatıldığı günlerden geçiyoruz. O yüzden ben bir kez daha tüm kadınların çığlığını ve öfkesini haykırmak istiyorum.

Şunu da ifade etmek isterim; şiddetin önlenmesini, ezilen tüm kesimlere yönelik ayrımcılık ve baskının önüne geçilmesini hedefleyen bir insan hakları metninin feshedilmesi, temel bir insan hakları sözleşmesinden çıkılması hakkında konuştuğum için de utanç duyuyorum.Biz şunu bilmek istiyoruz Sayın heyet, İstanbul Sözleşmesinden neden çıkıldı? Bunun sebebini bilmek istiyoruz. Bu yetki tartışmasının çok ötesinde. Biz hem kadınlara ve cinsiyet ayrımcılığına uğrayan tüm kesimlere yönelik toplumsal cinsiyet temelli şiddetle ve hane içi şiddetle mücadeleyi öngören, bu şiddetin temel bir insan hakları ihlali olduğunu vurgulayan; yalnızca fiziksel değil, ekonomik, psikolojik her türlü şiddet ve taciz ile mücadeleyi öngören bir düzenlemeden neden çıkılır biz bunu bilmek istiyoruz. Nasıl bir amaç, nasıl bir sebep buna yol açabilir bilmek istiyoruz.

Kadınların yaşamları neden değersiz görülüyor, şiddete uğrayanların hakları neden değersiz görülüyor, ayrımcılığın önü neden açılmak isteniyor biz bunu bilmek istiyoruz. Şu kalemin bile üretimi, korunması için bir sürü mevzuat varken bizim yaşamımız bu kalemden daha mı değersiz de yaşamlarımızı koruyan bir sözleşme feshediliyor biz bunu bilmek istiyoruz.

Bu sözleşme ayrımcılığa mı yol açıyor? Bu sözleşme Anayasa’ya mı aykırı? Bu sözleşme Yasalara mı aykırı? Bu sözleşme insan hakları ihlaline mi yol açıyor? Hayır. Bunlara ilişkin bir iddia bir savunma davalı beyanlarında var mı? Hayır. Olsa bile, yasalara aykırı olsa bile en temel hakları, yaşam hakkını, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını güvence altına alan bir sözleşmeyi yok sayabilir misiniz? Sayamazsınız. Ne diyor Anayasa usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır, diyor. Tek tek sözleşmenin maddelerini okuyacak değilim. Muhakkak okumuşsunuzdur. Muhakkak biliyorsunuzdur. Ama kısaca hatırlatmak gerekiyor belki de neyi konuşuyoruz biz. Bu kadar insan, bu kadar kadın, bu kadar kurum kuruluş neyin savunusunu veriyor.

Ne diyor İstanbul Sözleşmesi?

► Kadınlara yönelik şiddetin önlenmesinin temel koşulu gerçek eşitliğin sağlanmasıdır. Çünkü şiddetin temelinde tarihten gelen eşitsiz koşullar yatar.
► Bu eşitsiz koşullar şiddeti beslediği ve erkeklere kadınlar üzerinden ayrımcılık yapmasına ve baskı yaratmasına sebep olduğu gibi, bu ayrımcılık ve baskı daha da eşitsiz koşullar yaratmakta ve kadınları toplumsal yaşamdan dışlamaktadır.
► Bu eşitsiz koşulların ve şiddet döngüsünün yarattığı ve beslediği ayrımcılık ve baskı; kadınların ve kız çocuklarının en temel insan haklarının ihlaline yol açmaktadır.
► Kadınlar üzerinde süre gelen bu ayrımcılık ve şiddet döngüsü toplumsal olarak kadınları erkeklerden ast bir konumda baskılamakta, bu konumu beslemekte ve yaygınlaştırmaktadır. Bu durum da toplumsal bir cinsiyet rejimi yaratmaktadır.
► Yaratılan bu toplumsal cinsiyet rejimi gerçek anlamda eşitliğin sağlanmasının önüne geçmekte, yaratılan ve şiddet eliyle sürdürülen kadınların toplum içindeki konumlarının olağanlaştırılmasıyla toplumsal yaşamda yer alma, sosyal ve ekonomik haklarının ihlaline yol açmaktadır. Bu durum da yeni bir eşitsizlik döngüsü yaratmaktadır.

Özetle; kadınlar üzerinde yıllardan beri süre gelen baskı ve ayrımcılık şiddete, şiddet eşitsiz koşullara, eşitsiz koşullar daha çok baskı ve ayrımcılığa yol açmaktadır. Bu döngüyü kırmanın yolu ise toplumsal bir cinsiyet rejimine, kadının eşitsiz konumuna ve şiddete karşı mücadeleden geçmektedir.
Buna karşı çıkabilir misiniz? Mantık sınırları çerçevesinde düşünen, etrafında olan biteni gören, her gün katledilen kadınları gören, şiddete uğrayan kadınları gören, eğitimden sağlığa çalışma hayatına kadınların yaşadığı tüm baskıları gören, bu eşitsizliği gören, en basitinden kız çocuklarının eğitime ulaşma olanaklarının oranlarını bilen bir insanın, kadınların her şeyi bırakın “vatandaş” sayılmasının bile yıllarca süren mücadelelerine dayandığını bilen azıcık tarih ve sosyoloji bilgisine sahip bir insanın buna karşı çıkabilmesi mümkün mü? Değil.

Şöyle mümkün; diyorsanız ki hayır kadınla erkek eşit değildir, diyorsanız ki kadınlar çalışmasa da olur, diyorsanız ki kadınlar sadece çocuk yapıp evde otursun, diyorsanız ki kadınlar şiddet görsün, diyorsanız ki kadınlar katledilsin, mesela diyorsanız ki kadınlar etek giyiyorsa, kadınlar gülüyorsa, kadınlar dışarı çıkıyorsa diri diri yakılabilir o zaman mümkün. Şimdi biz bunlardan hangisini öne sürerek bu sözleşmeden çıkılmaya karar verildi bunu bilmek istiyoruz.

Bu davalının idarenin savunmalarında kaçamak sözlerle ortaya koyduğu bir yetki tartışmasına sıkıştırılabilecek bir şey değil. Bu bizim yaşamımız. Bu kadınların yaşamı, kız çocuklarının, aile içi şiddet mağdurlarının geleceği. Bunu yetkisi vardı yaptı gibi basit bir işlem gibi savunamazsınız.

Kaldı ki, değil midir ki en basit idari işlemin dahi bir amaç unsuru olması gerekir. “Hukuka uygun bir amaç”. Büyük büyük kurallar koymakla ne yazık ki hukuk devleti olunmuyor. Yetkim vardı yaptım diye bir hukuki amaç mı var? Böyle mi uygulanıyor bu ülkede hukuk? Yetkiler böyle mi kullanılıyor? Ya da daha doğrusu böyle mi olmalı?

'İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NDEN NEDEN ÇIKILDI?'

Sayın heyet, en temel görevi insan haklarını korumak olan hukuk insanları olarak buna müsaade edemezsiniz, etmemelisiniz. Yalnızca sözleşmeden çıkılmasına karar verildiği bir yıldan beri yaşananlar bile, bir yılı geçin daha bu duruşmaların başlangıcında yaşananlar bile gösterdi ki kadınlara şiddet reva görülüyor. Tam da bunu engellemeye çalışılan bir sözleşmeden çıkılmasına karar verildi. Hakikaten yaşananlar bize şunu gösteriyor, neden İstanbul sözleşmesinden çıkıldı, daha çok şiddet olsun diye, kadınlar daha çok katledilebilsin diye, kadınları katledenler cezalandırılmak bir yana ödüllendirilebilsin diye.

Bir ülkede devlet kademesinin en üstü şiddetle mücadeleye ilişkin uygulamalardan vazgeçince; birtakım vahşiler evinin önünde oturan kadınlara saldırmayı kendine hak görebiliyor çünkü. Mini etek giydi diye taciz etmeyi reva görebiliyor mesela. Meslektaşlarım uzun uzun anlattı, yalnızca bu fesih kararı bile yerel mahkemelerde cezasızlığa yol açıyor. Mesela diri diri yakılan, yok edilen, saldırıya uğrayan bir kadının katiline haksız tahrik indirimi uygulanabiliyor mesela.
Artık katlanacak gücümüz kalmadı Sayın heyet, artık kadınların daha fazla ezilmeye, daha fazla ayrımcılığa, daha fazla katledilmeye sabrı da gücü de kalmadı. Elinize bu kanı bulaştırmayın.

Tüm bunlarla birlikte, esasında artık yüreği kör olmamış kimse tarafından mazur görülemeyecek fiziksel şiddet ve saldırıların yanında; çoğu zaman görmezden gelinen ve dahi olağan karşılanan ve yok sayılan şiddet biçimleri ve ayrımcılıkla mücadeleyi de önüne koyan bir sözleşme İstanbul Sözleşmesi. Buna ilişkin de birkaç söz söylemek istiyorum.

Özellikle üyelerinin görev alanı itibariyle kadınların en çok ayrımcılığa maruz kaldığı ve dışlandığı alanlardan olan mühendislik ve mimarlık meslek mensuplarının kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu olan TMMOB vekili olarak; henüz eğitim anından başlayarak çalışma yaşamının bütününde de devam eden ekonomik ve sosyal şiddete, psikolojik şiddete, mobinge maruz kalan kadınlara ve toplumsal cinsiyet rollerinin doğrudan etkilediği çalışma koşullarına ilişkin de birkaç hususa vurgu yapmak istiyorum.

Çünkü İstanbul Sözleşmesi aynı zamanda; toplumsal olarak kadınlara yüklenen cinsiyet rollerini yıkmaya, bu rollerden kaynaklı doğumdan itibaren kadınların önüne engel olan eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya ve dahi kadınlara yönelik bu eşitsiz koşulları ortadan kaldıracak pozitif ayrımcılık ilkesi geliştirmeye, kadınların ekonomik bağımsızlıklarını edinmelerinin önündeki engelleri kaldırmaya yönelik yükümlülükler öngördüğü için de temel öneme sahip.
Çünkü diyor ki sözleşme; yalnızca fiziksel değil şiddet ekonomik olarak da gerçekleşebilir ve bu şiddet biçimi kadınların erkekler karşısındaki konumunu baskılanmasına, kişisel varlıklarının gelişmesine ve korunmasına ve söz haklarının bulunmasına yönelik bir baskı ve eşitsizlik oluşturur.

Son olarak çok fazla uzatmadan usule ilişkin birkaç söz söyleyerek sözlerimi toparlamak istiyorum. Başta da belirttiğim üzere usule ilişkin tartışmaya sıkıştırmak niyetinde değilim aksine dışına çıkması gerektiğini düşünüyorum ama şunu da ifade etmeden geçemeyeceğim.

Tüm davacılar ifade etti biz de dilekçemizde uygun bulma kanunu ile uygun bulunması neticesinde imzalanabilen ve insan haklarına yönelik bir metin olması itibariyle de kanunlar karşısında dahi öncelikli uygulama kabiliyeti bulunan bir uluslararası insan hakları sözleşmesinden Cumhurbaşkanı kararıyla çıkılması olanaklı değildir. Niye değildir çünkü Anayasa 90 çok açık uluslararası anlaşmaların onaylanması Meclisin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. Yetki ve usulde paralellik ki okulda öğretilen en temel ilke herhalde, gereği de aynı şekilde anlaşmadan çıkılmanın bir kanunla uygun bulunması yahut uygun bulma kanununun yine meclis tarafından ilga edilmesi gerekir. Nedir istisnası “Ekonomik, ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir”.

'TARİHİN ONURLU SAYFALARINDA YER ALACAK BİR KARAR VERMENİZİ TALEP EDİYORUZ'

Şimdi Anayasa’nın bu açık hükmüne karşın diyor ki davalı idare ama daha önce de olmuş Bakanlar Kurulu şu şu şu anlaşmaları feshetmiş.

1. Hukukta olumsuz emsal söz konusu olamaz, ama daha önce de kanun çiğnenmişti anayasa çiğnenmişti diye bunu olağan sayamazsınız.
2. Davalının dilekçesi ekinde sunduğu anlaşmalar tam da az evvel belirttiğim Anayasanın 90. maddesinde belirtilen istisnada belirtilen anlaşmalar dolayısıyla uygun bulma kanununa tabi değil. Dolayısıyla yine sapla samanın birbirine karıştırıldığını ifade etmek gerekti.

Sayın heyet, her şey değişir, değişiyor. Bizler gideriz, sizler gidersiniz, iktidarlar gider hepsinin yerine yenileri gelir. Ama verdiğiniz karar değişmeyecek ve tarihin bir köşesinde hep hatırlanacak. Nasıl hatırlanacağını ise gelecek günler, değişecek güzel günler belirleyecek. Ama biz, burada konuşan, onlarca meslektaşım, yüzlerce, binlerce kadın yaşamlarımıza, haklarımıza, birbirimize sahip çıkmanın onuruyla hayatımıza devam edeceğiz.

Sizlerden de tarihin onurlu sayfalarında yer alacak bir karar vermenizi ve dava konusu kararın iptaline hükmetmenizi talep ediyoruz.”

AV. UÇAR: İYİLİK BEKLEMİYORUZ, ADALET İSTİYORUZ

Ordu Barosu adına Avukat Birsen Uçar savunma yaptı. Uçar şunları ifade etti: "2022 yılına gireli 173 gün oldu. 173 günde 176 kadın öldürüldü. Bunu söylerken kanım donuyor. Kadınlara hukuki bilgilendirme yaptıktan sonra, 'Korunabilir miyim? Hayatta kalır mıyım" diye soruyorlar. Evlenmek bir haktır, boşanmak da. Hukuk, adalet iyilik yapmaz. Biz iyilik beklemiyoruz. Adalet istiyoruz. Ordu'da 65 yaşındaki bir kadınla tanışmıştım. Şiddet gördüğünü kadın,' Ordu'nun dereleri yukarı aksa da evli kalmayacağım' dedi. Ordu'nun dereleri yukarı aksa da İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçilmeyeceğiz."

AV. İNCESAĞIR: TARİH SİZİ YA MESLEĞİNİZE SIRT DÖNMENİZLE YA DA HUKUKU SAVUNMANIZLA HATIRLAYACAK

Çanakkale Barosu adına Avukat İnce İncesağır, şunları söyledi: "Sayın heyet, nasıl bir baskı altında olduğunuzu tahmin ediyoruz. Tarih sizi ya mesleğinize sırt dönmenizle ya da hukuku savunmanızla hatırlayacak. Her halukarda sizi unutmayacağız. İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının iptalini talep ediyoruz. Size, Türkiye'nin batısında Çanakkale'de geçen hafta yaşananları anlatacağım. Geçen hafta Onur Haftası kapsamında Onur Yürüyüşü düzenlemek istendi. Yürüyüş tarihinin sosyal medyadan paylaşılmasının ardından yüzlerce tehdit paylaşımı yapıldı. Bunlardan birkaçı arasında, 'Onları öldürmemizi istiyorlar. Onların kanı dökülmeli. Bir sokağa çıkın ve görün. Müslüman gençler size izin vermeyecek' mesajları vardı. Bunlar küfürleri almadığım birkaç mesaj. Hiç çekinmeden açık bir şekilde LGBTİ+'lar tehdit edildi. Bu mesajlar hakkında suç duyurusunda bulunduk ama biri bile ifadeye çağrılmadı. Bu, LGBTİ+'ların her gün maruz bırakıldığı ayrımcılığı gözler önüne seriyor. Yürüyüşü Valiliğe bildirdik. Emniyet'in önlem almasını istedik. Valilik, Onur Haftası kapsamında düzenlenen bütün etkinlikleri yasakladığını duyurdu. MHP İl Başkanlığı yürüyüş hakkında basın açıklaması yaptı. Öyle ya onlara yasak yoktu. Bu basın açıklamasından bir gün sonra MHP Diyarbakır İl Başkanlığı'ndan istifa eden Cihan Kayaalp'in çocuıinu istismar ettiğini öğrendik. Kendi aramızra, 'Yürüyüşün yasaklanması hakkında açtığımız davada yürütmeyi durdurma kararı çıksaydı yürüyüşü yapar mıydık' diye konuştuk. Çünkü tehditler çok ciddiydi. Bu yüzden trans cinayetleri politiktir diyoruz. İstanbul Sözleşmesi'ne ve anayasal bir düzene ihtiyacımız var. Size yüz yüze bırakıldığımız cehennemden sesleniyoruz. Pınar Gültekin'in katiline verilen ceza ortada. Bu zihniyet kollanmaktadır. Bu anayasızlaştırmaya karşı çıkmanızı bekliyoruz."

AVUKAT HÜLYA GÜLBAHAR: KATİLLER ARTIK 'YATARI NE KADAR' DİYE BAKIYOR

Avukat Hülya Gülbahar savunma yapmadan önce duruşma öncesinde yaşananlara dikkati çekti. 500'ün üzerinde kadının içeri alınmadığı ve içeri sokulmadığını kaydeden Gülbahar, "Heyet başkanı olarak çıkışta güvenliğimizin sağlanması için ağırlığınızı koymanızı rica ediyoruz. Çıkışta tekrar baskı görme ihtimalimiz var sizden girişimlerde bulunmanızı rica ediyoruz. Belki de yüzlerce kadın devlet başkanından davacı olduğu için bu tavra maruz kalıyor" dedi.

Gülbahar, şunları kaydetti:

"Sabah 500'ün üzerinde kadın ne içeri sokulduk ne bulunduğumuz yerde açıklama yapılmamıza izin verildi. Basın farklı yere gönderildi. Basının yanına gitmemize izin verilmedi. Haklarımız gasp edildi. Biz çıkışta kamuyu bilgilendirmek zorundayız. Biz burada fotoğrafları aile albümüne koymak için çekmedik. Buradaki savunmaları dakika dakika takip ediyorlar. Heyet başkanı olarak çıkışta güvenliğimizin sağlanması için ağırlığınızı koymanızı rica ediyoruz. Çıkışta tekrar baskı görme ihtimalimiz var sizden girişimlerde bulunmanızı rica ediyoruz. Belki de yüzlerce kadın devlet başkanından davacı olduğu için bu tavra maruz kalıyor. İşlemin haklarını, amaçlarının meşruluğunu anlatan tek bir cümle edilmedi. İç hukukumuz yeterli argümanına yanıt vermek istiyorum. SEDAV Birleşmiş Milletler Toplantısında 'elimizdeki araçlar yeterli' denildiğinden bahsedildi. Biz her gün bildiğimiz kadarıyla üç kişiyi kaybediyoruz. Kolunu, bacağını kaybeden, sakat kalan kadınlardan ise bahsedemiyoruz bile. İstanbul Sözleşmesi yürürlükte olsaydı Pınar Gültekin'in katiline bu karar verilir miydi? Katiller artık 'Yatarı ne kadar' diye bakıyor. 20 yıllık bir cezada katil 4 yıl hapis yatıyor. Sözleşme, 'Toplumsal cinsiyet eşitsizliği bitirmek için her birimini düzenle. Eğitimde, medyada bu yönde kriterleri uygula' diyor. Türkiye'deki 8. 9. sınıf ders kitaplarında 'Erkeğe itaaet et' yazıyor. Şirk mi koşuluyor? Erkekler Allah mı? İstanbul Sözleşmesi’nden sonra sırada Lanzarote Sözleşmesi var. Bu sözleşmenin ismini saklıyorlar. Çünkü bu sözleşme çocukların cinsel saldırıya uğramamasını çocuklara şiddet uygulanmamasını amaçlıyor. Bu sözleşmeden sonra da sırada SEDAV var. Bu sıra Montrö'ye kadar gider."

Fotoğraf: BirGünFotoğraf: BirGün

Körfez Bağımsız Kadın Dayanışması üyesi Süheyla Doğan konuştu: "Hem yaşam alanlarımızı hem yaşamlarımızı savunuyoruz. Buraya gelmek için hazırlanırken Sevim arkadaşımız öldürüldü. Sevim'in çocuğunun çığlığını duyun istiyoruz."

AV. YÜCEÇETİN: BİZ MİLYONLARIZ

Yalova Barosu adına savunma yapan Avukat Dilan Yüceçetin şunları söyledi: "Çapulcu olmadığımızı, sürtük olmadığımızı ispat etmek zorunda bırakıldık. Şimdi de sözleşmeden çekilmenin hukuksuzluğunu ispat etmek zorundayız. İspat etmek zorunda bırakan tek kişi, biz milyonlarız. Pınar Gültekin'in diri diri yakıldığı, varile konulduğu, üzerine beton döküldüğü tespit edildi ama katile haksız tahrik indirimi verilebildi. Katile 23 yıl hapis cezası verildi. Şu an 4 yaşındaki kızımın 26 yaşına geldiğinde bu caniyle aynı ortamda olmasını istemiyorum."

'BİR KADIN DAHA ÖLDÜRÜLMESİN DİYE BURADAYIZ'

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının hukuka aykırı olduğunu söyleyen Avukat Elif Turnacı Çavuş, şunları belirtti: "İstanbul Sözleşmesi kadınların yaşam hakkını savunan bir insan hakları sözleşmesidir. Anayasa'nın 104. maddesinde ifade edildiği gibi insan haklınını içeren konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri çıkarılamaz. Her gün öldürülen müvekkilerimizin acılarını taşıyoruz. Bir kadın daha öldürülmesin diye buradayız. İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmedik ve vazgeçmiyoruz!"

AV. ERPOLAT: İSTANBUL SÖZLEŞMESİ AYDINLIK BİR TÜRKİYE İÇİN ÖNEMLİ

Batman Barosu adına söz alan Avukat Neşe Erpolat, şunları söyledi: "İdare hukukunda her işlemin bir nedeni ve amacı vardır. Kararlarda kamu yararı amaçtır. Dava konusu işlemde kamu yararı yoktur. Verilere göre, dünyada her 3 kadından en az biri fiziksel ya da cinsel şiddete maruz bırakmıştır. Türkiye'de kadına yönelik şiddet daha yaygındır. Bu ülkede sırf erkek arkadaşıyla telefonla konuştuğu için odaya kilitlenen, elektrik verilerek öldürülen Amina Demirtaş var. Bu ülkede kırmızı ruj sündü diye öldürülen kadınlar var. Biz kadınlar kırmızı rujlarımızı çantamızda taşıyoruz diye potansiyel katillerimizi de mi çantamızda taşıyoruz? Türkiye Cumhuriyeti laik bir hukuk devletidir. İstanbul Sözleşmesi sadece kadınlar için değil hepimiz için önemlidir. Sizin çocuklarınız bizim çocuklarımız için, aydınlık bir Türkiye için önemlidir. Adalete bu kadar yakınken ve gözünüze bakarken Ceren Özdemir'i ve Başak Cengiz'i hatırlatmak istiyorum. Ceren Özdemir ve Başak Cengiz tanımadıkları erkekler tarafından öldürüldü."

AVUKAT YILMAZ: ŞİDDET MAĞDURU BİR KADIN OLARAK DA BURADAYIM

Kocaeli Barosu'ndan Avukat Nuriye Yılmaz şunları kaydetti: "7 yıldır kadın hakları merkezinde çalışıyorum. Bugün bir avukat ve şiddet mağduru bir kadın olarak karşınızdayım.Yerde dövülürken çocuklarım duymasın diye sessizce ağlayan bir kadın olarak burdayım. Siz, 'Kızın niye ağlıyor' denilerek tokat yediniz mi? Yumruk sonucunda çeneniz kırıldı mı? Bana şiddet uygulayan ve doktor olan evli olduğum erkek hayatını kaybetti. Yaşasaydı şu an hayatta olmayabilirdim. İsmim Anıt Sayaç'ta olabilirdi. Ben bugün bir avukat olarak da karşınızdayım. Vereceğiniz karar kadınların karşınıza nasıl geleceğini de belirleyecek. Anıt Sayaç'ta ismi yazan bir kadın mı olacağız, kendini gerçekleştirmiş bir kadın mı?"

AV. AYLİN SEV: SÖZLEŞMEDEN ÇEKİLME KARARININ KAMU YARARI NEREDE?

Antalya Barosu Başkanı Av. Hüseyin Geçilmez, "Benim burada konuşmam meslektaşlarımın söz hakkını engelleyecekse konuşmayayım" diyerek mikrofonu kadın meslektaşına bıraktı. Savunmayı yapan avukat Aylin Onur Sev, şunları kaydetti:

"Antalya'da Pınar Gültekin'i yakarak katleden Cemal Metin Avcı'ya haksız tahrik indirimi uygulandı. Aynı indirimin kendisine tecavüz eden erkeği öldüren Nevin Yıldırım'a uygulanmadığını hatırlatmak isterim. Sözleşmeden çıkma kararıyla devletin yetkili organları rehavete kapılmıştır. Pınar Gültekin'in katili Cemal Metin Avcı'nın yargılandığı sırada, 'İstanbul Sözleşmesi'nin iptal edilmesi iyi oldu' sözlerini size hatırlatırım. İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı, bu kadar canavarca hisle hareket eden katile bu kadar az ceza verilmeyeceği açıktır. Devletler yurttaşları için vardır. Devletler yurttaşların yaşam hakkını korumak zorundadır. Burada kadınların yaşam hakkını için buradayız. İdari işlemlerim amacı kamu yararıdır. Sözleşmeden çekilme kararının kamu yararı nerede? 2022'nin ilk beş ayında 132 kadın erkekler tarafından öldürüldü. 2008'de Münevver Kadabulut, 2018'de Şule Çet, 2919'da Emine Bulut, 2020'de Sener Aslan ve binlerce kadın öldürüldü."

Fotoğraf: BirGünFotoğraf: BirGün

SAMSUN BAROSU BAŞKANI YILDIRIM: 6284’ÜN TEMELİNİN İSTANBUL SÖZLEŞMESİ OLDUĞU YAZIYOR, TEMELİ ÇEKERSENİZ NE OLUR?

Samsun Barosu Başkanı Pınar Gürsel Yıldırım yaptı.

Türkiye'nin birçok ülkeden önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı verdiğini hatırlatan Yıldırım, şunları söyledi: "Böyle bir tarihe sahip bir ülkede, 2022 yılında kadınların yaşam hakkını savunmaktan dolayı üzgünüm. Şehrimde 12 tane asliye ceza mahkemesi var. Sadece bir yılda erkek şiddetinden dolayı 713 duruşma görüldü. Şehrimde bir kadın, koruma bittiği gün boşandığı erkek tarafından öldürüldü. Gülbahar şu an hayatta olabilirdi. Bu cinayetler önlenebildi. Karşı taraf, 'Sözleşmeden çıkılsa da 6284 sayılı kanun var, bi yeterli' diyorlar. Soruyorum 6284 sayılı kanun yeterli mi? Bu kanun önleyebildi mi Gülbahar'ın öldürülmesini? 6284 sayılı kanunda temelinin İstanbul Sözleşmesi olduğu yazıyor. Temeli çekerseniz ne olur?"

TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Ayşegül Oruçkaplan, sözlerine Gezi Direnişinde hapis cezasına çarptırılan Mücella Yapıcı, Can Atalay’a ve diğer gezi direnişçilerine selam göndererek başladı.

Oruçkaptan şunları kaydetti:

“Kadına yönelik şiddetin patriarkal sistemle ilgili olduğunu biliyoruz. Kadına yönelik şiddetin bitmesi için birincil talebimiz eşitliktir. Eşitliği sağlamayan ama şiddeti önlemeyi amaçladığı söylenen politikalar samimi değildir. Kapitalist krizin kadınlar üzerindeki tek etkisi işsizlik ve yoksulluk değildir. Yoksulluk, işsizlik şiddeti de arttırmıştır. Erkek egemen zihniyetle birlikte kadınların kaç çocuk yapacağı, ne iş yapacağının sınırları çiziliyor. Sınıra karşı çıkan kadınların yaşam hakları tehdit ediliyor. Kadınlar yoksullaştıkça, sosyal güvenceden yoksun kaldıkça, erkeklere bağımlı oldukça, şiddet artmaktadır. Kadına yönelik şiddet münferit değil sistematik ve politiktir. Medya da kadın cinayetlerini ‘Aşk cinayeti’ başlığıyla magazinleştiriyor. Şiddet, pornografik unsurlarla şiddet özendirilmektedir. Yargılanma süreçlerinde kadınların yaşamları didikleniyor. Pınar Gültekin’in katili Cemal Metin Avcı ve kardeşi Mertcan Avcı tutuksuz yargılanıyordu. Mahkeme heyeti indirim uygulayarak failleri ödüllendirildi. Bu karar kamu vicdanını yaraladı. Etek boyumuz, çalışma saatlerimiz, gidecek yerlerimiz erkeler tarafından belirlenmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bitmesi için tek başına yasal değişikliklerin yeterli olmadığını ortada. Kadınlara ve LGBTİ’lere karşı düşmanca karalamalarla sözleşme tek tarafla feshedildi. Sözleşmenin içeriğini manipüle edenler bu cinayetlerin suç ortağıdır. Bizim bir kişi daha eksilmeye tahammülümüz yok. Ölmek değil yaşamak istiyoruz. Ataerkil politikalara razı olmayacağız. Sayın heyetin alacağı tarihi karar tüm kadınların yaşam hakkını savunduğu mücadeleyi gölge düşürmemelidir."

Türk Tabipleri Birliği adına savunma yapan Melda Ersoy, "Şiddetin travmatik etkilerini biliyoruz. Şiddet sona erse de etkileri devam ediyor. TTB, kadına yönelik şiddeti bir halk sağlığı sorunu olarak görüyor. Dünya Sağlık Örgütü de aynı savunmayı yapıyor. Halk sağlığı sorunlarının ortak özelliği vardır, çözümünü bulmak için samimi bir politik bakış gerekir. İstanbul Sözleşmesi ilk defa hem şiddetin tanımını genişleterek ve bütünsel polikayı ortaya koyan metindir" dedi.

Fotoğraf: BirGünFotoğraf: BirGün

EŞİK, PINAR GÜLTEKİN KARARINI HATIRLATTI: FAİLE ERKEKLİK İNDİRİMİ VERİLDİ

Duruşma öncesi Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) tarafından yapılan basın açıklamasında, "İstanbul Sözleşmesi’nden bir Cumhurbaşkanı Kararı ile çekilmenin hukuka aykırı olduğunu, kararın yayınlandığı günden bu yana dile getiriyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nden hiçbir gerekçe sunmadan çıkıldığını belirten Cumhurbaşkanı kararının iptali istemiyle açılan davaların esastan görüşüldüğü dördüncü duruşma gününde bir kere daha Danıştay’dayız" denildi.

Cumhurbaşkanı kararının kadınların yaşamına, eşitlik bilincine, demokrasiye, adalete ve eril şiddetle mücadeleye ağır bir darbe indirdiği kaydedilen açıklamada, Pınar Gültekin davasında çıkan karar hatırlatıldı.

"Hukuksuz kararın yargı erki üzerindeki olumsuz baskısını Pınar Gültekin kararında gördük. Faile yine erkeklik indirimi verildi" ifadelerine yer verilen açıklamada, "İstanbul Sözleşmesi hükümlerince ortadan kaldırılması gereken yanlış alışkanlıkların, davanın sürecine egemen olduğu görüldü; sonuç da şiddetle mücadele ilkelerine ve İstanbul Sözleşmesi’ne muhalif, toplum vicdanını yaralayan adaleti öldüren bir karar oldu ne yazık ki!" denildi.

Açıklamada, eril şiddetle mücadele için bütüncül politikalar geliştirilmesini gerektiren İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin hukuksuz çekilme kararının iptal edilmesi talep edildi: "İstanbul Sözleşmesi’nden, haklarımızdan ve hayatlarımızdan vazgeçmiyoruz!"

kadinlar-istanbul-sozlesmesi-icin-4-uncu-kez-danistay-da-1032229-1.

DANIŞTAY'DA 3 DURUŞMA GÖRÜLDÜ

Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nden 20 Mart 2021'de Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile çıkıldı.

Sözleşmeden çekilme kararının iptali ve yürütmenin durdurulması yönünde Danıştay'a 200'ü aşkın dava açıldı. Danıştay 10. Dairesi, 29 Haziran 2021'de yürütmenin durdurulması istemini oy çokluğuyla reddetti, bu karara yapılan itirazın da 18 Kasım 2021'de Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından reddine karar verildi.

Sözleşmeden çekilme kararının iptali için açılan davaların 10'u 28 Nisan'da görüldü. Davaya bini aşkın avukat katıldı. Duruşmada, Danıştay Savcısı Aytaç Kurt, çekilme kararına ilişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin iptalini istedi. 7 Haziran'da 2'ncisi görülen duruşmada da Kurt, çekilme kararına ilişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin iptalini istedi. 14 Haziran'da 3'üncüsü görülen duruşmada Danıştay Savcısı Nazlı Yanıkdemir de kararın iptalini istedi.