Bütün bunlara rağmen yazabilmekse marifet, etrafımızda pek çok marifetli insan bulunmakta. Boş boş sorular, gereksiz sıkıcı konuşmalar yerine hemen birini tanıyarak ve ona soru sorarak anlatalım derdimizi. Derdimizi mi? Yok yahu bir derdimiz. ‘Ay kimler var? Peki başka kimler var? Ay ne yazmışlar? Oyun mu yazmışlar?’ Bunlar olsun sadece derdimiz

Kahrolsun entelektüel tutuculuk!

EZGİ ÇELİK / e.ezgicelik@gmail.com

“Yok. Kesinlikle çıkmıyor. Bizden yetişmiyor. Yetişen de vazgeçip yolunu değiştiriyor. Vasat. Yola devam eden zaten vasat. Anlamıyor. Özümseyememiş. Basit kalıyor. Derinlik yok. Neyse bunlar hep bahane, kısaca bizden yazar zor çıkarken, oyun yazarı hiç çıkmıyor.” Gibi, gibi, gibi… Sanki çok uzun zamandır tartışılıyor, konuşuluyor, çözüm aranıyormuşçasına sıkıntı geldi konudan. Bizden oyun yazarı çıkmıyor! Bu cümle bazen sizi isyankar yapar, bazen çaresiz yapar, bazen ilgili, bazen fedakâr yapar. Duygusallaşanı olur, sinirleneni olur. Artık vazgeçip az biraz yazanları aşağılamak için kullanan olur. Bu garibim cümle kimlere, nerelerde ne meze olmuştur, bunu bilenler çok olur. Bu gözler, bu cümleyi sömürerek ‘entelektüel’ iltifatını alanları bile görmüştür. Aman ne iltifat! Alanların çok işine yaradı demek ki sonra bir daha onları sahalarda gören pek olmadı.

Biz var mı yok mu ile ilgilenmiyoruz da, olsa ne oluyor peki ile ilgileniyoruz. Var olanlar ne yazıyor, yazdıklarını kim takip ediyor, oynayacak tiyatro, oyuncu bulunuyor ve alkışa kavuşuluyor mu? İyi yazınca anlaşılıyor, kötü yazınca anlaşılıyor mu? Bu konu da kimle muhatap olunuyor? Eleştirmen yazarı tanıyıp okuyup kaynaşıyor mu? Yoksa herkes elini kolunu sallaya sallaya geziyor mu? Böyle böyle kucak dolusu sorular… Biz bunlarla ilgileniyoruz. En çok okunan köşe yazarın aslında okunmuyor. Tıklandığı sayı ile okuyucu sayısı birbirini tutmuyor. En çok satanlardaki yazarın adı sorulduğunda kimse cevap veremiyor. O en çok satın alanlar nerede peki, herkes merak ediyor. Roman yazarın desen, hepsinin kalbine kuvvet ve çok saygılar. Şimdi bu denklemde oyun yazarın maça zaten sakat çıkıyor. Yazdığı mecra da tiyatro olunca, tiyatroda ülkende bir avuç tarafından sevilir hale gelince, senin yazarın işi çok zorlaşıyor. Hadi şanslı bir tanesi çıktı, az biraz lüksü yakaladı diyelim. ‘Sevdik, sevmedik, uzun yahu, yok ya kısacık geçmiş, basit yazmış, uf çok zorlamış’ gibi sığ geri bildirimleri alıp oturuyor. Oyun ortada yokken ‘ah bir oyunumuz olsaydı’ diye en çok kulağı çınlatılan oyken, oyun çıkınca fuayede en son başı sevilen o oluyor. Hele bir de oyuncu, rejisör gibi parlayan yıldızlar varsa çok geçmiş olsun, partide kutlanır inşallah.

Bütün bunlara rağmen yazabilmekse marifet, etrafımızda pek çok marifetli insan bulunmakta. Boş boş sorular, gereksiz sıkıcı konuşmalar yerine hemen birini tanıyarak ve ona soru sorarak anlatalım derdimizi. Derdimizi mi? Yok yahu bir derdimiz. ‘Ay kimler var? Peki başka kimler var? Ay ne yazmışlar? Oyun mu yazmışlar?’ Bunlar olsun sadece derdimiz.

Buyurun efenim; şu an hali hazırda iki oyunu devam eden (‘POZ’ İkinciKat, ‘MEDET’ YanEtki), genç oyun yazarı Deniz Madanoğlu:

• Sen kimsin?

Meraklı olduğunda dışarı bakan, insanlara bulaşan, meraklı olmadığında evde TV izleyip dışarı çıkmayan cins birisiyim. Merak mühim.

• Neden oyun yazdın?

Yazmak mesleğim, oyun yazmak lüksüm. Çünkü en özgür, en sınırsız, en şımardığım yazı alanım.

• Önemli olan ‘yazmak’ mı, ‘tiyatro oyunu’ yazmak mı?

Kesinlikle oyun yazmak. Tartışmasız daha özgürüm. Artı, an be an önümde olduğunda kurduğum o dünya, kâğıttaki nabzımı duyuyorum. Hem yazar olarak koşullarım çok bağımsız, hem tam anlamıyla bir canlı yayın. ‘Biz dublajla, efektle yediririz abi’ler olmuyor! Ak g.t kara g.t belli oluyor.

• Değişim başladı ama dünyaya kıyasla çok az oyun yazarı var. Neden?

Bunu kim söylüyor bilmiyorum ama yeterince dert var, ülkemde yeterince içli, duygusal insan var, eşittir oyun yazarı, sadece emeklememize izin verin. Kimse doğduğu anda Çehov değil, Pinter değil! Kahrolsun entelektüel tutuculuk!

• Okuyucu hakkında fikrin?

Kesinlikle hayatta en direkt ilişki kurduğum insan. İster benim yazdığımı okusun, ister ortak okuduğumuz bir şey üzerine konuşalım, oradaki ortaklık, bağ çok güzel. Okusun, okuması bile bende bir dirhem iki çekirdek hissi uyandırıyor, diğer insanlara nazaran. Başım üstüne…

• Seyirci hakkında fikrin?

Çeşit çeşit var. Cep telefonunu ve dünyevi dertlerini bırakamayanı, bir de gerçekten ‘seyirci’ olanı. Seyretmenin hakkını verene saygım sonsuz. İsterse beni hiç anlamasın.

• Oyuncu hakkında fikrin?

Dünyanın en kırılgan şeyi. Egosu ince işçilik istiyor. Yoruyorlar be hacı. Ama muhtacız yapacak bir şey yok. Yazdığın karaktere varıyla yoğuyla kendini katanına sevgim sonsuz. Kaç repliğim var diye sorana hayırlı tıraşlar!

• Senin metnini izleyen seyirci ve oynayan oyuncu hakkında fikrin?

İki tarafı da seviyorum. Anlamak için çabaladıkları sürece.

• Eleştiri ne demek? Önemli mi?

Eleştiri, üstüne bir tuğla daha koymak motivasyonu ile yapılmalı, yerle bir etmek için değil. Ben hep güzelliğe odaklı bakmaya çalışırım ama genel eğilim gömmek üzerine, kişisel defolardan geçiyor.

• Oyun yazarımızın olmasının önemi nedir?

Dönemin, toprağın, olanın, olmayanın tanığıyız, paramız yoktu çekemedik deme lüksümüz yok. Yazmak, anlatmak zorundayız. Artı, tiyatro çok güzel. Yaz ki bugünün dertleri ete kemiğe bürünsün!

• ‘Şikâyetlerim var’ mı diyorsun, ‘Banane ben işime’ bakarım mı?

Şikâyet etmem gerekeni yaparım. İşime bakmam, işimi hakkıyla yapmak için gerekenlere bakarım. Şikâyetim haybeden konuşanlar. İşin içinde debelenenlere diyeceğim tek şey birbirimizi sevelim, gömmek için can atmayalım. Da-ya-nış-ma!