Henüz internetin olmadığı, haberleşmenin çok daha yavaş yapıldığı zamanlarda da güneş doğudan batıya; hayat ise batıdan doğuya doğru akıştaydı. Batıda olanlar olup, sindirilip ve hatta tüketildikten sonra ise bize doğru gelirdi. Müzik, moda akımları bazen aylar bazense yıllar sonra ulaşırdı. Futbol ise her zaman farklıydı. Zengin - fakir, eğitimli - eğitimsiz her kesimden insan ilgi gösterdiğinden mi bilinmez futboldaki gelişmeler neredeyse eş zamanlı ilerlerdi “yurtta ve dünyada.”

Eş zamanlı haber almak demek her bilgiyi alabilmek değildi tabii bugün gibi. Gazete ve televizyonun verdiği şeyleri izler; keser, biriktirir, hatmederdik. Bu nedenle de Avrupa’da sevilen takımlar, futbolcular da genelde aynı olurdu. Mesela dönemsel olarak toplu şekilde Milan’ı sever, Hollanda milli takımını desteklerdik.

Yıllar geçip internet denilen icat hayatımıza girdiği fakat henüz içerik yönünden pek kısır olduğu zamanlarda hayatımıza Real Madrid ve efsane kadro gerçeği girdi. Hemen her takım için yapılan efsane kadroların bu seferkinde Zinadine Zidane diye bir isim vardı.

Hemen her seferinde zincirleme futbolcu tamlaması olarak “Cezayir asıllı Fransız futbolcu” şeklinde söylediğimiz oyuncuya uzun uzadıya Zinadine Yazid Zidane, kısa olarak da Zizou deniyordu. O da dünya yıldızı futbolcuların çoğunluğu gibi fakir bir aileden geliyordu. Marsilya’ya göç ettikten sonra mağazalarda gece bekçiliği yapan bir babanın çocuğu; Cannes, Bordeaux’ta top koşturup Juventus’a geçtikten sonra hepimizin gönlünde taht kurmaya başladı. Özellikle Fransa 98’den sonra artık Pele’nin bile radarına girdi. O dönem başkanı Perez de bu yeteneği yakından izliyor olacak ki yöneticilerin ve futbolcuların olduğu bir yemekte kağıt peçeteye istek şarkı yerine “Real Madrid’te oynamak ister misin?” yazarak Zidane’a yolladı. Cevap hepimizin malumu. O tarihten sonra Zizou-severler ikiye ayrıldı: Gözünü kapatınca onu hâlâ siyah-beyaz Juventus formasıyla hatırlayanlar ve Real Madrid’in efsane kadrosunun bir parçası olarak görenler...



Zidane dendiğinde benim aklıma çubuklu Juventus formalı hali gelse de futbol hayatını düşündüğümdeki kareler genelde Real Madrid’den. Hakkında yazılan söylenenlere bakarsanız onun futbol klasından, muhteşem tekniğinden ve en çok da oyun zekasından bahsedildiğini görürsünüz. Kendisine yakıştırılan “sihirbaz” lakabının aksine serin duruşu, en imkansız vuruşları yaptığında bile dünyanın en normal şeyiymiş gibi davranması elbette yaptıklarının muhteşemliğini azaltmıyor. Her iki ayağını da klişe tabirle raket gibi kullansa da en zayıf noktasının kafa vuruşları olduğu söylenir. Birçok önemli golü kafayla atmış olması şöyle dursun arama motoruna Zidane yazdığınız anda ikinci sırada ünlü futbolcunun meşhur kafa atışı çıkıyor. 2006 yılında Berlin’de yapılan Dünya Kupası’nı da İtalya-Fransa arasındaki final maçının uzatma dakikalarında Zinadine Zidane’ın Marco Materrazi’ye attığı kafa öylesine meşhur oldu ki olayın heykeli bile dikildi. Bir dönem Katar’ın Doha kentinde sergilenen 5 metrelik “Kafa Vuruşu” adlı eser daha sonra Müslüman gençliği kötü etkilediği gerekçesiyle kaldırılmıştı.

Futbolculuk kariyerine bu kafa vuruşuyla nokta koyan Zizou şimdi eski takımı Real Madrid’in başına geldi. Oynarken gösterdiği futbol zekasını teknik adam olarak nasıl sahaya yansıtacağını bilmiyoruz.Yıldızının parladığı zamanları hatırladığınız futbolcunun teknik direktör olduğunu görmek garip bir duygu. Fakat öte yandan sanki bir tanıdığımız Real Madrid’i yönetecek gibi hissetmiyor değiliz. Belli ki artık maç izlerken gözümüz saha kadar saha kenarında da olacak. Umalım da Zizou kafasını bu kez iyi kullansın.