Beril Erbil’in ilk kitabı ‘Aynadaki Porno Yıldızı’ndaki öykülerini okurken kadınların içseslerindeki bir değil bin çığlığı yüreğimde hissettim.

Kadınların çığlığı

Özge DOĞAR

Beril Erbil’in ilk kitabı ‘Aynadaki Porno Yıldızı’ Edisyon Kitap etiketiyle raflardaki yerini aldı. Erbil’in öykülerinde yer alan kadınların içseslerinde bir değil bin çığlık var. Ama suskunluğun üzerindeki sis dalgası gün be gün dağılıyor.

Artık kadınlar, çığlıklarını hem kendilerine hem de bu çığlığı duymaktan korkan her bir bireye duyuruyorlar. Beril Erbil ile ‘Aynadaki Porno Yıldızı’nı konuştuk.

► Her kitabın bir macerası var. Aynadaki Porno Yıldızı’nın macerasını bizlerle paylaşır mısın?
Yazıyla ilişkim epey eskiye dayanıyor. Ancak yazdıklarımdan kitaba dönüşecek bir bütün oluşturmamıştım. 2015’te ‘Aynadaki Porno Yıldızı’ adlı öykümün ilk taslağını yazdım. Aynadan yola çıkarak bir öykü kurdum. Öykü kahramanının içindeki seslere izin verip uyanışını, kendi gerçeğinin yaşadığı gerçeklik olmadığının farkına varışını anlatmak istiyordum. O ilk taslak bugün okuduğunuz öykünün onda biri bile değildi. Ancak o gün, yazabilirsem, bunun bir kitaba dönüşeceğini ve bu öykünün kitaba adını vereceğini biliyordum. Öyküyü tamamlamam 2,5 yıl sürdü. Bu öyküyle birlikte önceki yazdıklarımdan kitaba uygun öyküler dosyaya eklenirken yeni öyküler de yazdım. Anlatmak istediklerimi anlatmak için doğru karakterlere, birtakım olaylara ihtiyacım vardı. Kadın, cinsellik, ölüm, anne-baba ve toplumla ilişkilenmemiz, yalnızlık, kurduğumuz ve kuramadığımız hayatlar temalarında dolaşıyordum. Beni de geliştirip dönüştüren bir süreçti.

► Aynada bizlere neyi göstermek istedin? Kentli kadınları seçmendeki amaç neydi?
Aynada kendi gözlerinin içine bakmak zordur. Gerçekten bakmaktan bahsediyorum, dakikalarca. Oysa hepimiz her gün aynaya bakarız. Saçımıza, makyajımıza, kıyafetimize. Ayna bizi dış dünyaya hazırlayan bir nesne. Ama onda kendi gözlerimize baktığımızda iç dünyamıza doğru bir yolculuğa çıkarız. İç dünyaya bakmak, orada göreceklerimizle yüzleşmek hiç kolay değil. Bu nedenle bizi mutlu edecek gerçek hayatlar yerine kabul görmüş, sorgulanmayan hayatlar yaşıyoruz. Kent de böyle. Dışarıdan imrenilen hayatların içinde bir sürü sorun var. Çoğu zaman bunların farkına bile varmıyoruz. Bu öykülerdeki kadınlar bizi kendi içimize bakmaya çağırsın istedim.

► Kitap, samimi diliyle tüm kadınları bir araya getirmiş. Kitapta sadece kentli kadın karakterlerini görsek bile genel anlamıyla kadınları bir araya getiren şey, var olan kadın sorunları mı yoksa bu sorunlara cevap arayışı mı?
Kadınlık veya insanlık halleri diyebiliriz belki. Bir aileden geldik, bir hayat kurduk ve bir toplumun içinde yaşıyoruz. Halimiz aile ve toplumun şekillenmelerinden bağımsız değil, sorunlarımız da. Ataerkil düzenin çok sevmediği duygularımız da bastırılmışlıktan, yok sayılmaktan, duygu alışverişindeki eksikliklerden ötürü farklı tepkilerle ortaya çıkıyor. Eril ve dişil özelliklerimizin ahengini yaşayamıyor, dengesini tutturamıyoruz. Dişil özümüzün ise yaratma, dönüştürme, karmaşadan anlam bulma gücü var. Aslında bu kadınları bir araya getiren bu dişil özdü bana kalırsa.

► 'Aynadaki Porno Yıldızı', kadının kendisine yabancılaşması ve kendini bu yabancılaşma içerisinde tekrar bulması, diyebilir miyiz?
Öykü bazında bakarsak oradaki kadın karakter yaptığı evliliğe kadar sezgilerindeki soruları hiç sormamış, kabul edilmiş, genel geçer bir hikâyenin peşinden gitmiş bir kadın. Ama bir şeyler yolunda gitmiyor. İlişkiden beklenen canlı ve gerçek bağ bir türlü kurulamıyor ve belki de hiç kurulmamış. Kadının kendi benliğine uzak oluşu bakımından yabancılaşma gibi de bakabiliriz elbette ama bendeki hissiyatı safdillik ve sezgilerine dokunmayı öğrenerek büyüyememe hali ve bu halden uyanışı.

► 'Gözbağı’ adlı öykü bir kadının tabularının yıkılıp yeniden doğuşunu anlatırken yaşadığımız şehir hayatından da bahsediyor. Neleri kaybediyoruz ve neler bizlerin normali haline geliyor?
Biz sosyal varlıklarız. Şehir bizi daha da sosyal kılarken kendi içine kapalı küçük topluluklara da bölüyor. Modern hayatın hızlı döngüsü de hayatı yaşanandan ziyade yetişilen bir şey haline getirirken yaşanan ekran çağı yaşamı sergilenen bir şey haline de getirdi. Bu süreçte birbirimize ve kendimize ruhsal ve duygusal açıdan dokunmayı unuttuğumuzu düşünüyorum. İşte burada hem kendimize hem hayata karşı yabancılaşıyoruz. Yaşamla ve yaşamın döngüleriyle kurduğumuz bağı inceltiyoruz. İncelikleri, ayrıntıları, farklılıklarımızı unuttuğumuz bir yaşam ne kadar normalse o normali ve sonuçlarını yaşıyoruz.

► Kitapta asıl mevzu kadınlar da olsa başka kavramlar da gözümüze çarpıyor. Dostluk, çevre bilinci, tüketim çılgınlığı, yabancılaşma…
Kitabın kahramanları kadınlar ama yaşadığımız hayat hepimizin. Hepimizin ortak mevzuları, ortak dertleri var. Bir insanın yaşantısını dostlarından bağımsız düşünemeyeceğimiz gibi, içinde olduğumuz doğadan, üzerine bastığımız topraktan da ayrı düşünemeyiz gibi geliyor. Tabii, hep kentte yaşamış biri olarak kent yaşamının gerçeklerinden de ayrı düşünememiş olmalıyım ben de.

► Türkiye’de kadınların en önemli meselesi her alanda, şiddet. Bu sorun nasıl çözümlenir?
Bu sorunun keşke basit bir cevabı ve çözümünün tek bir yolu olsaydı. Çözüm her ne olursa olsun yasalarla desteklenmeli. Şiddet hayatımızın her yerinde. Üstelik sadece fiziksel değil, psikolojik ve gizil bir biçimde de hayatımıza sızmış durumda. Bu soruya daha bireysel olarak ne yapabiliriz açısından cevap vermek istiyorum bu sebeple. Ataerkil zihniyetin içinde yaşıyoruz ve farkına vardığımız / varmadığımız bir sürü ataerkil kodu taşıyoruz. Bu kodları çözmeliyiz gibi geliyor en başta. Bu zihniyeti besleyen ve bu zihniyetten beslendiğimiz yerleri bulup dürüstçe üzerine gidebilmeliyiz. Hepimizin bir etki alanı var. O alanları dönüştürmeye başlayabiliriz. O zaman daha insan insana, her birimizin içindeki eril ve dişil özelliklerimizle, daha dengeli hayatlar kurabiliriz belki.