Toplum olarak sırtından sopayı eksik etmediğimiz sağlıkçıların şimdi sırtını sıvazlıyor ve hayatını tehlikeye atmasını istiyoruz. Üstelik yeterli koruyucu önlem bile almadan! İşi ile hayatı arasında tercih yapmak zorunda kaldığını hisseden, ölüm kaygısıyla işinden ayrılmayı düşünen olursa ise vatan haini ilan ediyor, yine –ne acıdır ki- ölümle tehdit ediyoruz.

Kahrolası kahraman doktorlar

Pınar İçel

Geçtiğimiz günlerde çok benzeri çekilmiş olan bir sahneyi hatırladım. Dizide mafya babası Tatar Ahmet ameliyathanede. Etrafta doktorlar. Hastaya müdahale ediyorlar. Hastayı kurtarma çabaları sonuç vermiyor. “Hocam ex oldu” diyor doktorlar. Tatar Ahmet’in oğlu İskender silahını doğrultup “Çabuk tekrar dene, yoksa hepiniz ex olursunuz” diye bağırıyor. Ve o doktorlar adamı can korkusuyla hayata döndürüyorlar. Bu şu demektir; “Bu doktorlar kendi hallerine bırakırsan hastanı öldürebilir. Sen de parmağın da tetikte olun, müdahale edin ki işini düzgün yapsın. Hastan öldüyse katil belli, doktordan intikamını al.” Tepkiler üzerine bir video çekip Twitter'a koymuşlardı; “Dizimizde anlatılanlar tamamen hayal ürünüdür. Biz de sağlık personeline yönelik şiddeti nefretle kınıyor ve sağlıkta şiddete hayır diyoruz”.

Önce hedef gösteriyor, sonra şiddete hayır deniyor. Ne kadar tanıdık. Sağlık Bakanlığı verilerine göre her gün en az 31 sağlık çalışanı şiddet görüyor. Sağlıkta şiddetin bu kadar artmasının, 'şiddet uygulayarak doktor hatalarını engelleyebilirsiniz' mesajının bir diğer sonucu da defansif tıbbın doğmuş olması. Sağlık çalışanları şiddet görmemek adına hastalar için hayati risk taşıyan işlemlerden ve bu işlemlerin yoğun olduğu branşlardan kaçınabiliyor. Toplum olarak bu hale getirdiğimiz, sırtından sopayı eksik etmediğimiz sağlıkçıların şimdi sırtını sıvazlıyor ve hayatını tehlikeye atmasını istiyoruz. Üstelik yeterli koruyucu önlem bile almadan! İşi ile hayatı arasında tercih yapmak zorunda kaldığını hisseden, ölüm kaygısıyla işinden ayrılmayı düşünen olursa ise vatan haini ilan ediyor, yine –ne acıdır ki- ölümle tehdit ediyoruz.

Sağlık Bakanlığı kendisi açıkladı; 601 sağlık emekçisi enfekte, 5 kişi hayatını kaybetti. Üstelik koruyucu ekipman eksikliklerini sosyal medya kanallarından duyuran sağlık emekçileri gözaltına alınmaya devam ediyor. Bir taraftan salgın süresince adım atmaya korkulan hastanelerde sağlık emekçilerinin hastalanma hatta ölüm riskini göze alarak yürüttükleri mücadele alkışlanırken diğer taraftan da “Hastaneye adım atmak istemiyorum, gel bana arabamda iğne vur” teklifi reddedilen Müge Anlı gibiler tarafından hedef gösterilmeye devam ediyoruz.

Bu süreç başlamadan önce sağlık emekçilerine, bilimsel bilgiye, kanıta dayalı tıbba yönelik itibarsızlaştırma had safhadaydı. Bir tarafta Soner Yalçın gibi büyük resmi gören, ahlaksız, gözünü para hırsı bürümüş biz hekimleri deşifre edenler(!), diğer taraftan da bilimsel tıbbın bütün kazanımlarını reddeden dinci gericiliğin bayraktarları. Ancak küresel salgın sırasında türbe direği yalamanın işe yaramadığı görülünce gözler aşı çalışması yapan bilim insanlarının çabasına dikilmiş durumda, heyecanla olumlu bir gelişme bekliyor.

BİZİMKİSİ BİR AŞK HİKÂYESİ

Şiddet çoğunlukla, toplumdaki güç ilişkilerin bir sonucu olarak ortaya çıkmakta ve bu ilişkilerde ikincil konumda olan kesimi hedef almaktadır. Şiddeti, güçsüz olanı ezmeyi yücelten bir atmosfer içinde yaşıyoruz uzun süredir.

Narsist aşık gibiyiz. Karşımızdakiyle kurduğumuz ilişki sahip olma üzerine. Sevgimiz zarar veren türden. Karşımızdaki eğer bizim egomuzu besliyorsa yere göğe sığdıramıyor, neredeyse doğaüstü özellikler atfediyoruz. Ne zamanki istediğimizi alamazsak her türlü aşağılamayı hatta yaşam hakkına saldırıyı kendimizde hak görüyoruz.

İkili ilişkilerde kurduğumuz da benzer. Gericilikle beslenen erkeklik her gün kız kardeşlerimizi aramızdan almaya devam ederken hekime önce alkış tutan sonra da istediği yerine gelmediğinde yerden yere vuran Anlı örneğindeki gibi kadın cinayetini protesto eylemine katılan erkek bir sonraki cinayetin faili olabiliyor. Bir taraftan kutsal kadınlık, annelik mitine sırtımızı dayarken diğer taraftan kadınlar ilişki içerisinde olduğu erkekler tarafından katlediliyor.

Salgın hastalık günlerinde virüsün yayılım hızını düşürmek için uygulamaya konulan izolasyon uygulamaları sırasında daha da artan kadın cinayetleri suç mahallinin evlerimizin içi olduğunu, tehlikenin sokaktan-yabancıdan çok evlerimizde, yanı başımızda olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Bu durum iktidar tarafından da besleniyor. Elbette hiç bir yetkili “Kadınları öldürün” demiyor. Ancak güce dayalı bir mantığın propagandası her alanda yapılıyor. Kadının erkekle eşit olamayacağı, fıtratın bunu gerektirdiği savunuluyor.

ÇOK SEVİYORDUM, ÖLDÜRDÜM!

Kadına yönelik şiddet 'aşk cinayeti' haberleriyle romantize edilmeye, magazinselleştirilmeye çalışılıyor. Kıskançlık, güvensizlik ve sahipleniciliğin hâkim olduğu hastalıklı bir aşk türü; bencil, olgunlaşmamış, ego-merkeziyetçi ilişki biçimi romanlarda, filmlerde kutsallaştırılıyor, arzu edilmesi gereken ilişki biçimiymiş gibi yansıtılıyor. Şiddet davranışlarını normalleştirerek ilişkinin olmazsa olmazı gibi gösteriyor.

Oysa ki hayatlarımız ve aşk arasında seçim yapmak zorunda değiliz. Duygusal ilişkilerde kişilerin, hayatlarını ilgilendiren konularda üzerlerinde baskı hissetmeden kendi kararlarını alabilmeleri önemlidir. Duygusal ilişkilerde iyi ve güvende hissetmek herkesin hakkıdır.

Hiç bir varoluş diğerinden daha fazla ya da az değerli değildir. Her birey saygıyı ve şiddet içermeyen bir yaşamı hak eder. Hiç bir bahane şiddetin nedeni olamaz. Hiç kimse şiddeti hak etmez. Şiddet sadece uygulayanın suçudur.

Duygusal şiddetin verdiği zarar, en az fiziksel şiddet kadar yoğundur ve etkisi daha uzun sürebilir. Bireylerin kişisel sınırlarına saygı duymak ve onlarla talep ettikleri şekilde ilişki kurmak sorumluluğumuzdur. Güvenli ilişki kişinin kendi duygularını, sınırlarını iyi tanıması ve karşısındaki kişi ile beklentilerini paylaşmasıyla yaşanabilir. Açık iletişim, saygı, destek, eşitlik gibi özellikler ilişkiyi daha güvenli hale getirir.

ÖLDÜREN SEVGİ İSTEMİYORUZ

Hepçi anlayışın sonucu ilişkilerimizde ya benimsin ya kara toprağın olurken sağlık çalışanları olarak bizler de ya kutsal, kahraman olarak addediliyoruz ya da fırsatçı, işini savsaklayan çıkarcılar. Ya bulutlar üzerine çıkarılmakta ya da yerin dibine sokulmaktayız.

Doktorların toplumsal imajını değerlendirmek için bir ilimizde yapılan çalışmada çıkan sonuç katılımcıların doktorlarla ilgili olumsuz bir bakış açısına sahip olduğunu göstermektedir. Buna göre doktorlar hastalarını müşteri olarak görmekte ve onlarla para için görüşmektedir. Her hastaya eşit davranmamaktadırlar. Doktorlar kibirli insanlardır ve hastalarını aşağılamaktadır. Katılımcılar doktorların işlerini iyi yapmadığını, yeterli özeni göstermediğini ve baştan savma ilaç yazdığını düşünmektedir. Katılımcılara göre doktorlar hak ettiklerinden daha fazla para kazanmaktadır. Salgın sürecinde mesleklerimizin kıymeti tekrar hatırlansa da sorunlar asla kökünden çözülmüş, sağlıkta şiddet son bulmuş değil.

Şiddetin her türlüsü maruz bırakılanı denetim altına alma ve istediğini elde etme amacını gütmektedir. Şiddetin hiçbir türlüsü haklı, masum, sevimli değildir. Biz sağlık emekçileri alkış istiyoruz evet, ama saygı da. Ekmek istiyoruz, gül de. Mesleğimizi kutsallaştırmayın ama yaşam hakkının kutsallığına saygı duyarak hastalıktan korunabileceğimiz kişisel koruyucu donanım başta olmak üzere ihtiyaçlarımızı karşılanması konusunda yanımızda yer alın. Mesleki hatalarımızı şikâyet edin, haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsanız hakkınızı arayın. Şiddet göstermek bir hak arama aracı değildir. Hiç bir sağlık çalışanına şiddet uygulamayı aklınızın köşesinden bile geçirmeyin.

Karşılıklı saygı ve güven ilişkisiyle salgın hastalıkla boğuştuğumuz bugünler dahil her günü yaşanabilir kılmak bizlerin elinde.