Kafa karıştırıyorum
Kıvanç Sezer’in yeni filmi “8x8’’ yarın vizyona giriyor. Sezer, üç kişilik gizemli bir satranç oyunu gibi ilerleyen filme ilişkin, “Seviyorum kafa karıştırmayı, ters köşe yapmayı. Bundan heyecan duyuyorum” diyor.
Emrah KOLUKISA
Bir kadın ve bir erkek. İnternet üzerinden kiraladıkları bir sayfiye evinde baş başa geçirecekleri bir tatil, belki bir kaçamak. Onların arasındaki ilişkinin dinamiklerini çözmeye çalışırken konuya dahil olan üçüncü bir kişi, gizemli bir adam… Hamle üzerine hamle, strateji üzerine strateji. Yönetmen Kıvanç Sezer’in senaryosunu yazıp çektiği bu üçüncü filminde izleyici gizem dolu bir ilişkiler ağının içinde yolunu bulmaya çalışıyor. Ece Yüksel, Alican Ulusoy ve Halil Babür üçlüsünün başrollerini paylaştığı filmi Kıvanç Sezer ile konuştuk.
Yeni sezonun vizyona giren ilk filmlerinden biri oldu "8x8’’, öncelikle hayırlı olsun. Filmin adında, yani ‘‘8x8’’de çok bariz bir satranç analojisi var, satranç tahtasındaki 8’e 8 karelerin dizilimden hareketle… Tabii bu analojinin filmdeki önemi de çabucak anlaşılıyor. İstersen oradan başlayalım ve hikâye nasıl doğdu onu dinleyelim senden.
Hikâyeye gelmeden birkaç konu var, onlardan bahsedeyim. Pandemiyle birlikte özellikle üretim anlamında, yaptığımız şeyleri nasıl göstereceğimiz vesaire anlamında bir sıkışmışlık hissiyatı vardı bende, birçok insanda olduğu gibi. Sonuçta biz de film yaparak bunları aşabiliyoruz. Bu sırada benim başka bir senaryom vardı, bakanlığa destek için başvuracaktık ama teknik bir detaya takıldık ve onu aşmak için benim başka bir film çekmem gerektiği anlaşıldı. Eser işletme belgesiyle almamla ilgili bir detay… Yani ancak onu çektikten sonra yapımcı olarak bu belgeyi alabiliyormuşum. Bu da aslında o süreçteki hissiyatıma tüy dikti. Her şeyin üstesinden gelebilecek bir yol aradım ben de. Hızlı ve kolay bir şekilde çekilebilecek, tek mekânda, üç kişi arasında geçecek bir film… Daha önce yazdığım, çizdiğim şeylerden biraz toparladım ve kabaca böyle bir fikri ortaya koydum. Ondan sonra görüntü yönetmenimize gittim, dedim ki böyle bir şey yapmak istiyorum, gelir misin? Gelirim dedi. Oyunculara gittim, dedim ki henüz senaryom yok, ama bir fikrim var, bütçem de yok, gelir misiniz? Onlar da geliriz dediler. Birden her şey hızlandı ve sonra bu hikâyenin senaryosunu yazdım. Mekân bulduk, İstanbul Riva’da… 8-9 günlük bir sürede, 19-20 kişilik bir ekiple çektik. Her şey çok mikro olsun istedim. Anlatısından üretim şekline, biraz ‘ensemble’ kadrosuna kadar…
Pandemi koşullarında çekilmiş bir film, doğru mu anlıyorum?
Pandemide çekildi evet, yani 2022’nin Mart ayında, belki en yüksek olduğu dönem değildi ama devam ediyordu. Yani biraz ekipçe bu filme tutunduk ve bize güzel bir çıpa oldu. Senaryo daha yazılmadan oyuncular, yani Ece Yüksel, Alican Yücesoy ve Halil Babür belliydi ve hatta yazım sürecinde onların da katkıları oldu. Özellikle Halil, kendisi de bir yazar biliyorsun, o anlamda yetenekli bir oyuncu, onunla çok konuşup paslaştık.
KEYFİYET REJİMİ
Bu filmi aslında geçen yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde izleyecektik ama sansür vakası ve festivalin iptaliyle sonuçlandı Antalya. Hâlâ sansürle uğraşmak nasıl geliyor sana, üretken bir sinemacı olarak?
Büyük bir sıkışmışlık hissiyatı var, özellikle de gençlerde, çünkü bir keyfiyet rejiminde yaşıyoruz. O rejimde insanların yapmak istediklerini yapması, kendilerini gerçekleştirebilmeleri çok zor, dolayısıyla bütün alanlarda, sadece festivaller ya da sanat değil, iş yaşamında, günlük yaşamda, aile ilişkilerine kadar bu sirayet etmiş durumda. Gerçekten çok zor ve ne yapmak gerekiyor bilemiyorum. Antalya özelinde mesela aslında yapmamız gerekeni yaptık ve sonuç alacaktık belki de ama mümkün olmadı. Bir filmin öcüleştirilmesi, kriminalize edilmesi çok yanlış bir şey. Filmler bir hikâye anlatırlar, bir meseleyi anlatırlar, aslolan bunları tartıştırmaktır.
HİÇ KÖYÜM OLMADI
‘’Babamın Kanatları’’ ve ‘‘Küçük Şeyler’’den sonra aslında senin ‘Konut Üçlemesi’ serisinin üçüncü ayağını bekliyorduk ama araya bu film girmiş oldu. Gerçi buradaki ev de yine hikâye açısından önemli bir yer tutuyor. Airbnb üzerinden kiralanan deniz kenarındaki yazlık bir ev var burada da… Belki sözünü ettiğimiz üçlemenin bir parçası değil ama sanki çok da uzağına düşmemiş.
Gerçek bir Airbnb eviydi orası. Senin de dediğin gibi gerçekten de hikâyenin ayrılmaz bir parçası oldu. Evet, bir şey kurarken hep o mekânlar, özellikle de kapalı mekânlar ile insan arasındaki ilişki, ev, aile, diğer filmlere baktığında aile önemli yer tutuyor… Bu filmde bir aile yok belki ama sonuçta onun nüvelerini görüyoruz; içindeki o romantik yan, gitmek, bir arada durmak vesaire… Zihnim bir şekilde bunların etrafında dönüyor ve bu da normal bir şey, çünkü ben tabiri caizse bir apartman çocuğuyum. Mesela ‘Köyümüze gittik’ diyen insanlar vardır ya, onlara çok gıpta ederim ben. Benim hiç köyüm olmadı, dolayısıyla benim için mekân kavramı başka anlamlar içeriyor. Özellikle iç mekânlar, ev, bina falan. Bundan başka karakterlerin çıkmazları, arzuları, yapmak istedikleri, yapamadıkları, birbirlerine karşı dürüst olmadıkları noktalar gibi anlamlar da var arkasında ve önceki filmlerden devam eden bir izlek bu.
İlk iki filminden farklı bir üslup var burada. İlki gerçekçi bir sosyal dramdı (‘Babamın Kanatları’), ikincisi biraz absürt komedi tarzındaydı (‘Küçük Şeyler’) ve şimdi yine farklı bir tarz. Kafamız karışıyor senin filmlerini izlerken…
Bence kafamızın karışması iyi bir şey, seviyorum kafa karıştırmayı, ters köşe yapmayı… Bundan heyecan duyuyorum daha doğrusu. Atıf Yılmaz sineması gibi mesela, ondan beklenmedik, bambaşka bir şeyle çıkardı hep. Ben de açıkçası zaten yapmış olduğum bir şeyin şeyin devamını yapmaktansa hem sinemaya dair hem de kendi kurmaya çalıştığım dünya dair zayıf olan kaslarımı çalıştırmaya gayret ediyorum. ‘‘Babamın Kanatlarında’’ biraz ağlattık izleyiciyi… Sonra acaba güldürebilir miyiz dedik ve ‘‘Küçük Şeyler’’de bunu denedik. Şimdi de acaba gerilim yaratmayı becerebilir miyim gibi bir yerden çıktık. Böyle şeylerin üstesinden gelmek bana bir motivasyon oluyor.
Söyleşinin tamamını Birgün TV Youtube kanalında izleyebilirsiniz.