Kadınlara istihdam tuzağı: Eve giden süslü yol
Ailevi nedenlerle işgücüne katılmayan kadınların sayısı son dört yılda yüzde 56,7 artarak 3,4 milyona yükseldi. Görünürdeki istihdam modelleri, kadınları neoliberal politikaların ihtiyaç duyduğu düşük maliyetli, güvencesiz emek rezervine dönüştürüyor.

Havva Gümüşkaya
havvagumuskaya@birgun.netAKP, diğer tüm İslamcı muhafazakâr partiler gibi ‘aileyi yeniden inşa’ etmek fikrini iktidarının önceliği konumuna getiriyor. Ancak Türkiye'de nüfus artış hızı yavaşlıyor, evlilik yaşı artıyor, ailelerdeki çocuk sayısı azalıyor, kadınların ilk doğum yaşı 30'lara çıkıyor.
Bu durum en az üç hatta beş çocuk propagandası yapan iktidarın bugüne kadar sürdürdüğü söylemin toplumda karşılık bulmadığını gösteriyor.
Artan yaşam maliyetleri, gericileşen eğitim sistemi ve bakım yükü gibi nedenler, özellikle büyük şehirlerde ailelerin çocuk sahibi olma fikrinden uzaklaşmasına neden oluyor. Ülke nüfusuna ilişkin tehlike çanları çalarken iktidar, ‘yeniden inşa’ için kolları sıvıyor.
Neoliberal istihdam ve emek politikaları da kadın ve aile konusundaki siyasal hedefin büyümesine maddi zemin sağlıyor.

Bir yandan makul aile düzeninde kadınlara ev ‘konforunda’ gelir getiren esnek çalışma modelleri geliştiriliyor. Diğer yandan da ailelere sağlanan çocuk başına destekler artırılıyor, evlilik kredileri gibi düzenlemeler hayata geçiriliyor.
2025 yılının ‘Aile Yılı’ ilan edilmesiyle başlayan projelerin yürütücülüğünü, adından kadının çıkarıldığı Aile ve Sosyal Hizmet Bakanlığı üstleniyor. Düzenlemelere iki açıdan bakmak mümkün. Bunlardan ilki, Saray rejiminin kadınlara çizdiği ve ev ile sınırlı politikalar, diğeri ise bu desteklerin hayatlarında hiçbir sosyal güvenceye sahip olmayan hatta bir banka hesabı bile bulunmayan kadınlar için ne anlama geldiğini sorgulamak.
AİLEVİ NEDENLER İŞ ARATMIYOR
Artan hayat pahalılığı nedeniyle tek kişinin çalışmasıyla geçinemeyen evlerde bugüne kadar çalışmayan kadınlar artık iş arayışına yöneliyor. TÜİK’in verilerine göre ev işleriyle meşgul olduğu için işgücüne katılmayan kadınların sayısı artan eğitim oranıyla birlikte 10 milyonlardan 7 milyonlara kadar geriledi. Ancak TÜİK verilerinde daha gizemli bir rakam dikkati çekiyor. O da ailevi ve kişisel nedenlerden dolayı işgücüne katılmayan kadınların sayısındaki artış. Buna göre kadınların işgücüne dâhil olmak istiyor ancak aile engeli, buna müsaade etmiyor. TÜİK’in hanehalkı işgücü anketine ‘ailevi ve kişisel nedenler’den dolayı iş gücüne katılmadığını beyan eden kadınların sayısı 2021 yılında üçüncü çeyreğinde 2 milyon 175 bin iken 2024 yılının aynı döneminde 3 milyon 407 bin kişiye yükseliyor. Son dört yıldaki artış oranı yüzde 56,7. İktidarın ‘aile’ vurgusunun artmasıyla birlikte, kadınların ailevi nedenlerle işgücü piyasasından çekilmesi de artış gösteriyor.
Ailevi nedenlerle işgücüne dahil olmayan kadınların yaş aralığı ise çocuk sahibi olduğu ve bakım yükünün en yoğun olduğu döneme işaret ediyor. Kadınların 654 bini 30-34 yaş grubunda, 587 bini 35-39 yaş grubunda yer alırken 550 bini 25-29 yaş aralığında yer alıyor.
YAŞLI NÜFUS ARTIYOR
Yaşlı bakım yükü de ‘ailevi’ nedenlerden biri oluyor. TÜİK tarafından yayımlanan projeksiyonlara göre, Türkiye'nin nüfusu en düşük senaryoya göre 2100'de 55 milyona düşebilir. Doğurganlık oranlarının azalmasıyla birlikte yaşlanan nüfusun bakım sorumluluğu da büyük ölçüde kadınların üzerine yıkılıyor. Kadınlar, hem çocuk bakımına hem de yaşlı ebeveynlerin bakımına zorlanarak işgücüne katılımlarının önüne yeni engeller ekleniyor. Yaşlı nüfusun artışı, sosyal devletin yükümlülükleri yerine kadın emeğini seferber eden politikaların bahanesi haline getiriliyor.
Bu ve buna benzer nedenlerle Türkiye’de kadınların istihdama katılım oranı hala daha yüzde 37,3 ile birçok Avrupa ülkesinin gerisinde yer alıyor. AB ortalamasında bu oran yüzde 70 seviyesinde bulunuyor. Çocuk bakım yükü, uzun süreli işsizlik, işyerinin eve mesafesi, düşük ücretler... Tüm engelleri aşıp iş bulabilen kadınların çoğunluğu da işyerlerinde cinsiyet ayrımcı uygulamalarla mücadele etmek zorunda kalıyor, kriz zamanlarında ise ilk ‘gözden çıkarılan’ eleman oluyor.
SÜSLÜ YOL İNŞA EDİLİYOR
Hal böyle olunca yeni modeller de ailevi nedenlere göre şekilleniyor. 2025'i "Aile Yılı" olarak ilan eden hükümet, özellikle kadınların hem istihdamda kalmalarını hem de aile hayatını destekleyecek "esnek çalışma" modelini hayata geçirmeye hazırlanıyor. Modele ilişkin iktidar medyasına yansıyanlar dışında pek fazla ayrıntı bilinmiyor.
Yeni düzenlemede "Uzaktan çalışma modeli, kısmi çalışma modeli, değişken zamanlı çalışma modeli ve akademik eğitim amaçlı çalışma modeli" gibi dört ayrı model üzerinde durulduğu belirtiliyor. Bu modellerle kadınlar başta olmak üzere kişilerin daha fazla istihdam içinde kalmaları ve özel yaşamlarına da vakit ayırmalarının sağlanması hedefleniyor. Başka bir ifadeyle kadına evi göstermenin ‘süslü yolu’ inşa ediliyor.
KADIN DESTEĞİNİ ARIYOR
Ayrıca bakım yardımı adında çocuk başına anneye verilen destekler de artırılıyor. İkinci çocuk için her ay bin 500 lira, üçüncü ve sonraki çocuklar için her ay 5 bin lira olacak şekilde çocuk yardımlarının devreye alındığı müjdelendi. Bu tutar her ne kadar çocuk bakımına yeterli olmasa da hiçbir geliri ve sosyal güvencesi olmayan tamamıyla evli olduğu erkeğe bağımlı bir kadın için hiç yoktan anlamlı. O nedenle bu adımlara sadece "kutsal aile" veya nüfus politikası açısından bakmak eksik kalabilir. AKP’nin kaybettiği kadın seçmen desteğini yeniden kazanma çabasının bir parçası olarak da okumak gerekir.
Bir zamanlar, özellikle muhafazakâr ev kadınlarının desteğiyle seçim zaferlerine ulaşan iktidar, son yıllarda bu desteği büyük ölçüde yitirmiş durumda. İktidar gözünde seçim sathına girildiğinde bu tutarların artırılması şaşırtıcı olmayacaktır.
ÖRGÜTLÜ MÜCADELE HAYATİ ÖNEMDE
Tüm bunlarla birlikte AKP’nin aile merkezli politikaları, kadınların ekonomik ve toplumsal bağımsızlığını tehdit eden sistematik bir dönüşüm projesine işaret ediyor. Kadını birey olarak değil, ailenin bir unsuru olarak gören bu anlayış, toplumsal eşitsizlikleri derinleştirerek kadınların özgürlük alanlarını daraltmayı hedefliyor. Ekonomik yardım paketleri ve ‘esnek çalışma’ adı altında sunulan uygulamalar, kadınları görünürde istihdama dâhil ederken gerçekte onları ev ve aile rollerine hapsediyor.
Bu yaklaşım, kadınları sosyal hayattan kopararak neoliberal politikaların ihtiyaç duyduğu düşük maliyetli, güvencesiz emek rezervine dönüştürüyor. İktidarın bu projesi, sadece kadınların değil, toplumun tamamının geleceğini rehin alan bir ideolojik dönüşümün parçası olarak karşımıza çıkıyor. Bu tablo, kadınların kazanılmış haklarını savunmaya yönelik örgütlü bir mücadelenin ne kadar hayati olduğunu bir kez daha gösteriyor.