Google Play Store
App Store
Kadınlara karşı haksızlıklar: İslami yasalar mı, çokkültürlülük mü?

Khadija Khan

Hindistan Yüksek Mahkemesi, kısa bir süre önce verdiği tarihi bir kararla evli bir erkeğin Arapça ‘talak’ (‘boşanma’) kelimesini üç kez söyleyerek – hatta yazılı ya da sesli mesaj olarak bile göndererek – eşini anında boşayabilmesini sağlayan İslami bir uygulamayı feshederek, aralarında Pakistan ve Bangladeş’in de olduğu 22 Müslüman ülkeye örnek oldu. Karar oybirliği ile alınmadı. Hakimler arasındaki azınlık bir grup, ‘üç talak’ uygulamasının yasaklanmasının dini özgürlükleri koruyan Hindistan Anayasası’na aykırı olduğunu savundu.

Ancak hakimlerin çoğunluğu ‘üç talak’ yasasının aslında ‘Kutsal Kuran’ın temel doktrinlerine aykırı’ olduğu tespitinde bulunarak ‘teolojide kötü olan şey, hukukta da kötüdür’ hükmüne vardı. Karara göre bu uygulama, eşitlik hakkını garantiye alan Hindistan Anayasası’nın 14üncü maddesini ihlal ediyordu.

Karar, radikal din adamları tarafından eşlerine sunulan bu lüzumsuz güç – ‘üç talak’ kuralı - nedeniyle sefil duruma düşen beş Müslüman kadının verdiği bir dilekçe sonucunda alındı. Bu karar, bu beş kadın ve Hindistan genelindeki onlarla aynı durumda olan daha birçok kadın açısından muazzam bir rahatlama oldu. Kararın geniş çaptaki measjı ise bir yol haritası – ve hatta bir uyarı - olarak alınmalı. Çünkü çokkültürlülüğün varsayılan tehlikelerine batıda hala insan haklarından daha çok önem veriliyor.
Britanya’daki Şeriat Meclisleri tarafından Müslüman kadınlara karşı uygulanan istismarcı kurallar hâlâ cezasız kalıyor. Bu kurallar arasında ‘üç talak’; boşanmış bir kadının boşandığı eşiyle tekrar evlenebilmesi için öncelikle başka birisiyle evlenip o kişi tarafından boşanmış olması gerektiği hükmüne dayanan ‘halala’; ve boşanmış bir kadının yeniden evlenmeden önce üç adet dönemi geçirmeyi bekleme zorunluluğuna hükmeden ‘iddah’ gibi uygulamalar da yer alıyor.

Düğünler düzenleyen ve İslam’ın en katı yorumlarına dayalı bir şekilde boşanma hükümleri veren bu Birleşik Krallık’taki Şeriat Meclisleri, ‘ülkenin her köşesinde’ gayri resmi bir paralel hukuk sistemi yürütüyor.

2008 yılında Müslüman Enstitüsü (Muslim Institute) tarafından ilan edilen ve Britanya Müslüman Meclisi (Muslim Council of Britain) ve İslami Şeriat Meclisi (Islamic Sharia Council) gibi önde gelen İslami gruplar tarafından da onaylanan liberal bir evlilik anlaşmasına rağmen – ki bu anlaşma ‘zorunlu evlenme’ kuralını da yasaklıyor – neredeyse hiçbir şey değişmedi. Britanya’daki Zorunlu Evlilik Birimi (Forced Marriage Unit) raporlarına göre sadece 2016 yılı içerisinde ülkede en az 1428 zorunlu evlilik yaşandı. Aslında Britanya’nın yapması gereken tek şey, kendi yasalarını uygulamak.

Bu tür uygulamalar karşısında zayıf kalan ve yenik düşen tek batı ülkesi Birleşik Krallık değil. Örneğin Avustralya’da, Şeriat Arabuluculuk (Sharia Mediation) adı altında kurulan bir tahkim grubu normalde Avustralya yasalarının kapsadığı aile içi anlaşmazlık konularıyla ilgileniyor. Kısacası Britanya’da olduğu gibi Avustralya’da da devletin burnunun dibinde paralel bir İslami hukuk sistemi uygulanıyor.

ABD’nin Texas eyaletinde de bölgede büyüyen Müslüman nüfusun üyeleri arasında oluşan anlaşmazlıklara çözüm aranması için benzeri bir yapı 2015 yılında oluşturuldu. Her ne kadar Yahudilerin haham mahkemeleri ve Katolik mahkemelerine benzetilen bu İslami ‘mahkemenin’ aldığı kararların bağlayıcı olmadığı söylense de, bu uygulamaya karşı çıkanlar bu şeriat mahkemelerinin Ortadoğu ülkelerindeki mahkemeleri taklit edeceğinden korkuyor.

Kanada’da bu tür uygulamalar on yıldan fazla bir süredir devam ediyor. Ontario eyaletinde bir mahkeme 2004 yılında aldığı bir kararla ‘mülk, evlilik, boşanma, velayet ve veraset’ konularıyla ilgili hükümlerde şeriata dayalı kuralların kullanılması hususunda ilgili gruplara yetki verdi. ‘Arabuluculuk Yasası’ adı verilen bu yasa, ‘aşırı iş yüküyle dolan mahkeme sisteminin’ yükünü hafifletmek amacıyla 1991 yılında geçmişti.

Çokkültürlülüğün bu şeklini destekleyenlerin farkına varamadığı – ya da kabul etmeyi reddettiği – şu ki, şeriata dayalı mahkemelerin varlığı sadece çağdaş hukuka yönelik bir tehdit oluşturmuyor, aynı zamanda da Müslüman kadınların istismarına, eşitliğin sağlanamamasına ve hukuk karşısında eşitlik ilkesinin tamamen ortadan kaldırılmasına suç ortaklığı etmiş oluyor.

Batılı demokrasilerin, kadınları ve diğer insanları haklarından men eden bu arkaik uygulamaları bertaraf edip, bu tarz kuralların ‘dini özgürlük’ adı altında uygulanmasına müsaade etmekten vazgeçmesi gerekiyor. Çünkü işin özünde, burada adalet reddediliyor. Hindistan bu yolda doğru bir duruş sergiledi. Britanya, Avustralya, ABD ve Kanada da bu yolu takip etmeli!

Gatestone Institute’dan çeviren Burcu Gündoğan