Bir yerlerde tıkanma olduğu kesin. Ama bu tıkanma, üretimle mi ilgili; orası muamma

Kafalar hep yandı

> EZGİ ÇELİKe.ezgicelik@gmail.com

“Başka dert vermesin!” Hangi kuşaktansınız? Aslında fark etmez çünkü kuşaksız cümlelerdendir bu. Herkes, kendine göre ‘en’ büyük derdini yaşarken, en az bir kere duymuştur bu cümleyi. O an tüyleri diken diken etse de, zamanla gayet geçer akçe bir söz olduğunu anlarsınız. Siz “Derdim var, yanıyorum” diye bağırırken, biri orta yerden çıkar, leziz bir olgunlukla, tek nefeste, bu sözle o yangını körükler. “Şimdi bunun yeri mi arkadaşım, neden derdimi öfke ile körüklüyorsun” diye isyan edesiniz gelir. Ama genelde o anki yorgunlukla “Amaaaaaan bana ne ya” deyip susan taraf siz olursunuz. Sonra zaman geçer, ateş söner, su yolunu bulur. Ve yine siz, o zaman durup düşünürsünüz, “Oh be, yaşıyorum.” Belki artık başka bir yerde, başka insanlarla, başka uğraşlar içinde. İşte, o zaman geçer akçe olmuştur “başka dert vermesin”.

Biz özel bir ülkede yaşıyoruz. Hangi mucizevî dünya ülkesinde bu kadar özgürlük vardır ki. Mesela bizde ‘sanat’ kelimesi ortaya atılmıştır, herkes içini kendisi doldurur. Ama en kıymetlisi, ülkemin üstün duyarlılığıdır. Hangi ülkede sanatla ilgili, yaratıcılıkla ilgili ‘derdim var’ denildiğinde ‘başka dert vermesin’ diye sırtınız sıvazlanır? İşte bunlar hep ülkenin kıymetleridir.
Peki bu sırtı sıvazlanan kaygılı topluluk gerçekten yaratıcılıkla ilgili sıkıntı mı yaşamakta acaba? Eski zamanlara kıyasla üretimde sıkıntı var mı gerçekten? Yaratıcı olmakta, fikir bulmakta, bunları hayata geçirmekte daha mı zorlanıyor insanlar? Bir yerlerde tıkanma olduğu kesin. Ama bu tıkanma, üretimle mi ilgili, işte orası büyük bir muamma. Yazılı ve görsel basında, sosyal medyada, sokaklarda, her yerde son yılların en büyük patlaması yaşanıyor. Yeni filmler, tiyatro toplulukları, sergiler, festivaller, müzik grupları… Her birinin tanıtımı, gösterimi ile ilgili haberler okuyoruz. E o zaman sıkıntı nerede? Aslında ortada bir sıkıntı yok, sadece gerçekten özel bir dönemden geçiyoruz diyebilir miyiz mesela? Birçok kuşağın aynı zaman diliminde yaşadığı ve beraber ürettiği bir dönemin içindeyiz. Gelenekselliği neredeyse kutsal ilan edenler, “Asıl olan klasiklerdir ve bizim tek görevimiz onları yaşatmak için çalışmaktır” diyenler, “Dünyada her gün yeni bir şey doğuyor takibe takip ne bu fikri sabitlik diyenler” ve her şeyi ile ‘yeni’, henüz tam olarak tanımı yapılamayan, neredeyse dakikaya yeni bir fikir sığdıranlar… Çok kalabalık, bol renkli böyle bir zaman diliminde tıkanıklığın, kargaşanın baş göstermesi son derece olağandır diye düşünmek istiyoruz.

Bu sene Nuri Bilge Ceylan’dan nasıl bir film izleyeceğiz acaba derken, aynı akşam arkadaş sohbetinde ‘Onur Abi’ (Ünlü) yine patlatmış, ‘çok acayip ya’ ile film muhabbetinin dibine inip, akşam eve gelince gişeye selam çakan filmlere kıkır kıkır gülen bir yaratıcı beyinle, yıllarca bütün klasikleri büyük bir ciddiyetle çırağına anlatmış bir ustanın aynı yerlerde dolaştığı bir dönem bu. Bu ikilinin birbirini kabullenme anı ne kadar renkliyse, varsayılan tıkanma da bir o kadar kuvvetli olacaktır. Kafalar hep yandı. “Klasik her şeydir” diyenler, “Klasiklere kendi yorumumu da katarım” diyenler, “Ben kendi yenimi yaratırım” diyenler, bütün bunları hafif öfkelenerek izleyen en eski ve köklü kuşak da kendi köşesinde üretmeye ve yaratmaya devam etmekte. Kafalar hep yandı çünkü madem devam ediyor, o zaman tıkanıklık nerede? Kafalar hep yandı çünkü aslında bu bir tıkanıklık değil de bir kabullenememe belki de. “Neler oluyor acaba” diye bakmak daha zor geliyor. Onun yerine birbirini reddetmenin daha konforlu olduğu bir süreçten geçiyoruz belki de.

Kafalar hep yandı çünkü birileri bir yandan bu soruları tartışıp bir yandan son hız üretirken, birileri onların kulağına eğilip ‘başka dert vermesin’ diyor belki de. Kuşak gözetmeksizin.