Ünlü, "Romanı yazarken okuduğum sivil toplum kuruluşlarının yazdığı raporlarda kadınlara şiddet, ensest ve tecavüzle ilgili gerçekler, kadın konuşursa ortaya çıkıyor. Kadın susarsa kimse bir şey öğrenemiyor. Kadınların güçlü durmaları gerek” diyor

Kadınlar şiddet, ensest ve tecavüze karşı susmamalı

GÜL ERSOY

Onur Ünlü ile Doğan Kitap etiketiyle çıkan Kız Çocuğu adlı romanı üzerine konuşmak için Cihangir’de buluştuk. Nev-i şahsına münhasır şiirleriyle okuyucuları etkileyen, filmleriyle sevilen, kendi kurduğu Filim Okulu’nda dersler veren ve yakında bir stand up gösterisine başlayacak yazarın roman yazma süreci de ilgi çekici...

Kız çocuğu romanını 2000’ler Türk Edebiyatı içinde değerlendirilecek olursak, alışılmış temaların dışında bir roman. Romana post modern bir kara komedi diyebilir miyiz?

Post modern denen şeye düşünsel olarak uzağım. Muhafazakâr bir Aristocuyum. Romana suç romanı diyebiliriz. Eğer film olsaydı bu kara film olurdu.

Neden erkek çocuğu değil de, kız çocuğu?

Erkek çocuğu bildiğim bir şey. Bilmediğim bir konunun üstüne gitmek istedim. Kız çocuklarını ilginç buluyorum. Kadınları merak ediyorum. Tanıdığım kadınların o noktaya gelirken neler yaşadıklarını düşünmeye başladım. Bir kadının kişiliğinin oluşma süreciyle ilgileniyorum.

Romanınızda, Türkiye’nin önemli yayınevlerinden Aras Yayıncılık tarafından basılan Zaven Biberyan’ın Karıncaların Günbatımı adlı romanına gönderme var mı?

Okuduğumda romanın adı Babam Aşkale’ye Gitmedi idi. Rahmetli Ünsal Oskay’ın yüksek lisans öğrencisiydim, o okutmuştu, sanıyorum benim okuduğum baskıda bazı kısımlar çıkarılmıştı. Romanda adı geçen Baret ve Anuş Anne ile ilgili olan hikâye o romana göndermedir. Yaptığım göndermeyi yakalamış olman çok hoşuma gitti. Bunu birilerinin fark edeceğini biliyordum, o roman çok sevdiğim bir roman. Biberyan’ın hayatında bir mücadele var. Varlık Vergisi mevzusu beni ilgilendiriyor, İkinci Dünya Savaşı bütün o olanların Nazizm’le bir şekilde ilişkisi var, onun hayret vericiliği, Dünya’nın o zamanki hali üzerine düşündüm.

Romanda zengin bir imgelem ve sinematografi göze çarpıyor. Ayrıca felsefe, tarih, bilim, din gibi çeşitli kaynaklardan beslenmişsiniz…

O sırada ne denk geldiyse, okuduklarım bana ne çağrıştırdıysa uygun bir şekilde ilave ettim, hata yapmamak için yeniden okumalar yaptım. Red Army Faction’dan da bahsediyorum, Bacıyan-ı Rum’dan da…

Erkek şiddetine dikkat çekmek için mi bu üslubu benimsediniz?

Sert bir hikâye anlatacaktım, mümkün olduğunca eğlenceli bir üslupla anlatmaya çalıştım. Ayşe’yi kendi kızım gibi düşündüm. Bu da işe yaradı. Yalnızca kadınlar taciz edilmiyor, hepimiz taciz ediliyoruz. Erkekler de ediliyor. Sadece cinsel olarak değil, mesleki açıdan da tacizlere uğruyoruz. Bu aslında hepsini birden kapsıyor.

Gerçek hayatta artan şiddetin çözümü nedir?

Çözüm yok. Çünkü Dünya sağcı bir yerdir, sağcıların olduğu yerde bu kadar olur. Ayşe biraz bu yüzden intikam işine giriyor. Ben İsa Peygamber olmadığım için, bana tokat atıldığında diğer yanağımı dönmeyeceğim. Bir tane de ben yapıştıracağım.

Kız Çocuğu’na feminist bir roman diyebilir miyiz?

Bence diyemeyiz, bunu feministler söylemeli. Ama elbette feminist okumalar yaptım, feminist sosyolojiden de mümkün olduğunca yararlanmaya çalıştım.

Ayşe’nin sistem karşıtı bir duruşu var, sizin de sistem karşıtı bir duruşunuz var mı?

Ayşe zorunlu olarak bir yerde duruyor ve zorunlu olarak sistem karşıtı. Ben bu sisteme karşı olacak kadar sistemi ciddiye almıyorum. Karşına alıp evire çevire hırpalayabileceğin düşünsel olarak bir sistem yok ki, ben bir yerde duruyorum. Bence sistem bana karşı. Ben bu sistemi ciddiye almıyorum, o kadar vaktim yok benim.

Türk Edebiyat dünyasında rahatsız olduğunuz şeyler var mı?

Rahatsız olduğum bir şey yok. Yazılan yeni kitapları okuyorum, özellikle kendi kuşağım ve bir alt kuşağı seviyorum. Ersan Üldes’e bayılıyorum mesela. Faruk Duman’a bayılıyorum. Başka isimler de var fakat söylemeyeyim, edebiyat dünyası karışmasın şimdi.

Günümüzde yeni işlerdeki dijitale kayış televizyon ve sinema sektörünü nasıl etkileyecektir?

Sermaye sermayedir. Sermayenin dijitali de sermayedir, konvansiyoneli de sermayedir, sermaye demokrat olmaz, özgürlükçü olmaz, neyi nasıl satacaksa ona göre pozisyon alır. Mesela Netflix bile beni etkilemiyor. Hiçbirine inanmıyorum, asla özgürlükçü bir alan falan da yok. Para sahibi adam, ne özgürlüğü, bunlar yalan…

Kız Çocuğu film senaryosu olarak tamamlansaydı, bu romanı yazmayacak mıydınız?

Ayşe’yle uğraşmak istedim, öyle bırakmak istemedim, üstüne gidip inat edip, Ayşe’yi çok sevdiğim için karakterini geliştirdim ve onla daha çok vakit geçirdim.

Roman yazarken roman yazmak hakkında ne öğrendiniz?

Roman yazmanın gerçekten zor olduğunu gördüm. Büyük disiplin işi. Kelimelerle uğraşmak zor. Bazı cümleleri nasıl yazabildiğime şaşırdım. Zaman zaman kendimden korktum. Kitap bizden daha zeki. Kitabı yazarken kendine has en değerli zamanları kullanıyorsun. Faulkner diyor ya, ‘Ben ilham gelmeden yazmam ve her sabah saat dokuzda ilham gelir.’ Oturacaksın yazacaksın diyor.

Kitaplarınızla çok para kazanmayı mı yoksa klasikleşmeyi mi istersiniz?

Çok para kazanmayı isterim. Ne yapsam çok para kazanmak isterim. Patlıcan satsam da çok para kazanmak isterim.

İntikam duygusu Ayşe’yi hiç bırakmıyor, Kadınların onlara psikolojik ve fiziksel şiddet uygulayan erkeklerden intikam almasını doğru buluyor musunuz?

Kesinlikle doğru buluyorum. Romanı yazarken okuduğum sivil toplum kuruluşlarının yazdığı raporlarda kadınlara şiddet, ensest ve tecavüzle ilgili gerçekler, kadın konuşursa ortaya çıkıyor. Bütün mevzu kadında bitiyor. Kadın susarsa kimse bir şey öğrenemiyor. Kadınların güçlü durmaları gerek.

Kitabın sonu beni çok şaşırttı, Böyle bir soru beklemiyordum. Öfke nesnesinin arzu nesnesine dönüşmesi finaldeki ters köşe olarak diyebilir miyiz?

Evet, diyebiliriz. O fikri bulduğumda hoşuma gitti. Palahniukvari bir sondu.

Yazı hayatınızın neresinde?

Yazı merkezde .17-18 yaşından beri hep yazdım. Bu romanla artık okurdan ‘tamam yaz biz okuyacağız’ gibi bir not aldım, bu hoşuma gidiyor. Yazmaya devam etmeliyim. Moruk adlı yeni bir romanım var, ‘Sadece 99 yaşında olduğum için bana Moruk diyorlar’ diye başlıyor. Moruk ölü bir dili biliyor ve o dilin son konuşanı. O öldüğünde o dili bilen kimse kalmayacak ve yok olup gidecek. 1903 doğumlu, bu Cumhuriyet'in okuttuğu kızlardan biri. Derdi bir suç işlemek, birini öldürmeye çalışıyor.

Yakında başlayacak gösterinizden bahseder misiniz?

Stand up'ım çok komik. Bir kapalı gösterim yaptım, orada güldüler. 10 Ekim’de Kadıköy ve 15 Ekim’de Beşiktaş’ta, 21 Ekim'de Cihangir Atölye Sahnesi’nde olacak. Bu işe taktım kafayı. Başka hiçbir şey umurumda değil bu aralar. Buyurun gelin seyretmeye.