Eğri oturup doğru konuşalım bir ‘saadet’ uğruna akit yolunda milyonlarca kadının hayatını tehlikeye atmak normal midir? Bir grup şeriatçı azınlığın siyasi şovuna, ‘kitle diriliğine’ teslim edilmiş koca bir ülke, milyonlar, geleceğimiz ve bugünümüz normal midir?

Kadınların ritmi

GÖKSU CENGİZ

İstanbul Sözleşmesi’nin başta kadınlar olmak üzere tüm toplum için önemini iktidar medyasının ve gerici ve şeriatçı azınlığın tüm karalama kampanyalarına rağmen kadınlar çok sade bir şekilde ifade ettiler “Yaşamak istiyoruz”. Bundan daha fazlasını söyleyebilmek belki de mümkün değil. Ancak bir gece yarısı kararıyla ve doğrudan iktidar partisi genel başkanı imzasıyla İstanbul Sözleşmesi’nin feshi kararı hem iktidar için hem de bizim için ne anlama geliyor sorusuna cevap aramak bu yazının çabası olacak. Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim çocukluğumuzdan bir şarkıyla; birbirimize sarılırsak güneş doğabilir; belki değil.

Evet, bugününü kurtarmaya çalışan bir iktidar tarafından yönetiliyoruz ya da artık yedi cihanın da haberi olduğu üzere yönetilemiyoruz. Daha da önemlisi evet değiştirebiliriz. Ama nasıl? Tüm güçsüzlüğüne ve dağılmışlığına rağmen iktidar partisi ve şürekâsı hayatlarımızı belirlemeye devam ediyor. Toplumdaki memnuniyetsizliğin mevcut iktidarın geçmişte gücünü de sağlayan geniş kitlelere de yayıldığı herkesin malumu ancak bu durum bu denli gözünü karartmış ve iktidarını çoktan şahsi ve ailevi bir mesele haline getirmiş bir iktidarın gücünü kendi kendine bırakması, üzerimizdeki kara bulutların biraz olsun dağılması için yeterli midir? Daha da önemlisi artık özgür ve korkusuz yaşama iradesini tüm baskılara rağmen ve içinden geçtiğimiz en karanlık günlerde dahi dile getirmekten geri durmayan kadınların eşitlik, özgürlük ve laiklik taleplerine nasıl varabiliriz? İstanbul Sözleşmesi’nin feshi vesilesiyle feminist hareket, kadın hareketi dâhil olmak üzere hepimizin ve tüm toplumsal muhalefetin bir kez daha cevap araması gereken sorular bunlar. Geleceğimiz için yürüyeceğimiz yolu bulabilmek, inatla arayabilmek için sorulacak sorular.

Artık bir sabah uyandığımızda haberleri açıp bugün neyimizi almışlar, hangi skandala uyandık diye yaşamaya alışmaya başladık. Belki de değiştirmemiz gereken öncelikle budur. Akıl ve mantık çerçevesinde hareket etse toplumun sinir uçlarına bu kadar değmeyeceğini hayal ettiğimiz ama buna bir türlü erişemediğimiz her hamlesinde “Bu kadar da olmaz canım” dediğimiz yoldan çıkmış bir azınlık tarafından sürükleniyoruz ve buna yolundalık diyoruz. Bir diğer vahim tablo ise iktidarın her bir hamlesi doğrudan hayatlarımızı etkilemiyormuşcasına sakin ve normal bir ‘hallederiz’ muhalefetinin hayatımızda giderek kapladığı yer olageliyor. Hani tam hakkınızı arayacakken, öfkeden gözleriniz dolmuşken arkadan gelen babacan ama bir o kadar da küçük gören bir el gibi ‘tamam sakin’. Yalnızca nasıl durman gerektiğini söylemez çoğunlukla o el bir diğer diyeceği daha vardır, “Sen karışma” der aslında. O halledebilir. Ancak bir fark var öfkeli bir kız çocuğu olduğu kadar kimsenin haberi olmadan her şeyi yoluna koyan kadınların da sesi bu, öyle kolay değil bayım.

Halledilebilir mi gerçekten? Eğri oturup doğru konuşalım bir ‘saadet’ uğruna akit yolunda milyonlarca kadının hayatını tehlikeye atmak normal midir? Üstelik itirazı bilerek, görerek. Bir grup şeriatçı azınlığın siyasi şovuna, ‘kitle diriliğine’ teslim edilmiş koca bir ülke, milyonlar, geleceğimiz ve bugünümüz normal midir? Bir yandan yeni nesil kapitülasyonlar için kapı kapı gezen kim bilir nelerden vazgeçen kürsüye çıkınca hayatlarına sahip çıkan kadınların yaşam mücadelesinde dış mihrak aramak normal midir, buna inanmak normal midir? Kim millidir bilemiyoruz ama biz buralıyız, üstelik sınırları aşan bir buralılık tüm dünyada her evin tam ortasındayız, buradayız ve bu gericilik normal değil söyleyelim. Daha da güzeli kalıcı değil.

Ya bu anormal sıradanlığa alışacağız ve kendi sonlarını hazırladıklarını, o günlerin kendi kendine elbet geleceğini hayal etmeye devam edeceğiz ya da yaşamları üzerindeki söz haklarını eline alan kadınların açtığı yoldan yürüyeceğiz. Bir gün gideceklerine inanıp, nasıl demeden bugünümüzden aldıklarına sessiz kalmayan yoldan. Bir gün gideceklerse bunun ancak bugünde gizli olduğunu bilerek yürünen yoldan. Üstelik yalnız da yürümeyeceğiz mademki fesih kararı için kendilerinin bir değişiği ama sağda ve gericilikte buluştukları Polonya var yanlarında öyleyse “Suçlu sensin” diyen kadınlar bizledir. Şaşalı hayatlar, bir grup çıkarcı rantçı var yanlarında öyleyse emeğinin karşılığını arayan bunun için sesini yükselten herkes bizledir. Evet, yaşamlarına sahip çıkan kadınların açtığı yol tüm toplumsal muhalefet başta olmak üzere tüm topluma buraya bakma değiştirme çağrısı olduğu kadar kadınlara da yanlarında hakkına sahip çıkanların solun olduğunu hatırlatıyor.

Bildiğimiz bir şey varsa herkes aynı telden çalarken ritmi bozmak zordur, yeni bir ritmi var edecek bir irade istediği kadar ritim tutan çokça el de ister. Ritmimiz yerinde yaşamak istiyoruz, üstelik eşit ve özgür ve dahi laik bir ülkede ve yarın değil şimdi. O zaman ellerimizi çoğaltmak durumundayız, yan yana gelmek ve ritmi birlikte tutmak o zaman yaşamlarımız hakkında fütursuzca konuşanların sesini bastırabiliriz.