Kadın olmak ve feminist olmak iki ayrı şey...

Kadın olmak ve feminist olmak iki ayrı şey. Galiba “kendinde işçi olmak ile kendi için işçi olmaya” benzetebiliriz kadın ile feminizm arasındaki ilişkiyi.  Bir bilinç işi.  Cinsiyet eşitsizliğinin farkında olmakla başlayan, ataerkil toplumun ciddi biçimde dönüşmesi isteğine uzanan bir bilinçlenme.

Bu memlekette ise, sığ bir feminizmden öteye gidilmemekte. Hele medyada...

Buraya nereden mi geldim? Oral Çalışlar ile Akif Beki arasında başlayan feminist tartışma; arkasından gelen yazlar... Düşündüm. Bir şeyler yazmalı mı ? Bir yandan, Beki’nin bir iki okumayla feminizmin iflasından söz etme cesaretini kendinde bulmasına “o kadar da kolay değil” demek geliyor içimden; öte yandan ciddiye almaya değer mi diye soruyorum.

Daha önemlisi kendi açımdan kaygılarım çok.  En başta, memlekette bunca can yakıcı mesele varken, feminizmi konuşmak!

Orada bunca insan acıyla yanmış, korkuyla kahrolmuş, kulakları tetikte yaşar, yine de umutla barışı beklerken... Kürt sorunu, can sorunu, hak sorunu, adalet sorunu yürek dağlarken...

Burada onca insan gelecek kaygısıyla yollara düşmüş iş arar, ya da iş bulmak ve işçi olmak her gün daha güvensiz hale gelirken... Sendikalı bir avuç işçi kaldığı yetmezmiş gibi kıdem tazminatı hakkı da güme giderken...

Say sayabildiğin kadar... Öyleyse?

İyi de, bu memekette can yakan sorunların ne zaman azalacağı konusu bir yana, daha önemlisi, kadınların da, feminizmin de bunlara uğraşması gerekmiyor mu? Derdimiz feminizmin kısır odalara hapsedilmesi değil mi?

Bir de, feminizm şuna buna indirgenir, meydanı boş bulanlar feminizmi karikatüre benzetirken susmak olur mu?

Beki’ye verilen yanıtlara bakıyorum, onlar da pek yeterli değil. Söylemek istenilen de, özetle, bunca sorun ve eşitszlik varsa feminizme de ihtiyaç var demek. Doğru, ama feminizmin çok daha geniş bir bakış açısı kazandığı, bir dünya görüşü olmaya doğru yol aldığını ne yapmalı? Daha birçok düşünce ile buluşarak, onlardan bir şey alıp onlara bir şeyler katarak yoluna devam ederken, feminizm de öyle bir yazarı okumakla anlaşılmaktan ve “şudur, budur” diye hüküm verilmektan uzaklaştığını nereye koymalı?

Kısacası bu konuyla doğrudan ilgili olmayıp, -artık feminizmi nasıl yere sererim diye düşünülerek mi bilinmez-okunulan bir iki kitapla feminizmden söz etmek, hele“mevta” yapmak hiç olmaz dedim. Ve yazıyorum.

Bir kere, feminizm Beki’nin sandığı gibi  “seksist”  bir bakış değil, aksine “cinsiyetçi” bakışa dikkat çeken, projektör tutan bir yaklaşım. Demek istediği de, kadınların “kadın” oldukları için bir yere gelmesi değil, kadınların ne kadar yetkin olursa olsunlar erkeklerle eşit muamale görmemeleri, görünür ve görünmeyen duvarları aşamamalarıyla ilgili.

Ayrıca Beki’nin söyleminden yola çıkarak, bakan atamalarında cinsiyete değil ehliyet ve bilgiye bakıldığını, kabinede tek bir kadının bulunmasını da Fatma Şahin’in ehil oluşuna bağladık diyelim. Peki buradan AKP milletvekilleri içinde başka ehil  ve bakan olmaya yeterli kadın bulunmayışı gibi bir sonuç mu çıkarmamız gerekiyor? Yazık olmaz mı!

İkincisi, kadınlar için sorun ve mağduriyet epeyce. Feminizmin ilk meselesi de, insan hakları, eşitliği ve özgürlüğünden söz edilen bir dünyada bu anlayışın cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmakta yetersiz kalması. Nereye giderseniz gidin, eğitimden istihdama, çalışma koşullarından gelire, toplumsal değerlerden siyasal alana kadar her yerde kadın ve erkek olmak arasında önemli farklılıklar var.

Bunu açıklayıcı bir olgu da, ataerkil toplum anlayışı. Bu nedenle ataerkillik, toplumsal cinsiyet, bakım emeği gibi kavramlar feminist sözlüğün ilk kavramları. Ancak unutmamalı ki, feminst sözlük gelişirken, yalnız kadın sorunlarından ve kavramlarından söz etmekle kalmadığı gibi, bu sorunların ortadan kalkacağı toplumsal dönüşüm gibi radikal istemleri de güç kazanmakta.

Üçüncüsü, feminist diye anılanlar! Beki, başka bir yazarın kitabına atıfta bulunarak bir kadın yazardan söz ediyor (16.07.2011). Feminizmin en rahatsız edici reflekslerinden biriymiş ataerkil toplum küçümsemesi. Bu yazar, kadın olarak  özgürleşmesini ataerkil topluma, bir masada oturup kitap yazacak boş zamanı da kapitalizme borçluymuş. Anlıyoruz ki, uygarlık kadınlara bırakılsaydı ottan kulübelerde yaşayacakları korkusu duyan yazar, yaşasın kapitalizm ve yaşasın  bunca şeyi üreterek kapitalizme can veren erkekler diyor.  Feministlerin ve entelektüellerin nimetlerinden yararlandıkları kapitalizmi horlamalarını da “ikiyüzlülük” olarak değerlendirmekte.

Bence yazar, meselenin bam telini ortaya koymuş.  Ataerkillik ve kapitalizm arasındaki ilişki kurmuş,-ki, gayet haklı- feminizmin de patriarki ile birleşen kapitalizme karşı duruşundan rahatsızlık duyduğunu saklamıyor. Anlaşılan, Beki ve yararlandığı kitap da yer verdikleri alıntılarla aynı kaygıları paylaşmaktalar. Ne demeli!

Başka bir yazısında da (14.07.2011), yine aynı kitaptan başka bir kadın yazardan yaptığı alıntı şöyle; “Feminizm, serbest ve kolay eşitliğe sahip bir geleceğe hızla sıçramak isteyen kıt yetenekli kadınların (Marksizm’inkine benzer) bir istismarıdır.”

Dördüncüsü, bu yazarlara feminist demek mümkün değil, ama ataerkillik ile kapitalizmin büyük uygarlığını kutsayanları feminist diye almak şaşılası olsa gerek. Ne yoksulluğa ne haksızlığa ne de adaletsizliğe çare bulabilen bir uygarlık!  Bir tarafta durmadan artan oyuncaklar, öte tarafta bitmeyen mağduriyetler ve adeletsizliklerle insanlığı maskaraya dönüştürmiş uygarlık. Ve de bu uygarlığa, İslami kaygılarla karşı çıkması beklenenler, feminizmi mahkum etmek için onu yermeyi “ikiyüzlülük” olarak niteleyenlerle işbirliği yapıyorlar. Ne ala!

Özetle, ya feminizmi bilmiyorlar; ya da biliyorlar ve o nedenle ürküyorlar.

Çünkü feminizm, bugün yalnız kadın mağduriyetleriyle ilgilenmenin ötesinde tüm eşitsizliklere ve mağduriyetlere son verebilecek bir arayış olma yolunda; iktisat ve siyasetten, siyasal ekonomi ve uluslararası ilişkilere kadar uzanacak bir dönüşümü amaçlamakta.

Çünkü, yalnız sosyalist feministler değil, daha birçok feminist yaklaşım var olan sistemle çatışma içine girmekte. İşte ekofeminizm, işte postkolonyal feminizm.

Çünkü, ABD’de liberalliklerinden kuşku duyulmayan feministler bile,  zengin ülkelerin, beyaz kadınların meselesi olacak bir feminizmle bir yere varılamayacağını anlamakta.

Çünkü, feminizm, çalışmanın anlamı, ücretli ve ücretsiz emek ayırımın ortadan kalkması, ilişkisel bağımlılık,  dayanışmacı ilişkiler, bakım ahlakı gibi tartıştığı konularla ataerkillikle olduğu gibi kapitalizmle de uyuşmazlığının giderek farkına varıyor.

Ve sonuç: Bugün iflas etmekte veya ölmekte olan değil, aksine dönüştürücü potansiyeli artan bir feminizmden söz edilebilir.

Birçok farklı feminizm olsa ve feministler arası tartışmalar sürse de, feminizmin, hem ataerkillik hem de kapitalizme ilişkin farkındalığının arttığı da açık. Kadınların ve feminizmin çıkış yolu da her iki farkındalığın artmasında.

Korkulan da bu olsa gerek!