Feministlerin düşü zaman ve mekan değişse de hep aynı, cinsler arasındaki eşitsizliklerin de ortadan kalktığı, her türlü ezen-ezilen ilişkisinin tasfiye edildiği gerçekten özgür, demokratik ve yaşanabilir bir dünya kurmak. Kadınlar bunun mücadelesini binlerce yıllık köklü bir sisteme, onun örgütlü kurumlarına, yasalarına, güvenlik güçlerine, her türden ideolojik kurumuna, mahalle baskısına, otobüsteki ahlak bekçilerine karşı yürütüyor.

Kadınlar size ne borçlu?

Pınar İçel

8 Mart geldiğine göre yürüyüşlerimizdeki dövizlerimizin, sloganlarımızın şurasını burasını çekiştirme, “Yalnız bu sloganın halkta karşılığı olmaz”, “Bakın dövizlerine ne yazmışlar, bu kadarı da ahlaksızlık” diyerek eleştirme etkinlikleri başlamış bulunuyor. Son olarak Twitter’da fenomen hesaplardan biri de bu tartışmalara dahil olarak açılışı yapan fitili ateşledi. No context türkiye solu adlı hesap yaptığı paylaşımlarla genel olarak solun sekter yanlarıyla ince ince alay etmekteydi ancak 8 Mart’a çağrı bildirileri dağıtan kadınlar kendisine ‘sırf erkek diye’ bildiri vermeyince “XY kromozomuna sahip olduğum için özür dilerim” diye başlayan twitlerini kadın hareketinin liberalliğine kadar getirerek sekterliğin sözlük karşılığını yeniden yazdı. Eh, bizim mahalleye yönelik alaycı tutum da ucu erkekliğe dokununcaya kadarmış demek ki.

Kadınlar sanki sürekli birilerine borçlu, durmadan hesap vermesi gerekiyor. Tek tek kadınlar olarak hepimizden bir şeylerin hesabı sorulduğu gibi örgütlü toplamımızdan da sürekli hesap soruluyor. Herkesin kendi meşrebince bir terazisi var elinde, bu terazide tam istenilen ağırlıkta olmalıyız ki aman ideolojik karmaşa yaratmayalım. Biz kimiz, ne istiyoruz sürekli açıklamalıyız.. Üstelik soruyu soranın dinlemeye niyeti olmadığı halde talebi bu oluyor. İki satır okumak, diğer meselelere kafa yorduğu kadar azıcık da toplumsal cinsiyet meselesine, feminist harekete, taleplerine dair kafa yormak, ha bütün bunları yapmıyorsa da bi zahmet susmak yerine sandalyede kaykılıp, "Şimdi sizin bu yaptığınız da ayrımcılık değil mi" diyerek bıyık altından gülmeyi tercih edenler yine okumayacaklar biliyoruz, ama uzay boşluğunda yankılansın diye yine de ses veriyoruz... Her seferinde baştan anlatmaktan, ne yalan söyleyelim, bize de biraz gına gelmedi değil.

► 8 Mart neden Dünya Kadınlar Günü’dür?
Bu tartışma en popüler olanlardandır. Emekçi kadınlar günü demeyi tercih edenler emekçi vurgusunu liberal olmadıkları anlaşılsın diye üstüne basarak yaparlar. Karşı argümanlar kimi zaman tarihsel göndermelerle göğüslenmeye çalışılır. Kimlikçi bir noktaya düşmemek gibi anlaşılabilir kaygılarla da yapılmaya çalışılan bu ayrımın çıktığı kapı çoğunlukla indirgemecilik olmakta ve patriyarkayı ıskalamaktadır. Oysaki kadınların ezilmesi yalnızca emekçi kimliklerinden ötürü değildir, bu kimliğe sahip olmasalar bile (öğrenci olsalar hatta patron olsalar dahi!) “kadın” olmalarından kaynaklı ezilmişlik yaşarlar.

Tacize, tecavüze maruz bırakılır, küfürlerin öznesi yapılır, nasıl güleceğine, ne zaman ve kiminle sevişeceğine, kaç çocuk doğuracağına, kılığına-kıyafetine karışılır. Üstelik tüm kadınların ev içi emek üretimi görmezden gelinmekte ve görevi sayılmaktadır. Başka bir ifadeyle emekçi olmayan kadın var mıdır ki ‘emekçi kadın’ diye bir ayrıma ihtiyaç duyulmaktadır?

► Eylemler erkekli mi erkeksiz mi olmalıdır, erkekler kadın toplantılarına neden alınmamaktadır?
Fenomen Twitter hesabının da şikâyet ettiği budur. Kadınların uğradığı ayrımcılığa, kadına yönelik şiddete vs. karşı çıkan, bizimle aynı safta duran erkekler neden ötekileştirilmektedir? Kadın hareketinin kendisi de cinsiyet ayrımcılığını böylece tersinden üretmiş olmamakta mıdır?

Biz kadınlar feminizmin tüm toplumun ideolojisi olmasını istemekte, feminist bir toplumda yaşamayı hayal etmekteyiz. Bunun yolu da elbette erkekleri de bu ‘dava’nın bir parçası yapmaktan geçmektedir. Ancak bunun yolu toplantılarımızın, eylemlerimizin hepsini karma yapmaktan, ayrı kadın örgütlenmelerini feshetmekten –en azından henüz- geçmemektedir. Çünkü biz kadınların kendimize dair fikir üretmeye, sorunlarımızı ve çözümlerimizi birbirimizle tartışmaya, ayrımcılığın en gizli, en köklü çeşidi olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğini bilince çıkarabilmek için birbirimizle konuşmaya, değiştirmek için yolumuzu çizmeye ihtiyacımız var. Ne kadar iyi niyetle olursa olsun erkeklerle bu tartışmaların yürütülmeye çalışılması bu imkânları kısıtlamakta, eylemlere erkeklerin katılması (çoğu zaman güvenliği sağlamak amacıyla!) yine kadınların “bağzı konularda yetersiz” olduğunu düşünmelerine yol açmaktadır.

Erkek yoldaşların kadın mücadelesine destek vermek için yapabileceği elbet pek çok şey vardır, bunları bulmak toplantıya veya yürüyüşe katılmaya bu kadar hevesli arkadaşlarımızın kendileri üzerine düşünmeleri, erkekliği sorgulamaya ve tartışmaya başlamasıyla, toplumsal cinsiyet eğitimlerine gönüllü olarak katılmalarıyla, karma toplantılarda kadınların sözünün kısılmamasına dikkat etmeleriyle, her alanda eşitliğe gerçekten dikkat etmeye başlamalarıyla mümkündür.

kadinlar-size-ne-borclu-698081-1.
Kadınların ezilmesi yalnızca emekçi kimliklerinden ötürü değildir, bu kimliğe sahip olmasalar bile (öğrenci olsalar hatta patron olsalar dahi!) “kadın” olmalarından kaynaklı ezilmişlik yaşarlar. Emekçi olmayan kadın var mıdır ki ‘emekçi kadın’ diye bir ayrıma ihtiyaç duyulmaktadır?

► Kadın mücadelesi sınıfı böler mi?
Bölmez. Kadın mücadeleleri güçlendiği oranda toplumsal muhalefet de güçlenecek ve “başka bir dünya”yı kurmak mümkün olacaktır. Elbet kadın mücadelesinde bulunup sınıf perspektifine sahip olmayanlar olacaktır, nasıl ki çevre mücadelesi ve kimlik mücadelesi konusunda farklı paradigmalar ve örgütlenmeler varsa. Emek örgütlerinin bile emek mücadelesine bakışlarının sorunsuz olduğunu iddia etmek abartılı olacaktır. Kaldı ki kadın emekçiler erkeklerden daha kötü koşullarda, daha uzun süre, daha az ücretle ve güvencesiz çalışmaktadır. Yani cinsiyet eşitsizliği emek meselesine de içkindir. Kapitalizm ve patriyarka birbirini besleyerek, birbirini üreterek var olmaktadır. Kadın emekçilerin emek örgütlerinde çeşitli mekanizmalar tarifleyerek emek sömürüsünün kadınlara özgü taraflarını da tespit etmeleri ve mücadele etmeleri sınıf mücadelesi açısından geliştiricidir.

► Devrimi yapınca ne de olsa kadın sorunu çözülmeyecek mi?
Kapitalist sistemin yarattığı sorunların çözümünü gelecek bir zamana havale eden bakışın geçmişi de, Gezi’yi de, bugünü de anlaması mümkün değildir. Devrimden tek anladığı kapitalizmin ekonomik bir sistem olarak tasfiyesi olarak gören anlayış pek çok kez sınanmıştır. Kapitalizm sosyal-kültürel-politik-ideolojik tüm kurumlarıyla yıkılmadığı sürece salt ekonomik değişimle yeni bir toplum yaratılamaz. Geleceğin inşası bugünkü toplumsal değerlerin “bizim değerlerimiz” tarafından alt edilmesiyle, sistemin aşağıdan yukarı yıkılıp yeniden kurulmasıyla mümkündür. Toplumsal cinsiyet meselesinde de bu böyledir, üstelik kadınlar kendi hakları hakkında bilinçlenip örgütlü mücadele etmediği sürece “devrim” mücadelesine katılmaları da sınırlı kalacaktır. Devrim bugünün sorunlarıyla mücadele edebilen örgütlü bir toplumla mümkündür.

► Feminist hareketin yalnızlığı kader mi? Diğer toplumsal hareketlerle feminizmin etkileşimi mümkün mü?
Feminist hareketlerin Kuzey coğrafyasında 1968 dönemindeki eşitlik ve özgürlük isteyen hareketlerle eşzamanlı oluşu, kadın-erkek eşitliği anlayışının farklı özgürlük taleplerine eklenmesini kolaylaştıran bir etki yaratmıştır. Dünyanın birçok yerinde bu hareketler feminist talepleri ciddiye alıp tartışmış ve bu etkilenme-ilişkilenme sonucu yeni ve daha eşitlikçi/özgürlükçü siyasal şekillenmeler ortaya çıkmıştır.

Sol özgürlükçü hareketler ile feminist hareketin yakın etkileşimde olduğu başka bir örnek Latin Amerika’da 1980’lerde askeri rejimlerle mücadele sürecinde gerçekleşmişti. Burada kadın özgürlük hareketi ile sol destekli köylü hareketlerinin eşzamanlılığı ve etkileşimi yeni demokrasi ve sivil siyaset tarzlarını şekillendirmiştir.

Feminist örgütlenmeler farklı özgürlükçü siyasetlerle kesişim sağlayabildiği oranda toplumun başka kesimleri için olduğu gibi, kadınlar için de eşitliği ve özgürlükleri genişleten demokratik dönüşümlerin gerçekleşebildiğini görülmektedir.

Türkiye’de ise feminist hareketin gelişimi 80 darbesinin toplumsal muhalefetin üzerinden silindir gibi geçtiği, antidemokratik uygulamaların hız kesmeden devam ettiği, Berlin duvarının yıkıldığı, kapitalizmin egemenliğini ilan ettiği ve dünya siyasetinin yeni bir liberal/muhafazakâr siyasal dalga ile şekillendiği döneme rastlamaktadır. Özgürlük ve eşitlik isteyen toplumsal hareketler açısından oldukça fakir bir dönemde feminist hareket ilk filizlerini vermeye başlamıştır. Dönemin verimli koşullarından kaynaklı diğer toplumsal hareketlerle etkileşiminde kimi sınırlılıklar yaşanmış olsa da kadın hareketi 90’lar Türkiye’sinde yeniden boy vermeye çalışan mücadelenin parçası olmaktan geri durmamıştır.

Kadın hareketleri tüm dünyada yeni bir yol açmaya çalışırken; farklı ülkeler, benzer arayışlar

Kadınlar eşitlik ve özgürlük talepleri doğrultusunda tüm dünyada yeni bir yol arayışının peşinde. Geçmişin ayak izlerine basarak, bugün gelinen noktada kimi eksiklikleri de görmezden gelmeden devam eden bu arayış “şimdiye kadarki yaşanan bütün grevler aslında kısmi grevdi” diyerek tüm dünyada kadın grevleri örgütledi. Örgütlerken dönüştürdü. Bir kaç ülke deneyimine bu gözle bakmak istedik.

1.Arjantin

Kadın cinayetlerinin ve şiddetin, sapkın ve psikopat erkeklerin münferit işleri olmadığını bunun arkasındaki politik ve ekonomik sistemin bütününün bir sonucu olduğuna dikkat çeken ‘Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz’ hareketi bu bütünle, neoliberalizmle mücadele edebilecek bir kadın hareketinin nasıl inşa edilebileceği sorusunun cevabını arıyor. Kendine ait bir geliri olmaksızın kadın evde gördüğü şiddete nasıl karşı gelebilir? Bireysel yükselmeyi vadeden bir feminizmden bu yalnızlığı dağıtabilecek bir kadın dayanışmasına, örgütlenmesine nasıl varılabilir? Neoliberalizmin getirdiği kayıt dışılıkla artan şiddet arasındaki bağın kurulması, neoliberalizm karşıtı bir kadın hareketinin örgütlenmesi bunu sağlayabilir mi?

Bu sorularla yola çıkan hareket ilerici toplumsal muhalefet güçleriyle kesişen ve neoliberalizm karşısında aynı yolda yürümeyi ve herkes için feminist politikanın inşa edilmesini öneriyor. Cinsel şiddetin ekonomik ve sosyal adalet taleplerinden ayrı düşünülemeyeceğini söyleyen ‘Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz’; düzen içi bir ideoloji haline gelen, devrimci dönüştürücü karakterini yitiren, esasen koşulları iyileşen orta ve üst sınıflardan kadınların kariyerlerini geliştirmekte kullandığı bir araca dönüşen, bireysel ilerleme temelli feminist anlayışı gayet açık eleştiriyor ve oluşmakta olan yeni hareketin tanımını, bunun tam karşıtı olarak yapıyor.

2.ABD

‘Ünlü kadınların sorunları’nı kamuoyunun gündemine taşıdığı ancak farklı sosyoekonomik sınıflardan veya farklı renklerden kadınların yaşadıklarının o kadar da gündem olmadığı gibi kimi eleştirilere konu olsa da MeToo ve TimeIsUp hareketleri önemli noktalara işaret ediyor, yüzde doksandokuz için bir feminizm inşa edilebilir mi tartışmasını açıyor.

► Sadece Trump ve onun cinsiyetçi, kadın düşmanı söylemi ile mücadele etmek yeterli mi, bunu yaratan koşullarla da mücadele etmek gerekmez mi?

► Şu an baskın, ana akım feminizm bir toplumsal hareket olmaktan uzaklaşmış, bireysel ilerlemeye dayalı, neoliberal politik ekonomi ile ittifak halinde. Buna karşı yüzde 99’un feminizmi, tabana ait feminizm, antikapitalist bir feminizm kurulabilir mi?

► Neoliberal hegemonya sarsılmasının yarattığı Occupy Wall Street gibi, Öfkeliler Hareketi gibi geleceksizliğe, borçluluğa, güvencesizliğe, yoksulluğa karşı yükselen isyan hareketleriyle feminist hareket arasında kurulacak ilişkiler; toplumsal hareketlerin tümünün düzen eleştirisi içerecek şekilde yeniden kendilerini tanımlamaları ve birbirlerini ortak hedeflere sahip yakın müttefikler olarak hareket etmeleri mümkün mü?

3. İspanya

İspanya’da da milyonlarca kadının katılımıyla örgütlenmiş kadın grevi süreci ve sonuçları kimi noktaları tartışmaya açtı;

Kadın grevi demek yerine feminist grev adının özellikle seçilmiş olmasının feminizmin taleplerinin en geniş kadın kitlesiyle buluşması için önemi,
Çeşitli kadın örgütleri arasında kurulmuş olan yatay örgütlenmelerin çatışmayı değil dayanışmayı güçlendirmenin yolunu açabileceği,

Yine kadın örgütlerinin ya da siyasi örgütlerin temsiliyetiyle değil yerel temsiliyetin gözetilerek oluşturulmuş grev komitelerinin kapsayıcılığı ve gerçekliği arttırdığı,

Kadınların toplumsal hareketin öznesi olarak kendi talepleri ve söylemleriyle mücadele sahnesinde yerini alırken söz konusu taleplerin diğer toplumsal kesimler ve politik özneler tarafından da içselleştirilip sahiplenmesinin sağlanabileceği,

Radikal feministler, sosyalist feministler, LGBTI aktivistleri, göçmen kadınlar ile birlikte feminizmin kapsamlı ve ittifaklı bir mücadeleye ihtiyacı olduğu, meydanların ve toplantıların, meclisler biçiminde örgütlemenin özetle yatay katılımın kadınları harekete geçme noktasında cesaretlendirdiği,

Neoliberalizmin eşitsizlikleri derinleştiren kemer sıkma ve kesinti politikalarına karşı eylemler olan “dalgaların” (kamu eğitimini savunan yeşil; sağlık hizmetleri için beyaz; toplumsal cinsiyet politikalarının geri kazanımına savunan feminist mor dalga) olduğu gibi farklı alanların birbiriyle içiçeliğini gösterebileceği, ittifakların ve kesişimlerin, hem yanyana hem birbirinin içinde erimeden güçlenmesinin mümkün olduğu..

Yarını bugünden yaratıyoruz;

Feministlerin düşü zaman ve mekan değişse de hep aynı, cinsler arasındaki eşitsizliklerin de ortadan kalktığı, her türlü ezen-ezilen ilişkisinin tasfiye edildiği gerçekten özgür, demokratik ve yaşanabilir bir dünya kurmak. Kadınlar bunun mücadelesini binlerce yıllık köklü bir sisteme, onun örgütlü kurumlarına, yasalarına, güvenlik güçlerine, her türden ideolojik kurumuna, mahalle baskısına, otobüsteki ahlak bekçilerine karşı yürütüyor. Aynı zamanda şu anki düzenden çıkarı olan ve erkekliğini sorgulamayı bir an dahi aklına getirmeyen tüm dünya nüfusunun –üstelik dünya üzerindeki zenginlikleri ve gücü elinde bulunduran- yarısını karşısına aldığını bilerek bir yol açmaya çalışıyor.

Bu yolu neşeyle, umutla, gözlerinin içi gülerek açıyor. Dayanışmanın, yalnız olmadığının bilincinde olmanın güçlendiriciliğine sırtını dayıyor.
Şimdi baştaki soruya dönersek; kadınlar kimseye hiç bir şey borçlu değil, aksine bu düzenden fazlasıyla alacaklı. Ve evet, hoşunuza gitmeyebilir ama, öfkeli de..