Çocuksu bir oyun oynama içgüdüsü, hayal kurma isteği ve bu yolla yepyeni bir dünya kurgulama ihtiyacıyla başlıyor roman yazma alışkanlığı. Yaş, bilgi ve birikim eklendikçe, kurgulanan dünyanın gerçek yaşamla bağları kurulmaya başlıyor. Bunu da gerçeğe göndermelerle yapıyor Orhan Pamuk.

Kafamızdaki veba

Yunus Emre BOZDOĞAN

Orhan Pamuk'un 'Veba Geceleri' romanını bir kurgu olarak adlandırmak mümkün. Aksi halde kitap, bir belgesel, bir araştırma ya da tarih kitabına dönüşüyor. Roman yazarı inandırıcı olabilmek için gerçekle kurguyu harmanlar. Kurgu ve gerçeğin dengesini sağlamak roman sanatının en önemli çıkış noktası bence. Kimi romanlarda ağır basan bir kurgu hâkimken kimi romanlarda küçücük bir kurgudan yola çıkılarak, koca bir yaşanmışlık ve tamamen gerçekler hâkimdir. Gerçeğin içine ufak bir kurgu yerleştirildiğinde artık ne anlatılırsa anlatılsın o bir kurgudan ibarettir. Burada söz konusu, eğitim müfredatında yazılan tarih kitaplarındaki kurgu boyutunda yapılan çarpıtmalar değildir! ‘..kurgudan ibarettir’ sözü kurguyu küçümsediğim fikrini oluşturmasın. Tam tersine sanatın bütün anlamı, kurgudan yola çıkarak kendimize daha iyi ve estetik bir yol bulabilmek.

Öncelikle Yapı Kredi Yayınları’nı (YKY) tebrik etmek gerekir. Kalın bir kitap nasıl basılmalıdır konusunda diğer yayınevlerine önemli bir örnek oluşturuyor. Kitabı, sayfaları dağılmadan okuyabileceğiniz ve okuma kalitesini yükseltecek bir tasarımla sunmuşlar. Üstelik 537 sayfalık kitapta yok denecek kadar az basım hatası olduğunu da söylemeliyim.

Önsözde, hayali bir yazar tarafından yazılmış olduğunu vurgulayarak başlıyor kitaba Orhan Pamuk. Her şeyin bir hayal olduğunu en başta belirtmekle sanki yaratacağı ada ve yaşam biçiminin zengin anlatımının tamamen kurgu olduğunu söyler nitelikte. Önsöz bölümünün ne kadar önemli ve gerekli olduğu da ortaya çıkıyor böylece. Önsözü okumadan romana başlayan bir okurun, yazılan her şeyi gerçek zannederek ve Minger’i Akdeniz’de eski ismiyle anılan bir ada olarak kabul etmesi mümkün. Ancak bu kitabı hayali bir yazarın ağzından yazan Orhan Pamuk, bence karşısına çıkacak eleştirileri bertaraf etmek için önemli bir hamle yapmış. Romandaki olay dizisi, Osmanlı’nın bir kesiti gibi inşa edilmiş olan Minger Adası’nda geçiyor. İstanbul’dan Çin’e, özellikle Hong Kong’a, İngiltere ve Fransa’ya kadar uzanan anlatımlar da var. Kurgu olmasına rağmen bu ada ve sokakları, evleri, konakları, zindanları, tekke, cami ve kiliseleriyle içinde yaşayan insanlar, en ince ayrıntısına kadar tasvir ediliyor. Hiç yaşanmamış olayların sanki gerçekmiş gibi detaylarıyla anlatılması insanı masalsı ve aynı zamanda gerçek bir dünyaya bırakıveriyor. Tarih ve kurgu, bir sarmalın içinde yer yer dengeleri değişerek kendini hissettiriyor. Orhan Pamuk’un 'Veba Geceleri' romanında bu denge olağanüstü bir şekilde oluşturulduğu için büyük bir roman başarısından söz etmek mümkün. Zeki bir yazar olduğu için de okuyanların tartışmasını sağlayacak konular seçmesi, yine yazarın başarısıdır. Derin tarih bilgisi ve daha önceki yazımlarından ve araştırmalarından kaynaklı donanımı sayesinde, alışkın olduğu bir kültürü çok ayrıntılı bir şekilde işlemiş. Ancak burada Orhan Pamuk güzellemesi yapmak niyetinde değilim. Sadece emeğe hak ettiği değeri vermek ve içinde bulunduğumuz medya cambazlığından olabildiğince uzakta, önyargısız bakabilmekle ilgilendiğimi söyleyebilirim.

Buna rağmen birçok kişi tarafından da anlamsızca eleştirilmiş. Minger kelimesinin İngilizcede ‘çirkin’ anlamına geldiğini ve Minger’i Türkiye’ye benzettiği için Türkiye ve Türklere çirkin demek istediğini ısrarla düşünen ve savunan, durumdan siyasi paylar çıkarmak isteyenler de var. Komutan Kolağası karakterini Mustafa Kemal’e benzeterek Atatürk’e hakaret ettiğini ileri sürenler de cabası. Bu eleştiriler gerçek anlamda eleştiri zekâsı içermediğinden ve hedefli yapılan bir saldırı niteliğini taşıdığından, bunlarla oyalanmak gereksiz.

Epik bir anlatımla örülü romandaki karakterler, nedensellikleri ve tercihleriyle ustaca oluşturulmuş. Tarihsel ve kurgusal referansların çokluğu ve çeşitliliği romana zenginlik kazandırıyor.

Dikkatli okuyucular kitabın ilk bölümlerinde belirtilen, Pakize Sultan ve 'Damat' Doktor Nuri’nin en az elli yıl daha yaşayacakları ön bilgisinin verildiğini hatırlarlar. Yazar sözünde duruyor ve bu verdiği söz roman boyunca başka konularda da okurun güvenini kazanarak kendini yazara bırakmasını ve takip etmesini kolaylaştırıyor.

PAMUK SANKİ İZLER BIRAKIYOR

En son 2017 yılında, hâlâ açık olduğu bilinen Zofiri’nin bademli kurabiye sattığı fırını ve İzmir’deki Şifa Eczanesi gibi bazı göstergeler dikkatimi çekti. James Joyce’un roman kahramanı Bloom’un Dublin’deki bir eczaneden limon biçiminde sabun alması ve okurların o eczaneyi bulmak için Dublin’e gitmelerini hatta yıllar sonra Dublin’de limon biçiminde sabun satan eczaneler açılmasını anımsatıyor. Pamuk, sanki dikkatli okurlarının onu takip ederek, anlattıklarının gerçek hayattaki kalıntılarını bulmasını istercesine izler bırakıyor. Bazen de bıraktığı bu izleri ustaca ortadan kaldırıyor. Yine de kim bilir İzmir’deki Şifa Eczanesi’ni hâlâ var mı diye bulmak isteyen okurlar çıkabilir.

Bir proje olarak tasarlanan Masumiyet Müzesi de Pamuk’un olağanüstü düş gücünü ve tüm bunların gerçeğe yakın olması arzusunu gösteriyor. Çocuksu bir oyun oynama içgüdüsü, hayal kurma isteği ve bu yolla yepyeni bir dünya kurgulama ihtiyacıyla başlıyor roman yazma alışkanlığı. Yaş, bilgi ve birikim eklendikçe, kurgulanan dünyanın gerçek yaşamla bağları kurulmaya başlıyor. Bunu da gerçeğe göndermelerle yapıyor Orhan Pamuk. Ancak bu göndermeler, James Joyce’un 'Finnegans Wake' (Finnegan Uyanması) kitabında olduğu gibi şifreli ve bir bulmaca niteliği taşımıyor.

Slavoj Zizek ve Umberto Eco’nun sıklıkla bahsettiği James Joyce’un 'Finnegans Wake' kitabında, her sayfada şifre gibi işlenmiş göndermeler, kitabın okunmasını zorlaştırmakla beraber zoru seven okurların geniş bir araştırma yaparak genel panoramaya hâkim olmalarını sağlıyor. (Slavoj Zizek, Çağımızın Son Filozofunu Anlamak, Christopher Kul-Want-Piero, NTV Yayınları, Çeviren: Ezgi Keskinsoy-Bülent Somay, Sf.85) (Umberto Eco, Edebiyata Dair, Can Yayınları, Çeviren: Betül Parlak, Sf.19) 'Veba Geceleri' de işte böyle gönderme olarak kabul edilebilecek durumlarla dolu. Ancak bunların hiçbiri okumayı zorlaştırmıyor. Üstelik bulunduğumuz mekân, zaman ve durumlarla bağ kurmamızı sağlayarak, roman okuma keyfini ateşliyor. Orhan Pamuk, “Saf ve Düşünceli Romancı” adlı kitabında, okuma zevkini kaçıran okurları ikiye ayırır:

“1-Bütünüyle saf okurlar…” Bu grup okurların, yazılan hikâyenin tamamıyla yazarın yaşadığı gerçeklerden oluştuğunu düşündüklerini söylüyor. “2-Bütünüyle düşünceli okurlar….” Bu grup okurların da romanda yazılan her şeyin hesaplı kitaplı bir kurgu olduğunu düşündüklerini belirtiyor. (Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı, İletişim Yayınları, Sf.46) Her iki grupta da roman okuma keyfinin kaçırılması muhtemel. Bu bahsettiğim kitap, Pamuk’un Harvard Üniversitesi’nde verdiği ‘Norton’ derslerinde anlattıklarından derlenmiş.

Veba ile ‘Hasta Adam’ olarak nitelendirilen Osmanlı Devleti’nin son dönemi arasındaki metafor, romanda en belirgin ve yakından bildiğimiz bir gönderme sayılabilir. Hastalık, karantina, nemli taş zindanlar, hapse atılmalar, yasaklamalar, zulümler ve ölümler, yaklaşan sonun ve değişimin habercisi olarak çıkıyor karşımıza. Bir çeşit ölmeler kitabı gibi yazılmış bu uzun hikâye aynı zamanda umudu da içinde barındıran tarihi bir roman. Kitapta adı geçen, ayrıntılarıyla tanıtılan ya da tanıtılma gereği duyulmayan karakterlerin bir çoğu, şu ya da bu şekilde ölüyor. Geriye sadece tarih ve yaşanılanlar kalıyor.

Burada yine Umberto Eco’nun bir saptamasını belirtmek isterim. “Sonu bilindik öyküler bize ölmeyi de öğretir. Edebiyatın temel işlevlerinden birinin bu ‘kader’ ve ölüm eğitimi olduğuna inanıyorum.” (Umberto Eco, Edebiyata Dair, Çeviren: Betül Parlak, Can Yayınları, Sf.29).

Kitabın sonuna eklediği ‘Yıllar Sonra’ adlı bölümse, her anını bilerek okuduğunuz romanın günümüze kadar nasıl geldiğini ve sonuçlarını gösterip kafamızda tartışmamızı sağlıyor. Ayrıca Orhan Pamuk bu bölümde, Mina Mingerli karakterinin ağzından, yazarlık üstüne kendi savunmasını da yapıyor. Kitabın hayal ürünü yazarı profesör Mina Mingerli, Mingerli dostlarıyla sohbet ederken, onun Türk casusu ya da İngiliz casusu olduğu hakkında çirkin şakalar yapmalarından ne kadar incindiğini anlatıyor. Konu milliyetçiliğe geldiği zaman da Mina Minger’in sözlerini kitaptan alıntı yaparak aktarmak isterim. “… Ama hem ona hem Mingerli dostlarıma hem de okurlarıma -konu dışına çıkarak- şunları söylemek isterim: 2000’li yıllarda artık eski tarz imparatorluklar ve sömürgeler çok gerilerde kalmışken, ‘milliyetçi’, yalnızca devletin her dediğini onaylayan, iktidardakilere dalkavukluk etmekten başka bir niyet beslemeyen ve hükümeti eleştirecek cesareti olmayanlara itibar kazandırmak için kullanılan bir sıfata dönüşmüştür. Oysa hayranlık duyduğumuz ‘Kolağası’ Komutan Kamil’in zamanında milliyetçilik, sömürgecilere isyan eden ve onların hiç durmayan makineli tüfeklerine karşı elde bayrak cesaretle, kahramanca koşan vatanseverlere verilen itibarlı bir sıfattı.” (Veba Geceleri, Orhan Pamuk, Yapı Kredi Yayınları, Sf.525).

Sonuç olarak Veba Geceleri, gerçekle bağları farklı yönlere çekilecek olsa da roman sanatı açısından bakıldığında iyi bir yazar performansı.
Roman edebiyatı, olup biteni tüm ayrıntılarıyla yeniden değerlendirmemizi sağlarken, kendimizi eleştirmemizi, dünyayı nedensellikleriyle daha içten kavramamızı sağlayan ve kurgudan ibaret bir yazım sanatı. Buradan herkes kendine göre bir çıkarım yapar. Kimi siyasi pay edinmek için ezbere söylemlerden yola çıkarak saf dururken, kimi de sorgulayarak yaşamı anlamlandırmaya çalışıp, yaşamın neresinde ve ne kadar olduğunun peşine düşer.