Milli topluluktan” bir vatandaş, 12 yaşındaki Nihat Kazanhan’ı başından vurup öldüren polisin tutuksuz yargılanması, kahraman ilan edilmesi ve “onore” edilmesi talebiyle Cumhurbaşkanlığı Halkla İlişkiler Başkanlığı’na başvuruda bulunmuş.

Tahmininiz üzerine bu talep herkesin gündelik hayatında irili ufaklı zulüm failliğini çıkar birliği içinde üstlendiği “toplumsal varlığımızı” kesinlikle rencide edememişti.

Oysa Yeni Rejim ideolojisini içselleştirmiş yani doğrudan “devlet-millet hissiyatını” dile getiren bu talep, çocukların canını, gerçeği ve adaleti sildiğimiz, haklı ve haksız ayrımı beklemeyen, total bir zihnin pasif nesneleri halinde, insan olma yetisini tüketmiş “geleceğimizi” haberdar ediyordu.

Kahramanlık mitolojisi için çekirdek çitleyen görev arkadaşlarının yanında uzakta duran 40 kiloluk Nihat’ı vurmak yeterliydi.

“Yerli-milli” ceza hukukunun suçlu ve mağdur kategorilerini tersyüz ederek, suçlunun süratle “mağdurlaştırılmasını” ve mağdurun da hukuki kimliğinin yok edilmesine bağışıklık kazandığımızdan 12 yaşındaki bir çocuğu öldüren zanlıyı “kahraman” ilan edersek...

Devlet koruması altına alınan kamu görevlisi, dinci vakıf istihdam kadrosu, yerli esnaf-eşraf çocuk tecavüzcü ve katillerini “onore edemedik” madem, “sırlaştıralım” toplu cinnet ayinini her gün yaşayan ve yaşatan yurdumuzda “öz, hakiki, milli olana” daha bir yakınlaşırdık.

Şüphe edilen herkesin Yeni Türkiye’nin iktidar gücü ihtiyacı doğrultusunda genişletilmiş “terörist” tanımı içine çekilip bu sübjektif “terörist” yakıştırmasını devlet mercilerine yetiştiren muhbir vatandaş ve “saflaştırma etkinliğine” bizzat katılanların “milli kahraman” olacağı zamanlardaydık.

Yani zaman, “vatan haini” teşhis eden “milli kahramanları” bağrımızda ağırlama zamanıydı.

Ve elbette, kafatası parçalanmış ve vatandaşlıktan mahrum edilmiş ölü küçük bir çocuktan “terör örgütü destekçisi” çıkartılabilir, Nihat’ın çocuk yüzünü unuttururlardı.

Belki de dinci vakıf evlerinde “ağır erkek dayanışmasıyla” göz yumulan, arka odalarda çirkef kuyularına atılan çocuklar da o yaşlı başlı faillerin içinde “semirttiği” şeytanı baştan çıkartmış diye lanetlenebilirdi yakın gelecekte...

Meclis’te Aile ve Sosyal Yardım Bakanı’nın önünde gensoru reddedilince “çocuklar” gibi şen uzayan kutlama kuyruğu, tabii ki rejim ve sivil ideolojik aygıtı dinci vakıf hakkında en küçük tereddüdü ve şüpheyi çoğunlukçu gücüyle silebildiği için coşku doluydu.

Rejimin bir ve tek “talimatıyla” tecelli edecek yeni hukuk düzeninde “milli topluluk” içinden “sorumlu, fail, istismarcılar” değil yalnızca “İslamcı kahramanlar” çıkabilirdi.

Nihat’ı öldüren özel harekât polisinin “kahraman” ilan edilmesini isteyen o dilekçe dava dosyasına koyulmuştu bile.

“Taş atan Kürt çocuğu” propagandif şablonu bu ülkede sanki hak edilmiş popüler “çocuk ölüm bilgisi” olup bu ülkede en yufka yürekleri bile soğuturdu.

Ama “gizlilik kararı” alınan o kaydı 12 yaşındaki Nihat’ın katledilişini zırhlı aracın kamera kayıt kadrajından sanki katilin gözünden izler gibi izlemiştik.

Nihat, küçücük bir oğlan, siyah montu üzerinde ne yapacağını bilmiyor gibi duruyor sonra birkaç saniye içinde kendisini vuracak zırhlı polis aracına doğru bakıyor, arkasını dönünce de yere yığılıyordu..

Ve “kamera” buz gibi merakla çekime devam etmiş, boynunu çevirip yaralı oğlanın bir kamyonet kasasına atılıp götürülmesini de kayıtlamıştı..

Öyle değil miydi? Suç ve ceza tanımları evrensel hukuku değil milli rejimin ihtiyacı ve amaçları doğrultusunda belirlenirse, cezai kanıtlar, yasal mevzuatın hükmü kalmazdı.

Günbegün sayısı artan “milli kahramanlar” ve ötelerinde yükselen çocuk, kadın, yaşlı beden yığını, yaratılan “acil kamulaştırılmış, yeni sermaye birikim alanları” kadar kamu düzeni adına yapılan kesif temizliği gösterirdi.