Dik kayalıkların oluşturduğu bir sahilde, elinde asasıyla tepelerde yürüyen bir adam keçi otlatan bir kadınla karşılaşır. Adam yoluna devam edecekken kadın onu durdurup uzun bir monoloğa başlar. Kadın, adamın Aziz Joseph (Meryem’in kocası, İsa’nın ‘yasal’ babası olan marangoz Yusuf) olduğuna inanmaktadır. Sonradan evsiz, kimsesiz ve ‘kasabanın garibi’ olduğunu öğreneceğimiz Nanni adlı kadıncağız ömrü boyunca kasabalılar tarafından aşağılandığını, bu hayattan bıktığını, ama bir gün Aziz Joseph’in gelip kendisini kurtaracağını bildiğini söyler. “Haydi, beni de öte aleme götür, bu dünyadan kurtar.” diye yalvarır. Adam hiç konuşmadan kadının yanında oturur, ona şarabından ikram eder. Susmaksızın konuşurken şarap içen kadın bir süre sonra kendinden geçer. Uyandığında adam ortada yoktur.

Aylar sonra kasabalılar Nanni’nin hamile olduğunu fark eder. Kilise mensupları günah çıkarmasını önerir ama Nanni bunun bir mucize olduğunu söyleyerek karşı çıkar. Kasaba halkı Nanni’ye bir azize olduğunu söyleyip sokaklarda dolaştırarak dalga geçerler. Nanni kasabadan kaçıp kayalıklarda dolanmaya başlar. Azizlerin çileli yolculuklarına benzer bir yürüyüşle, kasabaya tepeden bakan kayalıkların zirvesinde bulunan terk edilmiş manastıra ulaşır. Acı içinde doğumunu yapar, memesini bebeğe uzatır, film biter.

Bakire Meryem inancına ve toplumun dinsel ikiyüzlülüğüne yönelik sağlam bir eleştiri içeren bu hüzünlü hikâyeyi, Roberto Rossellini’nin 1948’de Fellini’nin senaryosuyla çektiği L’Amore adlı antolojinin Il Miracolo/Mucize başlıklı ikinci filminde izleriz.

Yeni-gerçekçi İtalyan sinemasının dahi yönetmeni Rossellini’nin sinema sanatının zirvesinde dolaştığı bu film, Kasım 1950’de Amerikalı dağıtımcı Joseph Burstyn eliyle New York’ta, Paris Sineması’nda gösterime sokulur. Aralık ayında New York Film Eleştirmenleri Birliği Mucize’yi ‘Yılın En İyi Yabancı Filmi’ seçer. Ama kısa süre sonra, Manhattan’ın tam göbeğinde yer alan, etrafı Amerikan kültürünün en ileri kurumlarıyla kuşatılmış bu sinema salonunun önünde “Lağıma düşmeyin!”, “Komünist olmayın!”, “Bu film tüm saygın kadınlara ve annelerine hakarettir.” yazılı pankartlar taşıyan dinciler protesto gösterilerine başlar. Baskılar sonucu, Ocak 1951’de ‘kâfirlik’ gerekçesiyle filmin lisansı iptal edilir.

Burstyn, bu yasağın ifade özgürlüğüyle ilgili en temel haklara saldırı olduğu gerekçesiyle New York eyaletine karşı dava açar. Şubat 1951’de, kendisinden sonraki sansür tartışmalarında emsal oluşturacak bir kararla filmin ‘ifade özgürlüğü içinde değerlendirilmesi gerektiği’ sonucu çıkar, yasak kaldırılır, film tekrar gösterime çıkar.

Bu sonucun özgürlükler açısından olumlu yanları var tabii, ama ciddi ciddi filmin kâfir olup olmadığının tartışıldığı ve öyle olmadığının kanıtlanmaya çalışıldığı mahkeme tutanaklarını okuduğumuzda, olumsuz etkilerini bugün de görebileceğimiz şöyle bir paragrafla karşılaşıyoruz: “Mucize filminin yapımında yer alan tüm önemli kişiler (yapımcı, yönetmen ve oyuncular) Katoliktir. 1949 yılında Aziz Francis’in hayatını anlatacak bir film için Vatikan’dan onay alan Roberto Rossellini filmde Fransisken Tarikati üyelerini oynatmaktadır.”

“Benim dedem de hacıydı” söylemini andıran bu ifadenin asıl trajikomik yanı şu: Filmi stüdyo yerine özgün mekânlarda, profesyonel oyuncularla değil gerçek karakterlerle yapmak Yeni-Gerçekçi İtalyan Sineması’nın temel kuralıdır. Yani gerçek bir manastırda çekim yapmak amacıyla Vatikan’dan alınan onay ve filmde gerçek Fransisken rahiplerinin yer alması inançtan değil estetik amaçlardan kaynaklanmaktadır.

Rossellini’nin kâfirlik hakkını savunmak yerine onu tescilli bir dindar gibi gösteren Amerikalı dağıtımcı, bir sansürü kırarken daha derinden ve bugün bile işleyen başka bir sansürü meşrulaştırmıştır.