Yeni bir sondaj bulgusu: Seçmenlerin yüzde 32-33’ü HDP’nin barajı aşıp Meclis’e girmesini istiyormuş. Öyleyse, yüzde 65’ten fazlası, HDP’ye oy verenlerin oylarının yok sayılmasını; yani, seçme, dolayısıyla seçilme haklarının fiilen düşürülmesini istiyor.

Bu konuda bir referandum yapılsa, ne demiş olacaktı ‘millî irade’: HDP’ye oy veren, seçme-seçilme hakkından yoksun kılınsın; tabiî, ‘demokrasi’ adına.

Bunlar, ne şerefsiz, ne beyinsiz: Kendi oylarıyla, benim oy verme ve oy alma hakkını yok ediyorlar; tabiî yine demokrasi adına.

Bunların şerefsiz, beyinsiz ve de tutarsız oldukları açık da; aynı zamanda, beleşçi hırsızlar da. Benim HDP’ye verdiğim oylar, sadece geçersiz sayılmayacak; üstüne üstlük kendilerine verilmiş sayılarak, ona göre milletvekili çıkartacaklar: Tam tamına Özal çocuğu, mükemmelen ‘darbeci dölü’ bunlar; kısacası haramî oğlu/kızı haramzadeler.

Kıssadan hisse: ‘Sandık’sız demokrasi olmaz; ama, demokrasi sandıktan ibaret olmadığı gibi, sandıkla da başlamaz.

Demokrasinin önkoşulu, insan haklarıdır; bunun için de insanın türsel tekliğinin kabûl, tasvip ve tevsiki olarak ‘vatandaş’ statüsünün hem yeterli, hem de yegane işlemsel birim olarak ele alınması: Kadın ya da erkek, zenci ya da beyaz, o/bu dinden ya da dinsiz.

Bu noktada ortaya çıkan ise şu: İnsanı, birilerinin kulu değil, tarihin öznesi, dolayısıyla eylemlerinden ve de -‘ne’ ve ‘kimlerden’ olduğundan değil- sadece ‘ne yaptığı’ndan sorumlu bir bireysel özne olarak kabûl etmenin hukuksal/siyasal ilkesi, ‘laiklik’tir.

Laiklik demişken, kendi Meclis grubuna, “siz isterseniz, Şeriat’ı da getirirsiniz” diyen Menderes’i demokrasi kahramanı/şehidi olarak gören, göstermek isteyen hem cahil, hem edepsiz, hem de nankör soytarılara şunu da söylemeden geçmeyelim: Şeriat gibi, referansı insan dışında/üstünde olan bir düzenlemeden yana olmak, anti-demokratlık bir yana, doğrudan doğruya bir insanlık suçu; 27 yıllık bir ‘tek parti’ yönetiminden, çok partili nizama ve de muhalefetin iktidarına tek bir kişinin bile burnu kanamadan geçilmesini sağlamış İsmet Paşa’ya küfretmek nankörlük, yeni çok partili nizamı tek partili bir diktatörlüğe dönüştürmeye kalkışmak tam tamına bir iblislik, bu iblislik temelinde askerî darbeleri en az yarım asır boyunca meşrû/kabûl edilebilir kılacak olan bir sergerdeliğe soyunmak ise, en büyük hainliktir.

Tamam, Menderes’i askerler asmamalıydı; ancak, bunun için de, Rum’un, Ermeni’nin, Yahudi’nin işyerini yağmalayıp evini basan, karısına kızına tecavüz, papazını da sünnet eden yurtsever ve de kahraman halkımızın, başbakanı olduğu devletin iki numaralı kurucusunu 12 oturum Meclis’ten yasaklayan ‘ne oldum delisi’ diktatör müsveddesinin işini bitirmeyi, yani linç edip öldürmek olmasa da kendisini Kızılay’ın ortasında iyice bir dövüp, büyük ihtimalle İttihadçı bölge şefi Bayar gibiler marifetiyle Rumlardan gaspedilmiş çiftliğine geri gönderme ve orada tecrit etme feraset ve dirayetini göstermiş olması gerekirdi: ‘Sokak’, kerameti kendinden menkûl ‘Ali kıran baş kesenler’ zuhur ettiğinde, demokrasinin en temel sigortasına dönüşür.

Neyse; bu kadar laftan sonra, kısaca şunu söyleyelim: İnsanları dini, mezhebi, inancı, inançsızlığı vb… üzerinden aşağılayıp, nefret objesi ve şiddet hedefi hâline getirmekten çekinmeyen, herkes için ‘sözde’ sıfatını kullanmayı kendine hak görüp, insanları en mahrem yaşantıları temelinde vurmayı ve ayırımcılığa maruz kılmayı marifet ve siyasal maharet sayan birine ne yapmalı; aslında çok iyi biliyorum da, nasıl yapılacağını tam kestiremediğimden, şimdilik, hep birden “ayıp ulan, yuh be” diye haykırmayı öneriyorum.