Aşıya karşı çıkma ile iklim değişikliğinin olmadığını söyleme (bunlara “inkarcılar” da deniyor) arasında bir parallelik var

Kâhin ile bilim insanı

“Kehanetin doğruluğuna o kadar inanmışlardı ki, inançlarının gücü kehaneti iptal etti”. 1950’lerdeki “the Seekers” (Arayanlar) tarikatı birkaç yıl önce Şirince’ye gelip dünyanın sonunu (ve uzaylı dostları tarafından kurtarılmayı) bekleyen gruba benzer bir kehanete göre hayatlarını düzenlemiş, malı mülkü satıp uzaydaki yeni hayata gitmeyi beklemişlerdi. Kehanet gerçekleşmeyince, inançlarından vazgeçmek yerine araştırmacı Leo Festinger’den alıntılanan giriş cümlesindeki gibi “kehanet doğru, ama bizim ışığımızla değişti, dünyayı da kurtardık” diyerek kendilerine bir inanmaya devam yolu bulmuşlardı. Ne olursa olsun inançlarından vazgeçmeyenlere, “ölmek var dönmek yok” diyenlere bir çoğumuz gıpta edebiliriz. Ancak aşı ya da iklim değişikliği gibi tutum ve inançların toplumu değişik sahici felaketlerden koruyabilecek sağlık ve enerji politikalarına doğrudan etkisi olması, “kör inanç”ları ayırd edebilmemizi gerekli kılıyor.

Aşılar vesilesiyle bilim ve bilim-dışındaki düşünce sistematikleri ve siyasi fikirler hakkında yazdığım geçen haftaki yazıda aşılar hakkında dönüp dolaşıp ortaya atılan ancak bir türlü kanıtlanamayan iddialara değinmiş, aşı olmayan çocukların sayısal olarak belli bir kitleye ulaşmasıyla doğan salgınların yok yere (Türkiye’de yirminci yüzyıl boyunca milyonlarca bebeğin canını almıştı) canlandığını hatırlatmıştım.

Aşıya karşı çıkma ile iklim değişikliğinin olmadığını söyleme (bunlara “inkarcılar” da deniyor) arasında bir parallelik var: aşının etkili ve düşük riskli olduğuna ve iklim değişikliğinin mevcut olduğuna dair kanıtların varlığına rağmen “hayır, bence öyle değil” görüşünde ısrar etme. Toplumsal politikaları şekillendiren özellikle sağcı politikacıların iklim konusunda (kürtaj, bireysel silahlanma vb’ye paralel) “inkarcı” yaklaşımlarına bakıp aşı karşıtlığını da sağcı bir politik araç gibi görebilir miyiz, derken aşı karşıtlığının (genelde tıp’tan pek haz etmeme, tıbbın eksik ve kusurlarını büyük tehlikeler olarak tanımlama) siyasi zemininin bir ‘milli koalisyon’ niteliğinde sol sağ ayrımı pek yapmadığını ortaya koyan araştırmacıların (örn. Kahan) görüşleri aşı karşıtlığının sağcılıkla açıklanamayacak yanlarını hatırlattı.
Ülkemizde iklim değişikliğine karşı örgütlenmede aktif olan ve bilimsel dergilerdeki kanıtlara değer veren, ama söz aşılara ya da tıbbi tedavilere gelince (aynı dergilerde kanıtları yayınlandığı halde) temelsiz ve toplum sağlığını riske sokan iddiaları sahici manada incelemeksizin kabullenmekte ve adeta propagandasını yapmakta öncülük eden “sol-liberal” (böyle adlandırıldığı için kullanıyorum, ama öyle mi, bilemem) medya aynı durumda sayılmalı mı? Toplum sağlığını önemsemediklerini düşünemeyeceğimiz (açıkçası birkaç tanesi dostum da olan) ama yaptıkları apaçık yanlış olan bu yayıncıların güdüsü nedir? Bilimsel düşünceden nasibini alamamış olmak dışında bir etken var mıdır? Bilimi bir süs ya da kendi görüşlerine destek olduğu sürece anlamı olan bir “kaynak” gibi görmek, bilimden “söz etmek”ten hoşlanmak bilim dışı konuma düşmeye bir engel olmuyor.

Herhalde, bu konuyu herkesin söz hakkının olduğu bir yerde konuşmak daha doğru olur. Ancak, şimdiye kadarki konuşmalara dayanarak birkaç söz söylemeden edemeyeceğim.

Hekimler “bu saçmalıkları neden yayınlıyor, halk sağlığını tehlikeye düşürecek, insanları yersiz bir korkuyla aşılanmaktan kaçındırarak salgın hastalıklara kapı açıyorsunuz?” diye sorduklarında yayıncıların genellikle verdiği “her görüşe eşit sesini duyurma hakkı, ve aynı konudaki iki görüşe söz özgürlüğünün bir parçasıdır” anlamına gelen cevaplara karşı çıkıp söz özgürlüğünün kısıtlanmasını isteyen duruma düşmeyi kim ister ki? Peki, bu sözlerin ne ölçüde “iki görüş” olduğunu, görüşlerin ne ölçüde birbirileriyle kıyaslanabilir olduğunu (bilimsel yöntem ile “içinden geldiği” ya da “içine doğduğu” gibi konuşmak) nasıl tartabiliriz? Adının önünde prof ya da dr ünvanı taşımak gibi genellikle emek ürünü olan ama tek başına doğruluk ya da doğru yöntemlilik işareti sayılmayacak ölçütlerden bahsetmiyorum. Ancak görüşlerine nasıl ulaştıkları sorulduğunda kendi deneyimleri ve inançlarından (ya da en fazlasından tekrarlanamamış kazai bilimsel yayınlardan) söz edenlerin doğruluğundan kuşku duymadıkları kanaatleri ile hipotezlerini bilimin testine tekrar tekrar sokmaktan Sisifosvari bir “tatmin” alan, görüşlerinden emin olmayı adeta bir yöntemsel kusur sayanların bulgularını kıyaslayacağımız ölçütler nelerdir, var mıdır? Iki “uzman”ı karşılaştırırken kafa yorduğu konuda harcadığı emek, katlandığı zahmet ve uyguladığı yönteme bakmak yeter. Iddialarına doğruluğu kendiliğinden menkul vahiy muamelesi yapan, laf kalabalığı ile durumu kurtaran, söylediklerinin doğruluğunu kanıtlamakla kendisini yükümlü görmeyen, yarım yamalak bilgilerle iş yapan sözde uzmanların toplumu yanıltıcı sözlerine aracılık etmeye “eşit söz hakkı” demek postmodern bir izahat olabilir, ancak.

Bu ölçütler bir kişisel tercihe göre belirlenebilir. Toplumsal politikalar üretilirken, milyonlarca çocuğun hayatını koruyacak (bu arada da kimsenin hayatını fazladan tehlikeye atmayacak) aşılamaların kişisel tercihlere, wired’dan, Huffington Post’tan alıntılı yayınlarda ya da plaza asansöründe okunup duyulanlara (ve hiç bir temele dayandırma zahmetine katlanmaksızın) söylenenlere göre şekillenmesini bekleyebilir miyiz? Bu soruların kendime göre yanıtları olsa da hep beraberce irdelemenin getireceklerini öğrenmeye gönüllüyüm.

“Peki, aşıların otizmle ilgisi olmadığı anlaşılmış, ama aşıların da şöyle ya da böyle riskleri varmış” diyenlere ne desek? Aşı olmak (ya da tıbbi/cerrahi bir tedavi) “yan etki yapmaz, sağlığa zarar getirmez, yüzde yüz” denmesini bekliyorsanız, şarlatanlardan başka hiç kimse böyle vaadlerde bulunamaz.