Kadınlara evin yolu gösteriliyor: Başa bela mısın doğurganlık?
İktidarın doğum hızını artırma planlarında kadınların ücretli emeğin dışına atılması yer alıyor. “Piyasanın alanını genişleten her şey, kadınların alanını daraltıyor” diyen Dr. Ay, esnek çalışmanın tuzak olduğunu vurguluyor.
Havva Gümüşkaya
havvagumuskaya@birgun.netTürkiye, hızla nüfusun yaşlandığı ve doğurganlık hızının düştüğü bir ülke oluyor. Bu durum iktidar tarafından ‘felaket’ olarak nitelendiriliyor. Birleşmiş Milletler dünya nüfus tahminlerine göre toplam doğurganlık hızı dünya ortalaması, 2023 yılında 2,31 çocuk oldu. Türkiye’nin toplam doğurganlık hızı ise 1,51 çocuk ile dünya ortalamasının altında kaldı.
Ayrıca, AB üyesi ülkelerin toplam doğurganlık hızları incelendiğinde de Türkiye’nin, 27 ülke ortalamasının altında kaldığı görüldü.
AKP KOLLARI SIVADI
Rakamlar AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sık sık tekrarladığı ‘en az üç çocuk’ ısrarının toplumda karşılık bulmadığını ortaya koydu.
Doğurganlık hızının düşmesi ile harekete geçen iktidar, konuyu ele aldı. Erdoğan başkanlığında yapılan MYK toplantısında AKP Kadın Kolları Başkanı Ayşe Keşir, Türkiye’nin nüfus dinamikleri ve doğurganlık haritası üzerine bir sunum yaptı. Sunumda tek seferlik maddi teşviklerin, çocuk sahibi olma kararını çok fazla etkilemediği, en başarılı sonuçların alındığı uygulamanın kamu destekli çocuk bakım hizmetleri olduğu belirtildi.
Ayrıca üç çocuklu ailelere 17 bin TL bakım desteği verilmesi gibi tüp bebek tedavisinde devlet desteği için öngörülen yaş sınırının 40’tan 45’e yükseltilmesi, "anne dostu hastane" gibi uygulamaların yaygınlaştırılması, doğum izinlerinden sonra annelere çocuklarının ilkokula başlamasına kadar kısmi süreli çalışma hakkı getirilmesi, 3 ve üstü çocuk sahibi olan ailelere kademeli olarak asgari ücret tutarında bakım desteği verilmesi önerildi.
EVİN YOLU GÖSTERİLİYOR
Öneriler arasında çalışan kadınların doğum izinlerinin uzatılması da bulunuyor. Bu doğrultuda dört bakanlık, doğum izninin uzatılmasının maliyetlerini ve etkilerini analiz etmek için çalışmalar başlattı. Bazı üyeler 4 aylık annelik izninin yetersiz olduğunu belirterek, bu sürenin 1 yıla çıkarılması gerektiğini ifade etti. Diğer üyeler ise kadın çalışanlara 2-3 yıl uzaktan çalışma imkânı sunulmasının değerlendirilebileceğini söyledi.
İş görüşmesinde dahi ‘‘Çocuk doğurmayı düşünüyor musunuz?’’ sorusu ile karşı karşıya kalan kadınların doğum izinlerinin uzatılmasıyla kadın istihdamının nasıl etkileneceği konusu dikkate alınmıyor.
Tüm önerilerde kadınların, çocuk bakımına mahkûm edilerek ücretli emeğin dışına atılması yer alıyor. Böylece işsizlik istatistiklerinde yer almamaları sağlanacak. 8 milyon 85 bin kadın ‘ev işleriyle meşgul’ olduğu gerekçesiyle zaten işgücüne dâhil edilmiyor, TÜİK tarafından işsiz olarak sayılmıyor. Bu sayı toplam istihdama dâhil olmayan 21 milyon 86 bin kadının yüzde 38’ini ifade ediyor.
YENİDEN ÜRETİM KRİZİ
Öneriler, iktidarın bu konudaki çözümü geleneksel aile odaklı politikalar aracılığıyla kadınların daha çok ve daha erken yaşta çocuk doğurmalarını sağlamakta aradığını gösteriyor. Yaşanan toplumsal yeniden üretim krizini görmezden gelen iktidar, ‘makul aile’ içerisine hapsetmeye çalıştığı kadını, esnek, güvencesiz çalışmaya zorlayarak kamusal hayatın dışına itiyor.
Toplumsal yeniden üretim krizinin, ‘yaşamı yeniden üretme kapasitesinin sistematik olarak zayıflaması’ olarak düşünülebileceğini belirten Bern Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü'nden Dr. Deniz Ay, “Hem biyolojik hem toplumsal anlamda yaşamı yeniden üretmekten bahsediyoruz burada” diyor ve ekliyor:
“Bir ücretli çalışanın her gün yeniden işinin başında olması için ihtiyacı olan su, gıda, barınma, hijyen, internet, elektriğe nasıl ve ne kadar ulaşabildiği de toplumsal yeniden üretim süreçleriyle ilgilidir; bir önceki nesil emek gücü olan yaşlıların bakımı ve bir sonraki nesil emek gücü olan çocukların doğurulması, bakımı ve emek gücü olarak üretime katılmaya hazırlanması da toplumsal yeniden üretim sürecidir.”
ÖNCELİK MALİYETİ DÜŞÜRMEK
Emeğin ve sermayenin toplumsal yeniden üretim krizlerinin birbirinden farklı olduğunu belirten Ay, “Sermaye ve onun çıkarlarını koruyan bir siyasal iktidar için öncelikli olan toplumsal yeniden üretimin maliyetini düşürmek; tabii ki kendisi için, emek için değil. Üretimin devamı için işgücünün bol ve ucuz olması gerekiyor ancak bu işgücünün sağlıklı, iş görebilir olmasının maliyetini üstlenmek devlet sponsorlu sermayenin işine gelmiyor. Emek için toplumsal yeniden üretim krizi ise ‘insanca yaşamak’ olarak duymaya alıştığımız talebin, yani temel ihtiyaçların karşılanmaması durumunda içine girdiğimiz hayatta kalma mücadelesinin kendisi aslında” diyor.
“İktidarın her fırsatta kullanıp, kamu politikası hedefi haline getirdiği güçlü aile/aile bütünlüğü kavramlarının somut karşılığı da bu krizden toplumsal yeniden üretimin maliyetini kadının ücretsiz, değersizleştirilmiş ve mümkünse görünmez hale getirilmiş bakım emeği ile ikame etmek” ifadelerini kullanan Ay, şöyle devam ediyor:
“Bunu hane içinde yapacak ki kamu bütçesine maliyet yaratmasın. Üstelik nitelikli barınma, gıdaya erişim, eğitim başta olmak üzere her türlü temel ihtiyacın piyasalaştığını da düşünürsek, kadının ücretsiz emeğini hane içine hapsederek de çıkılamayacak kadar derin bir toplumsal yeniden üretim krizinin içinden konuşuyoruz.”
ESNEKLİK LÜTUF DEĞİL, TUZAK
Hane gelirini düşürerek emeğin toplumsal yeniden üretim krizini daha da derinleştirecek bir ‘güçlü aile’ modelinin tartışıldığını vurgulayan Ay, “Bu yüzden de kadınlar için esnek çalışma saatleri bir lütuf değil bir tuzak ve ücretli emekten sistematik olarak dışlanıp güvencesizliğin diğer adı” diye konuşuyor.
“Piyasanın alanını genişleten her şey ama istisnasız her şey, kadınların alanını daraltıyor” diyen Ay, esnek çalışma saatleri yerine haftalık çalışma saatlerinin tüm çalışanlar için düzenlenmesi ve yasal sınırların tanınmasına, doğum izni değil ebeveynlik iznine, kamusal kreşlere ve tüm bunları kazanacak güçlü bir sınıf mücadelesine ihtiyaç olduğuna dikkat çekiyor. Ay, bu durumun yalnızca kadın hareketinin değil, emek hareketinin de somut ve yakıcı bir gündemi haline gelmesi gerektiğini vurguluyor.