Google Play Store
App Store

Kadınlar ne evde ne de sokakta kendini güvende hissediyor. Bu alandaki çalışmalarıyla dikkat çeken araştırmacı Kahveci, “Kadınlar, kenti güvenle sahiplenemiyor. Evinin kanepesinde oturur gibi bankta rahatça oturamıyor” diyor.

Kadınlar kent hayatının dışına itiliyor: Eve hapsediliyoruz
Özlem Kahveci (sağda) BirGün’ün sorularını yanıtladı. (Fotoğraf: BirGün)
Sarya Toprak
Sarya Toprak
saryatoprak@birgun.net

Kentler, sokaklar, kamusal alanlar... Biz kadınlar hiçbir alanda güvende değiliz. Erkeklerin büyük bir rahatlıkla kentlerle kurabildiği bağı kadınlar kuramıyor. Kentin sokaklarında kaygı duymadan gezebilme lüksüne sahip değiliz. Sürekli kendimizi koruma refleksindeyiz. Erkeklerin boğazda denize girip serinleyebildiği yerlerde, kadınların çarptığı görünmez duvarlar var. Bir sahil kıyısında dertlenip denizi izleme hakkımız bile yok. Peki bu alanlardan tamamen vazgeçersek ne yapacağız?

Görünen o ki nefes alacak, yaşayacak hiçbir alanımız kalmadı. Bunu kabul etmeyip inatla Üsküdar'ın sokaklarını arşınlayan, Salacak'ta neden denize giremediğini sorgulayarak hikâyeler anlatan doktora öğrencisi ve serbest gazeteci Özlem Kahveci ile konuştuk.

‘‘Futboldan hiç anlamam’’ adlı bir podcast yapıyorsun. Nasıl bir kurgusu var?

Ben hikaye anlatmanın yeni yollarını arıyordum. Hepimizin anlatmak istediği bazı dertler var ama onları daha tatlı kisveler altına sokmak zorunda kalıyoruz. Bu da bizim görevimiz oluyor kadınlar olarak. Bir kadın bir sabah uyanıyor ve diyor ki ‘ben neden futbol hakkında konuşmayayım?’ Genel ‘hiç anlamam’ kalıbı benim hoşuma gidiyor. Bu ülkede bir şeyden anlamadığını söyleyecek insan bulmak çok zor.

‘‘Salacak plajında neden denize giremiyorum’’ diye bir araştırma yazısı yazmıştın. Bir kadın olarak Salacak Plajı’nda neden denize giremiyoruz?

Uzun zamana yayılmış hikayeler anlatabileceğimi düşündüm. Ben Salacak'a çok yakın oturuyorum. Bir yaz günü yürüyüş yaparken oranın bir plaj olduğunu fark ettim. Ama sadece erkeklere ayrılmış bir plaj. İki yıl o rotayı yürüdüm. Denizle olan ilişkimi araştırmaya çalıştım. Çünkü özellikle pandemiden sonra çok eve bağlı kaldığımı ve aslında yaşadığım kentle bir bağlantı kurmadığımı fark etmeye başlamıştım. Bir kenti güvenle sahiplenip sanki evinin kanepesinde oturur gibi bankta rahatça oturamayan bir kadın olduğumu fark ettim. Ve biraz biraz bunu aşmaya çalışıyordum. Bir yer erkeğin egemen olduğu bir alana dönüştüğünde; kahvehaneler olabilir, birahaneler olabilir, bazı parklar olabilir. Orası erkeklere ait oluyor ve kadınlar görünmez duvarlara çarpıyor. Sadece kadınlar değil bedeniyle ilgili kırılganlık yaşayan herkes için engeller olabilir. Yani kaslı ve bir anda taklalar atıp suyun içine kendini bırakan erkek figürü dışında herkes için Salacak’ta yüzmek bir sıkıntı yaratıyor.

Böyle erkek egemen alanlara yalnız bir kadın olarak girmek zor. Ama bir arada o alanları zorlayınca var olmak mümkün oluyor...

Gece, gündüz şehrin içerisinde rahatça yürüyebilen, üzerinde bir bakış hissetmeyen, kendini güvende hisseden ve kentin içine katılmış bir kadın imgesinin hikayesini anlatmaya çalışıyorum. Bir kadın cinayet olduğu anda ilk refleks doğal olarak güvenli alanın dışına çıkmamak telkin ediliyor. Sokaklar güvenli değil doğru ama sokağa çıkmadıkça o alanları kaybediyoruz.

Sokaklar, geceler bizim için artık güvenli değil. Ama evler ne kadar güvenli? Kadınlar en çok evlerinde şiddet görüyor katlediliyor. O ‘makbul aileden’ sıyrılan yalnız yaşayan kadınların ise komşuyla esnafla başı belada.

Yalnız yaşamadan önce ‘kendine ait oda’ fikri bende çok baskındı ve artık yalnız yaşamam gerektiğini düşünüyordum. Üsküdar’da ailemle ev bakarken emlakçı babama inatla ‘biz erkek misafir istemiyoruz kızın erkek misafir alacak mı?’ diyordu. Oradan hemen ayrıldık sonunda nispeten iyi bir mahallede eve çıktım. Salon penceremde sadece güneşlik vardı. Gündüzleri ışık olsun, ferah yaşayayım istiyordum. Türkiye’de perdelere bu kadar takık olunması da rahatsız ediyordu. Bir gün kocaman bir poşetin içerisinde bir torba tül bırakıldı kapıma. Karşı komşuyla alt komşu sözleşmişler. Sonra bir şekilde bana alıştılar. Ama hâlâ orası benim evim ve ben güvendeyim hissinde değilim. Hep tedirginim.

Ekonomik koşullarla artık kadınların kentin nispeten güvenli yerlerinde yalnız yaşaması da pek mümkün değil...

Kuş taşı çarptı ki ben tek başıma yaşayabiliyorum. Çok eski bir evde yaşıyorum. Yani depremde öleceksem sahilde her gün yürüyerek öleyim gibi bir karar verdim. Çok eski kiracıyım ve politik olarak ev sahipleriyle mücadele etmeye and içmiş bir avukat arkadaşım var. Bu koşullar bir araya gelmeseydi şu an yalnız yaşayamazdım.

SİNİRLİ KADINLARA DÖNÜŞTÜK

Kentten keyif alamayan, çatık kaşlarla sokakta hızla yürüyerek güvenli alanına yetişmeye çalışan kadınlara dönüştük sanki...

Kaşlarını çatıp sadece varış hedefine doğru yürüdüğünde kentin sana vereceği bir sürü karşılaşmayı es geçiyorsun. Erkeklerin daha rahat, şehirle bütünleşmiş bir yaşamı var. Bir insanın gündelik hayatta tesadüfen karşılaşabileceği birçok şeyi es geçmek zorundayız biz. Bir kadın neden bir erkek gibi rahat bir kent hayatı yaşamasın? Sokakta inatla ben yürüyeceğim dediğim zamanlarda çok korkunç anlar yaşadığım anlar da oldu. Ama o sokakları geri almak için çabalamazsak kaybedeceğiz tamamen.